ÖNCÜ SAVAŞI VE DK–DY–DS ELEŞTİRİSİ


http://thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com  adresinde 33 yıl öncesinden bir yazı yer alıyor: 

Öncü Savaşı ve Devrimci Kurtuluş, Devrimci Yol, Devrimci Sol’un Eleştirisi. 1978 yılında Konya cezaevinde iken bu başlıkta bir yazı yazdığımı hatırlıyorum. Ardından başka yazılar gibi bu yazı da dağıtıldı ve bir daha da görmedim. Bir arkadaştaki geniş arşivde bulunan bu yazı daktilo ile pelür kağıdına yazılmıştı ve birkaç kopyaydı. Bu yazıyı bulduk ve adı verilen blogda yayınladık. Öteki belgeleri de sırayla yayınlayacağız ve yayınlandıkça da buradan duyuracağız. 

Yazıyı ana içerik olarak hatırlamakla birlikte, 33 yıl öncesinde ne yazdığımı somut olarak hatırlamıyordum. Bu yazı birkaç konuda birden yardımcı oldu:

İlki, benim açımdandır. Yazıda kullanılan cümle yapısı ve tartışma tarzı 33 yıldan beri öz olarak değişmemiş. Sadece şimdiki dilim –o da gerekli olduğunda– daha sert olabiliyor. Bunun dışında önemli bir değişiklik yok. 

İkincisi: Yazıdaki düzeye şaşırdım. Burada kastettiğim, Acilciler’i eleştiren Devrimci Yol, Devrimci Sol ve Devrimci Kurtuluş’un sahip olduğu düzeydir. Bu örgütlerin yayınlarından bize yönelik eleştirileriyle ilgili olarak yapılmış alıntılar var. Düzeyli bir dil kullanıyorlar. Bir yıl önce, 1977’de, Devrimci Kurtuluş’un hakkımızda dağıttığı ve içinde “adiliklerini gösterdiler” belirlemelerinin geçtiği yazıyı hatırlıyorum da, bir yılda büyük ilerleme diyorum. Keza, Devrimci Yol’un 1976’da yayınladığı, “Türkiye Devriminin Acil Sorunları Üzerine Birkaç Söz” başlıklı broşür vardı. Birkaç kez belirttim: Hayatımda çok eleştiri okudum, ama bu kadar aptalcasını okumamıştım. “Bunalım dönemlerinden çok söz ediyorlar, acaba bunalım mı geçiriyorlar” gibi belirlemelerin yer aldığı bu yazıya, 1976 sonlarında “Eleştiriler Üzerine” başlıklı bir cevap yazmıştım. Zaten yayınlanan yazıda da bu konudan kısaca söz ediliyor.

Devrimci örgütler arasında karşılıklı küfürleşmenin o yıllarda vardığı düzeyi biliyoruz. Zaten bu küfürleşme olmadan sol içi şiddetin bu denli ön plana çıkması da gerçekleşemezdi. Değişik örgütlerden devrimciler durup dururken birbirlerini vurmuyorlardı. Karşılıklı öfkenin üzerinde şekillendiği bir temel vardı. Bu temelin oluşmasında dergilerde karşılıklı olarak kullanılan üslubun önemli yeri vardır. Acilciler, özellikle Devrimci Yol’a, bunun ardından Devrimci Sol, Devrimci Kurtuluş ve Kurtuluş’a yönelik eleştiri yazıları yazdılar. Bu yazılarda politik terimlerden başkasını kullanmadık. Karşınızdakine oportünist revizyonist pasifist diyebilirsiniz, ama adiler alçaklar şerefsizler demek başkadır. Devrimci Yol ile olan onca çelişkimize karşın aramızda önemli denilebilecek olay çıkmamış olmasında kullanılan üslubun önemi büyüktür. Acilciler’in üslubu doğal olarak değişik düzeylerdeki militanlarını da eğitti. Zaten bu eğitim olmasaydı, olayların önüne geçemezdik. 

Burada yöneltilen itirazı duyar gibiyim: “Mihrac Ural’a karşı hiç de böyle bir üslup kullanmıyorsun!..” diyebilirsiniz. Haklısınız, ama burada söz konusu olan bir devrimci değil, bir devrimci katilidir, hainliği ve iki ülkenin polisiyle –MİT ve Muhabarat–  işbirlikçiliği belgelenmiş bir kişidir. Böyle bir şahsa karşı normal ifadeyle çok sayıda yazı yazdım ama arada başka ifadeler de kullanıyorsam, bunun da normal karşılanması gerekir. 

