İlgili belge yayınlanmadan, bu belgede yer alan bir ibare üzerinde durmak istiyorum. Önce, İbrahim’in yazısından alıntılıyorum: “1982 ve sonrası dönemde “Yurt Dışı” örgütünün içine düşürüldüğü duruma ilişkin yazılmış olan Raporlar yayınlayacağız. Bu raporlardan da açıkça görülmektedir. “Engin ERKİNER örgütten ayrıldıktan sonra Avrupa örgütümüz dikiş tutmamış ve çürümeye başlamıştır” denilmektedir.” Bu ifadeyi kim kullanmış, bilmiyorum ama konunun bu tarafı önemli değil.
Örgütün Avrupa’daki çürümesi hatta bırakın çürümeyi resmen kokuşması, genel kokuşmanın bu alana yansımasıdır. Bu kokuşma, Paris’e geldiğim Haziran 1981 ile örgütten ayrıldığım Ağustos 1982 arasında özellikle Fransa’ya bulaşmadı, zira burada benden başkası yoktu. 1982 başlarında Mihrac ve Salih kısa süre Almanya’da bulundu ve bu ülkedeki kaynakları yapabildikleri kadar hortumladılar. Ne kadar para ve malzeme bulabiliyorlarsa toplayıp Suriye’ye gönderdiler.
1982 yılının yaz başlangıcında, henüz örgütten ayrılmadan önce, Almanya’ya geldiğimde gördüğüm manzara, çekirge sürüsü geçmiş bir bahçeden farksızdı. Bu nedenle şunu belirtmekte yarar var: Almanya ben örgütten ayrılmadan önce de çürümeye başlamıştı. Derin bir güvensizlik, ne yapacağını bilememek ve tepki vardı. Bütün bunlar içi boş bir ajitasyonla geçiştirilmeye çalışılıyordu.
“Almanya’yı örgütlediklerini” buyurmuştu Miro efendi. Peh peh peh! Ne örgütlenmesi! Biraz silkeyeyeyim dedim, elimde kaldı o örgütlenme. Keşke daha iyi bir örgütlenme yapılabilmiş olsaydı, nasıl olsa üçte ikisini etkileyeceğim için, böylesi işime de gelirdi.
Önemli bir nokta olarak şunu da belirtmek gerek:
1982-1992 döneminde Avrupa ülkelerinde çok sayıda örgüt dağıldı, çürüdü. Avrupa çürütür gibi saçma sapan bir anlayış nedeniyle değil, zira çürümeyenler de vardı. Çürüyenler, ne yapacaklarını bilemeyenler ve esas olarak Türkiye’deki mücadelenin ajitasyonuyla ayakta durmaya çalışanlardı. Acilciler dahil olmak üzere birçok örgüt için ülkeden kayda değer mücadele haberi gelmiyordu. Bulunduğun alanda da bir şey yapamıyorsan, içi boş ajitasyonla bir yere kadar gidilir ve ardından da çürüme gelir.
Mihrac Ural ve çetesi ülkedeki mücadelede bulunmamanın getirdiği boşluğu Suriye ajitasyonuyla doldurmaya çalışıyordu. Bu da bir süre sonra geri tepti. Örgütün muhabaratlaştırıldığı çok kişi tarafından görülmeye başlandı.
Bunun üzerine hortumculuk da gelince çürüme neredeyse kaçınılmaz oluyor ve büyük bir hızla ilerliyor. Suriye’den Paris’e giden kişilerin üzerindeki paralar Mihrac Ural tarafından alınıyor ve bu paranın kendilerine Paris’teki Anadolu-Der tarafından geri ödeneceği söyleniyor. Anadolu-Der’dekilerin durumdan haberi yok.
Bunun üzerine Genel Sekreter yardımcısı Salih’in hortumculuğu geliyor. Para karşılığında aralarında Abdullah Çatlı’nın da bulunduğu çok sayıda MHP’liye “Acilcidir” diye belge veriyor. Genel sekreteri ve sekreter yardımcısı böyle olan bir örgütten ne beklenir! Bunlar MK değil hortumcu şebekesi imiş. Böyle bir örgütte çürüme olmasın da ne olsun!
Örgütten ayrılmasaydım bunları yaptırmazdım, yapmaya cesaret edemezlerdi. Hiç unutmam, ayrıldıktan yaklaşık bir yıl kadar sonra Aydın, bana, “bunlar iyice zıvanadan çıktılar” diye bir şeyler anlatmıştı. Ben de gülmüş ve “kelepçelerinden kurtuldular, artık onlara engel olan yok, artık biz yokuz” demiştim.
Biz ayrıldıktan sonra resmen iplerini koparmışlardı. Başka bir deyişle, benim ayrılmam çürümenin başlangıcı değildir, varolan çürümenin artık doludizgin yol almasının başlangıcıdır.
