YENİ UFUKLARA DOĞRU


Geçmişte mücadele içinde iki önemli gerçeği öğrendim: 

Birincisi: Hiçbir zaman bütün gücünü sürerek savaşa girme, daima yedekte güç bulunsun. Bu hareket tarzı insana, beklenmedik gelişmeler karşısında –her zaman mümkündür– manevra olanağı sağlar. Aksi durumda olaylar beklediğiniz gibi gelişmezse ne yapacağınızı şaşırırsınız. Ya da ne yapılması gerektiğini biliyorsunuzdur, ama bunu yapabilecek güç yoktur.

İkincisi: Her çeşit mücadelede, özellikle de kazandığın mücadelelerde çok dikkatli ol. Hedef kolaylıkla sapabilir, olaylar hiç istemediğin yerlere gidebilir. Zamanında önlem almazsan, “biz buraya nereden geldik” diye şaşırmak durumunda kalırsın.

Yazının başlığı, yeni ufuklara doğru… 

Bu sitenin tarihi yaklaşık 2,5 yıl, mücadele başlayalı ise üç yıl oldu. Büyük bir başarı kazandık!

Bu başarıyı bir örgütün, Acilciler’in bünyesine özgü olmaktan çıkarıp, devrimci harekete mal ettik. Devrimci harekette, örgütsel tarihle hesaplaşma ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Soruna kıyısından köşesinden dokunanlar olmakla birlikte halen büyük bir çekingenlik hüküm sürüyor.

Geçmişteki sol içi cinayetleri, örgüt içi infazları, merkeziyetçilik adına yapılan maskaralıkları herkes biliyor. Bunlar değişik oranlarda bütün örgütlerde bulunuyor ve hemen herkes de biliyor. Konuyla ilgili çekingenliğin başta gelen nedeni, ne yapılacağının bilinmemesidir. 

Çok sayıda insan haklı olarak öfkeli. Öfkeli olmak insana başlangıç için enerji sağlar, ama ötesi gelmezse, öfke sadece öfke olarak kalır. Herhangi bir sonuç alınamaz ve işe girişenler de yorulduklarıyla kalırlar. Hep düşünürüm: Bu site neden bu kadar ilgi görüyor?

Başardık ve insanlar başarıya aç durumdalar. Öfkeyle bağırıp çağırmanın ötesinde, örgütsel geçmişle nasıl hesaplaşılır, bu örgütte –dışa ve esas olarak içe yönelik olarak– uygulanan şiddet nasıl ortaya çıkarılır, bunun asıl faili nasıl kulağından tutulup teşhir edilir, örgüt içindeki ajan nasıl bulunur, örgütün külliyetli miktarda parasının cebe indirilmesi nasıl ortaya çıkarılır; hepsini yaptık. Eski Acilci bazı arkadaşlar bu işin yöntemi üzerine biraz kafa yorarlarsa süreci daha iyi anlayabilirler.

Kolaylıkla sapabilirdik. Bu amaçla önümüze değişik yemler atıldı ve istenildi ki onlarla uğraşalım. Başaramadılar. 

Geniş cepheli bir mücadele olur da, bunun içinde lüzumsuz davranışlar gösteren kişiler bulunmaz mı? 

Bizim insanımız böyledir. Birlikte çalışmaya gelemez. Sürekli sorun yaratır, çünkü en başta kendisiyle sorunu vardır. Bunları da geride bıraktık. Bugün ile geçmiş arasındaki ilişkiyi oldukça iyi kullandık. Geçmişten bugüne kadar gelen sağlam bir gücü, sadece geçmişe ait hikâyeler uydurarak yıpratamazsınız. 

Sonuç olarak, Mihrac Ural’ın hayatını mahvettik. 1976 yılından beri Muhabarat ile çalıştığını ortaya çıkardık. 55 yaşındaki birisinin 35 yetişkin yılını sildiyseniz, geriye ne kalır ki… 

Örgütte yıllardan beri karanlıkta olan 1978 yakalanmasını aydınlattık. Mihrac Ural’ın Ankara’da değil de Samsun’da yakalandığını ortaya çıkardık. Anlattığı işkence hikâyelerin aksine, hiç işkence görmediğini, ifadesinin de polis tarafından düzenlendiğini ortaya çıkardık. 
Başka bir ifadeyle, polisle anlaştığını kanıtladık. 

Son olarak, 1978’de Samandağ Ziraat Bankası soygunundan elde edilen paranın ne olduğunu ortaya çıkardık. Bu konu yıllardan beri örgüt içinde çözülemeyen bir sırdı, 33 yıl sonra çözüldü… 

Bu sürece bazı arkadaşların çok önemli katkıları oldu. Mihrac Ural ile birlikte İstanbul’da savcılıktan cezaevine götürülen ve “işkenceden her tarafı mı parçalanmış, yok canım, kazık gibiydi” diyen devrimciden, msn yazışmalarını deşifre edenlere kadar herkese çok ama çok teşekkür ederiz. Bu başarı bir-iki kişinin marifeti değildir, yaklaşık 30 kişinin kolektif çabasının sonucudur. Kendi adıma özellikle hoşuma giden de şudur: tahminim tam isabet tuttu.