Üçüncüsü: Daha önce de sözünü etmiştim, özet olarak tekrarlayayım. Teori olarak öncü savaşını ve silahlı propagandayı biliyorduk. 1970-1972’de ülkede bunun deneyimini yaşamış olmanın ötesinde, Latin Amerika ülkelerindeki hareketlerle ve onların karşılaştıkları sorunlarla ilgili olarak da önemli bilgi birikimimiz vardı. Bunlar TDAS’ta da ifadesini bulmuştu. 1977 yılından başlayarak kendi pratiğimizden de öğrenmeye başladık. Öncü savaşının değişik ülkelerde karşısına çıkan sorun, bizi de buldu: Yaratılan etkiyi örgütlemede yetersiz kalmak. Yeni kurulmuş sayılabilecek bir örgüt olan Acilciler, kendilerine takılan bu isimle, bütün ülkede biliniyordu. Taraftarımızın olmadığı yer yok gibiydi, ama bırakalım bunlara ulaşmayı, bazılarının varlığından bile haberimiz yoktu. Acilciler’in etki derecesi olarak, 1978’de kurulan PKK’nin önceli olan Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (UKO) kendisini “Kürdistan’ın Acilcileri” olarak da tanımladığını çok sonra öğrendim. Bu tanımlama, o bölgedeki etkinin, örgüte yönelik beğeninin sonucu olsa gerektir. O yıllarda bizim Kürdistan hakkında yazılı görüşümüz bile yoktu. 1976’da Beylerderesi’nden sonra o bölgede herhangi bir faaliyetimiz olmadı. Ama burada asıl önemli olan, onların da bizim de “devlete silah çekmiş” örgütler olmamızdı. Kısacası, etkiyi yaratmak ama örgütlenmede geride kalmak sorununu biz de çözemedik. Öncü Savaşı ve DK, DS, DY’nin Eleştirisi yazısında, deneyimlerimizden çıkan derslerin ışığında, öncü savaşının politik yönüne özellikle vurgu yapılması bu nedenledir. 

Ek olarak, burada, klasik halk savaşıyla, öncü savaşının ardından başlayacağı düşünülen halk savaşı arasındaki farklılıklar da ortaya konulmaktadır. Halk savaşı için gerekli ön koşul olan iktidarın politik tecridinin, öncü savaşıyla sağlanmasıyla, klasik halk savaşı öncesi politik kitle çalışmasıyla sağlanması arasındaki farktan söz edilmektedir. Bu durumda, öncü savaşıyla sağlanmış politik tecridin ardından sonuca daha hızlı gidilecektir. Bize “halk savaşını inkâr ediyorlar, öncü savaşıyla halk savaşını ayırıyorlar” diyenlerin, halk savaşı teorisi ve uygulamaları hakkında bilgi sahibi olmadıkları bu yazıda yeterince görülüyor. Bu nedenle, yazıdaki düzeye, aradan 33 yıl geçtikten sonra sevindiğimi söylemeliyim. 

Dördüncüsü: 1976 ve 1977 yıllarının eylem kadrosu esas olarak İstanbul merkezliydi. 1977 başındaki politik çıkışımızın ardından en önemli eylemler de İstanbul’da yapıldı ve ardından değişik bölgelere yayıldı. Bu yazıya kaynaklık yapan pratik mücadele deneyimi esas olarak İstanbul kökenli olmakla birlikte, hapiste bulunduğum yıllarda gerek yazılı olarak gerekse de ziyarete gelenlerle sözlü olarak bu konuyu ayrıntılı olarak konuştum. Deneyim sadece bize ait değildi ve farklı bölgelerdeki deneyimleri mümkün olduğunca öğrenmeye çalıştım, ama hepsini öğrenebildiğimi söyleyemem. Burada önemli olan, teoriyi hayata uygulamak ve ortaya çıkan sonuçlara bakmaktır. Ne düşünüyorduk, ne oldu, neden böyle oldu, bu yetersizlik nasıl aşılabilir konularında düşünmektir. Silahlı mücadele hareketindeki çok sayıda kişinin bu konularda kafalarını hiç yormadıklarını biliyorum. “Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III’te gerekeni yazmıştır, mesele bitmiştir!..” anlayışına sahip olanlar için, başta türlü bir davranış da beklenemezdi. 

Beşincisi: Daha önce de belirtmiştim. Büyük bir yenilginin ve hatta 12 Eylül sonrasında devrimci hareketin yaşadığı bozgunun içinden bizim sıyrılıp çıkmamız mümkün değildi. Aramıza sızdırılmış ajanı, Mihrac Ural’ı zamanında fark edebilseydik, daha iyi yenilebilirdik. Bu da az şey değildir.

Yazıyı okumanız için üzerine tıklamanız gerekiyor. Yazı o zaman büyüyor. İlk sayfayı okuyunca geri git yerinden geriye gidip başa dönüyorsunuz ve sonraki sayfayı tıklıyorsunuz. 


25 Aralık 2011