Buradan başka örgütlerdeki normal denilebilecek çürümeye, hızlandırılmamış çürümeye döneyim. Gerek 1981-1982’de Paris’teki Acilciler’i ve gerekse 1982-1994 döneminde Almanya, İsviçre ve Fransa’daki TKEP’lileri çürümeden büyük oranda koruyan, Türkiye ile ilgili ajitasyonla yetinilmemesi ve yaşanılan ülkede iş yapılabilmesiydi. Önemli iç sorunlar vardı ama yine de bulunulan ülkedeki Türkiyelilere yönelik çalışma yapılabilmesi çürümeyi önemli oranda engelliyordu.
Almanya’da iki milyon kadar Türkiyeli vardı. Bu ülkeye gelir gelmez ilk işlerimden bir tanesi, yaklaşık 300 kişilik bir taraftar kitlesine sahip olan TKEP’in yeni baştan örgütlenmesi ve bu amaçla yaklaşık 200 kişiyle ilişkinin kesilmesiydi. Köln’de kümelenmiş olan bu kişilerin bulunduğu yerde bir süre kalmıştım ve pis işlerin döndüğü bu ortamla ilişkinin kesilmesine karar vermiştim. Bu kesim daha sonra TKP-B’ye yaklaştı, daha sonra ne oldu bilmiyorum.
Almanya örgütlenmesi siyasi ilticacılar temeline oturamazdı. Bunlar elbette olacaktı, ama bizim için örgütlenme, ikinci kuşak gençlerin örgütlenmesi demekti. Ve iki yılda yine 300 kişiye ulaşmıştık ama bu kez örgütlenmenin çoğunluğunu ikinci kuşak oluşturuyordu. Almanya’da bu gelişmeyi TKP, Devrimci İşçi, TKEP ve Halkın Kurtuluşu dışında kimse gösteremedi. Çok sayıda samimi devrimci ne yapacağını bilemediği, örgütü de bu işe çözüm bulamadığı için savrulup gitti, kayboldu.
“Ülkeden buraya gelip iltica başvurusu yapan arkadaşlar temelinde gelişmek örgütlenme yapmak değildir!..” dediğimde çok kişi bana hayretle bakıyordu. Örgütün kadrosu ya da sempatizanı diyelim Adıyaman’dan Köln’e geliyor, başka bir deyişle yer değiştiriyor. Evet, çok farklı koşullara gelen insanları tutabilmek de örgütlenmenin kapsamına girer ama kendimizi de aldatmayalım ve yer değiştirmeyi örgütlenme başarımız olarak görmeyelim.
Bir Avrupa ülkesindeki örgütlenme başarısı, daha önce örgütte olmayan insanları ne oranda örgütleyebildiğinle ölçülür. Bunlar başka örgütlerden mi gelirler ya da daha önce hiçbir örgütte bulunmamışlar mıdır, bu tarafı o kadar önemli değildir.
1981 Haziranında Paris’e geldiğimde sadece birkaç sempatizan vardı. Bir yıl sonra ise neredeyse yüz kişilik bir kitleye sahiptik ve o günün koşullarında kentin kitlesel sol hareketlerinden bir tanesiydik. Bu arkadaşların bir bölümü başka örgütlerden, büyük kesimi ise örgütsüz iken Acilciler’e katılmıştı. Birkaç atölye işgali, bizi her tarafta tanıtan üç apartman işgali ve her konuda görüş açıklayan bildiriler yayınlanması bize bu başarıyı getirmişti.
Almanya’da aynı çizgiyi daha sistemli olarak sürdürdük. Henüz Acilcilerden ayrılmadan önce Almanya’ya ilk geldiğimde bu ülkedeki arkadaşlardaki boşluğu görmemek mümkün değildi. Bu ülkede dayanışma geceleri ve Türkiye ajitasyonunun ötesinde ne yapılabilir konusunda kimsenin herhangi bir fikri yoktu. Önce bu fikir oluştu. Fikir yetmez, o fikri yapabilmek gerekirdi ve biz de yaptık.
Hem bulunulan ülkede çalışma yapmak anlayışına sahip olmayan hem de hortumcuların ve para için her şeyi yapabilecek tiplerin sorumlu pozisyonlarda bulunduğu bir örgüt, Acilciler, hızla çürümesin de ne yapsın? Bu rezalete örgütün artık görülebilir biçimde Muhabarat’ın uzantısı durumuna gelmesini, örgüt içi cinayetleri de ekleyin. Çok kişi örgütten uzaklaşmaya bakmasın da ne yapsın?
Benim yaptığım yolu açmak oldu. Ayrılmanın ve başka yerde ayakta kalabilmenin yapılabilirliğini göstermek oldu. Bu örneğin fazlasıyla bulaşıcı olduğunu söyleyebilirim. Ayrılan herkes TKEP’e katılmadı ama “bu örgütte durulmaz” anlayışı hızla yaygınlaştı. Bunun üzerine hortumculuk ve sorumlu kişilerin akla gelebilecek her türlü alçaklığı da eklenince, çürümenin de ilerisine, kokuşmaya geçiş kaçınılmaz oldu. Avrupa örgütlenmesi –artık ne kadar var ise– kendi kendine çürüyüp, kokuşmadı. Geneldeki durum buraya yansıdı...