SOLDA BİRLİK VE ÖDP DENEYİMİ (1)
Üç buçuk yıldır bu sitedeki yazıları izleyenler bilirler. Sosyalist harekette kimsenin kimseye güvenmediğini, 12 Eylül öncesi örgütler içinde ve arasında olan çirkin olayların sürekli olarak üstünün örtüldüğünü, bunun da –başka şeylerin yanı sıra– birlik konusunu da olumsuz etkilediğini defalarca yazdık.
Herkes kimin ne olduğunu biliyor. Bu nedenle sahte teşhir çabalarından herhangi bir sonuç alınamıyor. Gerçeklere dayanan açıklama ve teşhirler ise sonuç veriyor. Nedeni belli, çünkü herkes herkesin ana hatlarıyla ne olduğunu biliyor. Gerçek olarak bildikleri kendisine ayrıntılı olarak aktarıldığında, bu nedenle dinliyor. Kendisine masal anlatıldığında ise dinlemiyor. Bu konuda benimki kadar açık bir örnek herhalde yoktur.
Mihrac Ural, Mehmet Yavuz son olarak da Hasan Balcı uğraştılar da uğraştılar. Benimle ilgili gerçekleri açıkladılar, dosyalar hazırlayıp bildikleri ve bilmedikleri tüm insanlara yolladılar. Sonuç kendi açılarından hüsran oldu. Kimse ciddiye almadı.
Bu sitede Mihrac Ural ve çetesiyle ilgili olarak açıklananlar ise ciddiye alındı. Çünkü biz kimsenin bilmediği gerçekleri değil, ana hatlarıyla zaten bilinenleri öncesi ve sonrasıyla anlattık. Bunlar cahil ve pratikte hiç olan insanlar. Cahillikleri oranında interneti büyük bir şey sanıyorlar. Pratikte var olmayan sanal alemde var olamaz, bunu anlamıyorlar.
“30 yıldır devletle sorunum olmadı!..” diyen Hasan Balcı, böylece 1981-2011 arasında devletle sorunu olmadığını açıklamış oluyor. 12 Eylül’ün en karanlık döneminde bile devletle sorunu olmayanın devrimci olduğundan söz edilemez. Ortalıkta dolaşan, her yere girip çıkınca bir şey yaptığını sanan bir tiptir. Bu tür tipler açıklamalar yapsa ne olur, yapmasa ne olur! Bunlar sosyalist hareket dışındaki tiplerdir. Bu ülkenin sosyalist hareketinin eksikleri fazlasıyla vardır, ama bu tiplere düşecek kadar boş da değildir.
ÖDP konusunda anlatacaklarım da esas olarak bilinen şeyler. Benim anlatacağım, önemli bir ülke deneyimidir ya da genelin Almanya’daki somutta nasıl yaşandığıdır. ÖDP Almanya deneyiminin olağanüstü bir yanı bulunmuyor, sadece kendisine ait özellikleri vardır. HDK ile ilgili yazıda belirttiğim gibi, sosyalist hareketin tarihindeki en büyük birlik deneyimi ÖDP’dir. Bu deneyim incelenip gerekli sonuçlar çıkarılmadan büyük ve başarılı bir birlik deneyimi yaşanması oldukça zordur.
SBP’nin ÖDP’ye dönüşmesine karşı çıktım ama genel eğilim tersi yöndeydi. O günlerde birlik sihirli kelimeydi ve sanki sosyalistler 12 Eylül’de birlik olmadıkları için yenilmişlerdi. Evet, bu saptamada gerçek payı vardı, ama birlik nasıl olacaktı, soran yoktu. Birbirinden insan öldürmüş örgütler arasında bu konu açık olarak konuşulup halledilmeden birlik nasıl olacaktı?
Bu büyük sorun çözümlenmeden birlik kararı verseniz bile olmazdı, hayata geçmezdi. ÖDP kuruldu ve başlangıçta önemli bir umut da verdi. Almanya’da ÖDP denildiğinde TKEP, TSİP ve TBKP taraftarları, TKSP’den bir bölüm insan, İşçinin Sesi’nden bazı arkadaşlar, Kurtuluş taraftarları ve Devrimci İşçi’den olan arkadaşlar vardı.
Devrimci İşçi, Devrimci Yol’un Almanya’da kullandığı isimdir. Devrimci İşçi yıllardan beri tek parça değildi. 1992’de gerçekleşen tahliyelerin ardından Devrimci Yol’un da tek parça olmaması gibi. Devrimci İşçi 1980’li yılların ortalarında Almanya’da değişik parçalara ayrılmış ve neredeyse dağılmıştı. ÖDP’nin kuruluşu bu yapının yeniden toparlanması için de fırsat oldu.
ÖDP’nin benim de içinde bulunduğum ilk Almanya Koordinasyonu kuruldu. Karşımızdaki en önemli sorun, Almanya’da ne yapılacağı idi. Nasıl bir çalışma tarzı izleyeceğiz ve buna uygun olarak nasıl bir örgütlenme yapacağız?
Türkiye’deki çalışma ve örgütlenme anlayışının buraya kopya edilmesi yanlıştı ve bu konuda aramızda tartışma yoktu. Başka bir deyişle neyin yapılmaması gerektiği biliniyordu, ama neyin yapılması gerektiği konusunda anlaşmazlık vardı. Anlaşmazlık, çok ilginçtir, Devrimci İşçi ile geriye kalan herkes arasındaydı.
