POLİTİKADA ZAMAN FAKTÖRÜ VE ACİLCİLER


Mayıs ayı içinde devrimci politik mücadelede 42 yılım geride kalmış olacak. Bu dönemin tamamında aktif bir insan oldum, değişik alanlarda birbirinden farklı deneyler yaşadım ve öğrenebildiğim kadar öğrendim. Öğrenmenin ilk kuralı, öğrenmeye açık olmaktır. Her şeyi bildiğinizi sanıyorsanız, öğrenemezsiniz. Zaten bildiğinize göre, öğrenmenize de gerek yoktur.

Değişik arkadaşlar benim kimseyi dinlemememden, burnumun dikine gitmemden şikâyetçidirler. Tümüyle haksız olduklarını söyleyemem. Gerçekten de bazı durumlarda daha farklı hareket etmem gerekirdi. Ama şunu da belirtmek gerekir: Israrla doğru bildiğimin peşinden gitmek, kim ne derse desin aldırmadan gitmek, bana verdiği zararla karşılaştırılamayacak kadar büyük kazanç sağladı. 

Böyle davranmamın en önemli nedeni, sürekli öğrenmektir. Bazı arkadaşlar hem konuyu bilmiyorlar, ama bildiklerini sanıyorlar ve böyle sandıkları için de sürekli akıl veriyorlar.

Eskiden beri söylerim: Konuşmak başkadır, yapmak başkadır. Bir konuda karar almak, o kararın hayata geçirilebileceği anlamına gelmez. Ve sık rastlanılan bir durumdur; o kararı alanların bile yapmaya niyeti yoktur. Karar alınmak için alınmıştır ve hepsi bu kadardır.

Sürekli öğrendiğiniz zaman durumu daha iyi görüyorsunuz. Toplamadan çıkarmadan başka bir şey bilmeyen, en fazla dört işlemden az buçuk anlayan kişilerin size yüksek cebir öğretmeye kalkmalarına aldırmıyorsunuz. 

Karşındakini ikna etmek için zaman harcayacağına, bekleme ve yap. Bir şeyin yapılabilmiş olması özellikle inandırıcıdır. Şöyle bir örnek vereyim: Başlangıçta örgütsel tarihimizin gizli ve çirkin yanlarının açıkça ortaya dökülmesine karşı olanlar, bugün büyük oranda iyi bir iş yaptığımızı söylüyorlar. Eleştiriler vardır, ama yapılan iş de sonuç olarak iyi bir iştir. Eğer tartışarak ve değişik arkadaşları ikna etmeye çalışarak işi başlasaydık, inanın şimdi halâ bu aşamada olurduk. Yapmak için adım atmak ne kelime, daha tartışma aşamasını geride bırakamamış olurduk. 

Zaman önemlidir. Politikada zaman faktörü özellikle önemlidir. Politikada ne yapıldığı kadar bunun ne zaman yapıldığı da önemlidir. Bugün bir şey yaparsınız, anlamı vardır. Aynı şeyi üç yıl sonra yaparsınız, anlamsız omduğunu görürsünüz.

Acilciler’in tarihi zaman faktörünün bazen bilinçli olarak ve bazen de rastlantılar sonucu oldukça iyi değerlendirildiğini göstermektedir. Acilciler’in 1979 başlarına kadar öteki bütün silahlı mücadele gruplarının toplamından daha büyük bir kitleye sahip olmasında, zaman faktörünü iyi değerlendirmenin de önemli payı vardır.

Kızıldere sonrasında ilk ortaya çıkan THKP-C kökenli örgüttük. Bu durum, teorik yetkinliğimizle birlikte, bize büyük avantaj sağladı. Önceden de belirtmiştim: 1974-1977 dönemi bizim yükselme yıllarımızdır. Sonraki dönemde de geliştik, ama devrimci hareketin genel gelişme temposunun gerisinde kaldık. İlk dönemde oluşturduğumuz isim ve prestijle işi götürdük. Bu durum, teorik üstünlükle birlikte, bize, geniş bir yerelde örgütlenme olanağı sağladı. Silahlı mücadele örgütleri büyük oranda İstanbul, İzmir ya da bir bölge dışında var olmaz iken, biz çok sayıda bölgede var olabildik. 

