ACİLCİLER'DE İÇ SAVAŞ
THKP-C/Acilciler, 1974 yılında kuruldu ve 1988 yılında tarihe karıştı. Aktif yaşam dönemi olarak 1974-1982 arası verilebilir. Bir örgüt için kısa sayılabilecek bir yaşam süresi olmasına karşın, bu kısa yaşamında sosyalist harekette şimdi bile hatırlanan bir isim yaptı. Buraya kadarki gelişme, bazı ayrıksı özellikler de taşımakla birlikte, normal sayılır. Sonuçta tarihe karışan ilk örgüt biz değiliz, sonuncusu da olmadık.
1988 ile 2007 yılları arasına sessizlik dönemi adı verilebilir. Bu da normal, sonuçta örgüt tarihe karışmış, doğal olarak sesi çıkmayacak. Ama öyle olmadı ve Acilciler 2007 yılında yeniden ortaya çıktı. Meğer isem Acilciler hep var imiş. Genel Sekreterleri bile varmış...
İlginç bir durum ortaya çıktı: Var olduğunu iddia eden bir örgüt, hele de Acilciler gibi silahlı propagandayı temel alan bir mücadele örgütü ise, kendisini eylemlerine dayanarak var eder. Ne eylemi!..
Bırakın silahlı eylemi, silahsız eylemleri bile yoktu. Sanal alemde boy göstermeyi marifet sanıyorlardı. Bulunmayan eylemliliklerini doğal olarak esas alamadılar ve bunun yerine örgütün geçmişindeki kahramanlıklarını sıralamaya koyuldular.
Konu 1982 yılında birlikte ayrıldığımız arkadaşlardan, özel olarak benden başladı. Ben ayrılalı 25 yıl (yazı ile “yirmibeş yıl” ya da “çeyrek asır”) olmuş, ama Mihrac Ural adlı sanal sekreter varlık nedenini bana saldırmak olarak görüyordu.
Örgütün tarihinde zaten olukça fazla karanlık nokta vardı. Önemli bazı olayların nasıl oldukları bilinmiyordu. Bir şey kötü olmuşsa, kötü olmuştur, ama ne olduğunun bilinmemesi olabileceklerin en kötüsüdür.
Acilciler’de konusu geçmiş olan iç savaş başladı. Normal olarak örgütsel iç savaşlar, örgütün mevcut üyeleri arasında ve bugüne yönelik olarak ortaya çıkar.
Bizdeki iç savaş iki yönden bu normalliğe uymuyordu:
Birincisi: İç savaş, Acilciler’in sürekli olarak var olduğunu, kendilerinin hep bu örgütte bulunduğunu iddia eden kişilerle, 25 yıl önce bu örgütten ayrılmış benim aramda başlamıştı. Eğer bu örgüt 1988 sonrasında gerçekten var idiyse, faaliyetlerinin olması gerekir. Yoktu, bir derneğin faaliyet düzeyinde bile faaliyet yoktu. Var olduğunu kanıtlamak istiyorsan, bana savaş açmana gerek yok, eylemlerin vardır, etkinliklerin vardır ve bunların temelinde yürütülen örgütsel çalışmayla varsındır. Ama yok işte, asıl mesele de bu idi zaten...
İkincisi: Örgütlerdeki iç savaşlar normal olarak yaşanılan dönemle ilgili olurlar. Örgütün gelecek yönelimi tartışılır ve bu konuda ciddi çelişkiler ortaya çıkar. Bizdeki iç savaş ise 25-30 yıl öncesinin değerlendirilmesine yönelikti. Savaşın ana teması bugün değil, yakın sayılamayacak bir geçmiş idi. Ve asıl sorun da geçmişin nasıl değerlendirileceği değil, geçmişte gerçekte ne olduğu idi.
Bir örgüt düşünün ki, geçmişindeki bazı önemli olaylar karanlıkta kalmıştır. Örgütsel geçmişin sağlıklı değerlendirilebilmesi için, önce o geçmişte ne olduğunun ortaya çıkarılması gerekir. Değerlendirme ancak ne olduğu bilindikten sonra yapılabilir.
Bu ilginç iç savaşta başlangıçta Mihrac Ural belirgin biçimde ağır basıyordu. Adam yıllardan beri Genel Sekreter ne de olsa, doğal olarak ağır basacak.
Başından itibaren farkına vardığım konu ise, yıllar önce bu örgüt içinde yer almış ve günümüzde de politik olmak özelliğini şu veya bu oranda koruyan arkadaşların geçmişe ilişkin çok şey bildikleri ve Mihrac Ural hakkında hiç de iyi şeyler düşünmedikleri idi.
Tehdit, şantaj ve bol miktarda palavrayla susturulmuşlardı. Birisinin çıkıp Mihrac Ural’ın bırakın kâğıttan kaplan olmayı, kâğıttan fare olduğunu göstermesi gerekiyordu.
Kısa zamanda başta İbrahim olmak üzere çok sayıda arkadaş bu sürece katıldı ve geçmişe ilişkin önemli gerçeklerin ortaya çıkarılmasında büyük katkılar yaptı. Acilciler içindeki bu çok ilginç iç savaş, bir tarafın ötekini ezmesiyle sonuçlandı. Bu ezme süreci, Mihrac Ural’ın, arada MİT’e de uğrayarak, Muhabarat’tan Ergenekon’a geçişinin açıklanması sürecidir.
Her şey ortaya çıkarıldı. Fazlasıyla açıklandı, tekrarlamayacağım. Bu vesile ile Mehmet Yavuz’a özel olarak teşekkür ettiğimi belirtmek istiyorum. İnanır mısınız, iki buçuk yıl kadar önce, birçok konu daha bugünkü kadar açık değil iken, İbrahim ile “bu tipe dikkat etmek gerek” diye konuştuk. “Neden?..” diye soran olsa, tam bir açıklamasını yapamazdık, ama Mehmet Yavuz dikkatimizi çekiyordu. Hiç haksız değişmişiz doğrusu. Mihrac Ural ve Ergenekon, Mehmet Yavuz olmasaydı bu kadar açık olarak ortaya çıkamazdı. Kendisine yeniden teşekkür ediyorum.
7 Eylül 2011