Devrimci İşçi, Taner Akçam’ın sorumlu olduğu zamandan beri, Almanya’daki çalışma tarzının Türkiye’dekinin uzantısı olamayacağını savunur. Bunu ilk savunan örgüttür de denilebilir. Almanya’daki çalışmada biz de benzeri bir anlayışı savunduk. Bu ülkedeki çalışma Türkiye’dekinin buradaki tekrarı olamazdı. Ne yapılmayacağı konusunda anlaşıyorduk ama yaptıklarımız birbirine hiç benzemiyordu.
Devrimci İşçi’nin yaşadığı yaklaşık on yıllık bir örgütsüzlük arasından sonra konu yeniden gündeme geldi. Hemen dikkatimi çeken, on yıldan fazla süre pratik politik mücadeleden uzak kalmış olan bu arkadaşların, durumu on yıl öncesindeki gibi sanmalarıydı. Gerçekte ise, “Almanya’daki örgütlenme Türkiye’dekinin uzantısı mı olmalıdır?..” tartışması çoktan bitmişti. Bu nedenle doğrudan doğruya partinin Almanya ile ilgili programının ne olması gerektiği konusuna geçildi.
Konuyla ilgili temsilciler düzeyinde birkaç toplantı yapıldı ve Dİ’den arkadaşlar Almanya hakkında büyük bilgi birikimiyle karşılaşınca hayli şaşırdılar. Devrimci Yol karakteri denilebilecek bir karakter vardır. O en büyüktür, en öndedir, her şeyin en iyisini bilir ve başkasını ciddiye almaz. 12 Eylül öncesinden gelen bu anlayış 1980’li yılların başlarında Almanya’da da sürmüştü. Aradan on yıl geçtikten sonra da halâ süreceği sanılıyordu.
Kısa sürede Almanya ile ilgili birikim konusunda hayli geride kaldıklarını ve dahası ezici bir kitlesel güce sahip olmadıklarını gördüler. Bizim kimseyi ezmek gibi bir niyetimiz yoktu. Evet, halâ en kitlesel olan Dİ idi ama karşıdakilerin hepsi birlikte davranınca azınlıkta kalıyorlardı. Dİ’den birkaç arkadaş da yapılan saçmalığa uymayı reddedip bizlerle birlikte davranmayı seçti.
Program komisyonu kuruldu, Dİ katılmadı. Katılmamasının tek nedeni, belirleyici olamayacağını anlamasıydı. Bilginiz varsa, ortaya koyun, biz öğrenmeye hazırız. Ama eğer sizin de bilmedikleriniz varsa, siz de öğrenmeye açık olun. Hayır, arkadaşların Almanya hakkındaki bilgileri en az on yıl eskiydi ve bunu da kabullenmek istemiyorlardı.
Almanya programını hazırladık. Dİ de ayrı bir program hazırladı, ama ilk program karşısındaki yetersizlik açıkça ortaya çıktı. Kongreye gittik. Burada bize, programı aynen kabul ettiklerini ama örgütlenmenin insiyatif düzeyinde olması gerektiğini savunduklarını ilettiler.
Bunu kabul edemezdik, çünkü nasıl bir örgütsel yapı kurulacağı programla belirlenir. Programda önümüze koyduğumuz hedefler ancak bir parti yapısı tarafından yerine getirilebilirdi. Bu parti komünist parti yapısına sahip olmayacaktı ve zaten bunu da kimse savunmuyordu. Ama şekilli bir yapı olacaktı, insiyatif gibi sınırları belirsiz, kimin hangi sorumluluğu taşıdığı belli olmayan bir yapı da olmayacaktı.
Anlaşamadık. Kongre, Koordinasyon Kurulu seçimlerine geçti. Dİ’den arkadaşlar Koordinasyon Kurulu’na girmeyeceklerini açıkladılar. Bilinen anlayış, biz olmazsak bir şey olmaz anlayışı. “Siz bilirsiniz, girmenizi isteriz ama yine de siz bilirsiniz!..” deyip seçime geçtik.
Bu arada “Parti mi, insiyatif mi?..” konusunda oylama yapıldı ve inanılmaz bir şey gerçekleşti. Dİ açık oylamayı kaybetti, azınlıkta kaldı. Salonda Dİ’den bazı arkadaşların tavrını görecektiniz. Adam hayatında azınlıkta kalmamış, böyle bir şeyi hiç yaşamamış. O kadar şaşırdılar ki, bu kadar olur.
Oylamayı tanımamaya kalktılar, aldırmadık. Burada oyun oynamıyoruz, öyle değil mi! Sonucu tanımayacaksan oylamaya neden katılıyorsun?
Devrimci İşçi’nin içinde yer almadığı Koordinasyon Kurulu seçildi. Yer alan arkadaşlar kökenlerine göre şöyle belirtilebilir: TBKP, TKEP, İşçinin Sesi, Devrimci İşçi, Kurtuluş, TKSP...
TSİP’li arkadaşlar SBP’den sonra politik mücadelede aktif olmadılar. Dİ’den birkaç arkadaş farklı tavır göstermiş ve koordinasyona da girmişti. Bundan sonraki bir yıllık süreç ya da ikinci kongreye kadar olan süreç, Dİ’nin ÖDP genel merkezinin de desteğiyle bizi çalıştırmamak çabasıyla karakterize olur.
Bu anlattıklarım 1997-1998 yıllarını kapsar. Gerisini gelecek yazıda anlatayım...
10 Mart 2012