TDAS’ta defalarca belirttiğim gibi, askeri eylem, eğer onun propagandasını yapabilecek kadrolar yoksa, fazla işlevli olamaz. Bu nedenle, belirli merkezlerde yapılan askeri eylemler, kim tarafından yapılırsa yapılsın, bölgelerde daha çok bize yaradı. THKP-C’ye sempati duyan kişi, bölgede başka örgüt yoksa, kime gidecekti ki. Askeri eylem bakımından ön planda bir örgüt olmayışmıza karşın, örgütlenmede daha yaygın ve daha iyiydik. 

Silahlı propaganda da zaten bu demektir. Küçük bir askeri güçle büyük politik etki yaratabilmek. Bunu yapabilmek için, o küçük askeri gücü ne zaman ve nasıl kullandığınız son derece önemlidir. Bu da yetmez, yerel kadroların varlığı önemlidir. Bu konuda istediğimiz düzeyin hayli gerisinde olmamıza karşın, yine de benzerlerimize göre karşılaştırılamayacak kadar iyiydik. 

THKP-C kökenli değişik silahlı mücadele örgütlerinin iyi askeri eylemler yaptıklarını belirtmek gerekir. Örneğin, bu ülkedeki ilk kasaba baskını, 1984’te PKK’nin yaptığı Eruh baskını değil, 1979’da Eylem Birliği’nin yaptığı Tütünçiftlik baskınıdır. 1980 öncesi dönemde iki hapishane baskını yaşandı: MLSPB’nin Toptaşı baskınıyla Eylem Birliği’nin Gaziantep Cezaevi baskını gibi. 

Bizim Filistinli gerillaların kaçırılmasında etkin rol oynamamız, politik etkisi daha büyük olmakla birlikte, baskın kapsamına girmez. Girmesine gerek de yoktur. Önemli olan kişilerin kaçırılmış olması ve bunun da politik etkisinin yüksek olmasıdır.

Evet, biz askeri olarak geriydik, ama bizi esas ilgilendiren bu değildi. Bizi ilgilendiren, küçük bir askeri güçle olabilecek en büyük politik etkinin yaratılmasıydı. Bunu yaptık, yapabildik. Hata ve eksiklerimize, içimize sızdırılmış ajana rağmen yapabildik. 

Nerede, ne yapacağını bileceksin. Hata kuşkusuz yapılabilir, ama öz olarak bunu bilebilmek gerekir. Bu konuda bir örnek, 1982’deki ayrılık konusudur. Bazı arkadaşlar, 1982’de değil, 1988’de ayrıldılar. 1982’de benimle birlikte ayrılabilirlerdi, böyle yapmadılar. Arada geçen sadece altı yıl değildir. Devrimci hareket açısından son derece önemli altı yıldır. 

12 Eylül 1980 darbesinden sonra yaklaşık 30 bin devrimcinin ülke dışına çıkmak zorunda kaldığı tahmin ediliyor. Bunların büyük çoğunluğu Batı Avrupa ülkelerine geldiler ve faaliyetlerine burada devam ettiler. Yunanistan’da ve Suriye’de de devrimciler vardı, ama büyük çoğunluk Batı Avrupa’da idi. 1987’ye kadar devrimci hareketin merkezi Almanya idi. Bu tarihten sonra Türkiye’de işçi eylemleri ve kitle hareketinin yükselmesi, PKK’nin silahlı eylemlerinin etkinleşmesiyle birlikte merkez yer değiştirdi.

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması sosyalist hareketin genelinde büyük bir şok etkisi yarattı ve hızlı bir gerileme ortaya çıktı. 1988-1994 arasında altı yıl vardır, 1982-1988 arasında da altı yıl vardır. Matematik olarak süre aynıdır, ama birisinde hızlı bir yükseliş, ötekinde hızlı bir gerileme vardır. Zaman faktörünü iyi değerlendirerek tam zamanında ayrılmışım. Bekleyerek geçecek her gün aleyhime olurdu. 

Hayat, aynı fırsatın iki kere karşınıza çıkmasını sağlayacak kadar uzun ve zengin değildir. Böyle de olabilir, ama ihtimal hayli düşüktür. Bu nedenle doğru zamanda ve doğru yerde bulunmak son derece önemlidir. 

1981-1982’de Paris’te bir sürü iş yaptıktan ve ortamı da iyice tanıdıktan sonra halâ Suriye’yi merkez sananlara sadece gülüyordum. Kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır. Bırak öyle sansın, sen işine bak. Muhabarat olan ve geleceğini bu ülkeye bağlayan doğal olarak Suriye’den kopamayacaktır. Bir süre sonra da feleği şaşacaktır. Nitekim aynen böyle oldu... 


16 Şubat 2011