İnsan tahminlerini her zaman gözden geçirmelidir. Yanılabilirsiniz ve yanıldığınızı da kolaylıkla kabul etmelisiniz. Başlangıçta, daha henüz az şey ortaya çıkmış iken ve güçler dengesi de Mihrac Ural’dan yanaymış gibi görünürken, şöyle düşündüm: Her şey kusursuzluk üzerine kurulmuş. Teorik önder, işkenceye direnen militan, demokrasi savaşçısı falan filan. Kusursuzluk üzerine kurulmuş bir yapı daha ilk gedikte çökme noktasına sürüklenir. O gediği kapatmaya çalışırken de başka açıklar verir. Aşağı yukarı gerçekten de böyle oldu. Karşımızdaki kağıttan kaplan bile değilmiş…

Mihrac Ural’ın bana yönelik gözü dönmüş saldırılarını normal karşıladım. Herifin hayatını mahvettik, yalan üzerine kurulmuş bütün yapıyı çökerttik, saldırmasın da ne yapsın… 

Mücadelenin ileri aşamalarında bir noktayı daha anladım: Bu insanların en az 20 yıldır hatta daha fazla zamandır görüntüde bile devrimci pratikleri bulunmuyor. Pratikten uzun süreli kopuş, teoriden de kopuş demektir. Teoriden kastettiğim sadece devrimci teori değildir. Devrimci hareketi okumayı da unuturlar, bu hareketin asıl ihtiyacını da göremezler. Bütün sermayeleri uydurulmuş bir geçmiş olduğu için, bugünü anlayamazlar. 

THKP-C/Acilciler, 1988’de tarihe karıştıktan 23 yıl sonra büyük bir başarıya imza attı. Var olmayan bir örgütün, örgütsel tarihiyle hesaplaşmada böylesine başarı kazanması hiç normal değildir. Önceleri bu duruma ben de şaştım…

Sonra ise, şaşırmamak gerektiğini anladım. Mücadele ettiğimiz kişi, Mihrac Ural, normal bir kişi değil ki. Ruh hastası, psikopat…

Normal bir insan bu kadar açık vermez, arkada bu kadar iz bırakmaz. Aradan geçmiş 30 yıl ve biz çok sayıda olayı sanki kısa süre önce olmuş gibi açıklığa kavuşturabildik. Karşımızdaki normal bir tip olsaydı, bu kadarını başaramazdık. Psikoloji dilinde, gelişmiş bir negatif narsist vakası… 

Mitoman… Kendi yalanlarına kendisi inanan, sürekli kendi kendini ajite eden bir tip. Karşımızdaki normal bir tip olsaydı, bu kadar hata yapmazdı. Elini attığı her şey elinde kalmazdı. Uydurduğu her yalan bu kadar kolaylıkla ağzına tıkılmazdı…

Sonuca geleyim. Sadece kendi açımdan belirtiyorum, genellemelere yönelmeye çalışacağım. Bizde ve devrimci örgütler içinde bazı çok olumsuz tiplerin bir dönem etkin olmaları hangi mekanizmalar sayesinde gerçekleşmiştir?

Bunların bir bölümünü daha önce kısaca yazmıştım, şimdi daha geniş ele almaya çalışacağım. Bir sürü iş arasında ihmalkâr davrandım. Devrimci hareketlerdeki değişik militanların anıları ve değerlendirmeleri yayınlanıyor. Bunları daha iyi okumaya ve değerlendirmeye çalışacağım. 

Bu mücadelede beni en çok mutlu eden şey ise, eski Acilciler’in birbirlerini yeniden sevmeye ve saymaya başlamalarıdır. Kimisi aktiftir, kimisi pasiftir, kimisi şu görüştedir, kimisi bu görüştedir ve hatta bazıları yaptığımız işe de pek olumlu bakmamaktadır. Yine de müthiş bir iş yapıldığını herkes kabul ediyor. Biz konuşmakla yetinmedik, yaptık…

Rusların bir atasözü vardır, özlü bir sözdür: Cesaretin varsa, mümkündür!..

Bir şeyin sadece mümkün olması yetmez. Teorik olarak mümkün olanı pratikte yapabilecek cesarete sahip misin? Eski Acilciler’in önemli özelliklerinden bir tanesi de, hayatın karşısında cesur olmalarıdır. Bu cesaret aptal cesareti değildir. Hesabını yaparsın, alabileceğin bütün önlemleri alırsın, geriye kalan tehlike yine büyüktür ve onu göze alırsın. Akıllıca cesaret buna denir. Bazen hesabı yanlış yapmışsınızdır ve bunu da hayatınızla ya da büyük bir başarısızlıkla ödersiniz. Ya da büyük başarı kazanırsınız… 

Bu arada parazitlerle de daha az uğraşmam gerekecek. Mihrac Ural ve çetesi benim için ne diyormuş, artık hiç önemi kalmadı. Feci bir şekilde kazandık ve durmayıp yeni ufuklara doğru gitmek gerek.


16 Şubat 2011