12 EYLÜL ÖNCESİ, SONRASI VE ADİL OKAY İLE GEÇERKEN
M. Şehmus Güzel’in Adil Okay’ın yaşam öyküsünü konu aldığı ve uzun söyleşi temelinde yazdığı kitabı okudum. Hayal kırıklığına uğradığımı söyleyemem, zira söyleşi temelinde olmamış olsa bile şimdiye kadar aynı konuda benzerleri yayınlanmış olan kitaplardan farklı olan bir yapıt beklemiyordum. Anlatılan, Adil Okay olduğu için kişi farklı, ama konunun ele alınış tarzı ve sonuçta varılan nokta hiç farklı değil.
Benzerleri daha önce yayınlanmış hayat hikâyelerinde olduğu gibi, kişi, 12 Eylül öncesinde militan bir politik faaliyet göstermiş. İçinde yer aldığı örgüt ve yoldaşları da aynı durumdalar. Bu arada eksiklikler ve hatalar da olmuş tabii. İş yapan hata da yapar doğal olarak.
12 Eylül öncesi devrimci harekete eleştiri olarak farklı düşünenlere tahammülsüzlük, eleştiri kaldıramamak, şeflik sisteminin varlığı konularından söz ediliyor. Hepsi bu kadar!
Genel olarak ele alındığında 12 Eylül öncesindeki devrimci hareket, hata ve eksikler de bulunmakla birlikte, genel olarak iyi olarak değerlendiriliyor. Başka kitaplarda da böyle. Bu kitaplar yıllardan beri yayınlanır ve kimsenin aklına da şöyle bir soru gelmez: 12 Eylül öncesi, hatalar ve eksikler olmakla birlikte, genel olarak iyi düzeyinde değerlendiriliyor ise, 12 Eylül sonrası neden bu kadar kötüdür?
Anlatıldığı kadar iyi olan 12 Eylül öncesinin, bu kadar kötü bir 12 Eylül sonrasına yol açmaması gerekirdi. Devrimci hareket 12 Eylül faşizmine yenildi, ama nasıl yenildi?
Savaşıp da yenilmedi. Mücadele edersiniz, direnirseniz ve yenilebilirsiniz. Devrimci hareket bozguna uğradı. 12 Eylül sonrasının gerçeği budur. Filanca kişi ya da filanca örgüt daha fazla direniş göstermiş olabilir, ama bu durum genel ortalamayı değiştirmiyor. Direnip yenilme söz konusu olmadı, bozguna uğranıldı.
Biraz somuta inersek. Kitapta 12 Eylül öncesinde Adana ve Antakya’da örgütlü olduğumuz anlatılıyor. “Örgütlülük, faşizme karşı kayda değer direniş sergilenemeden dağılıyorsa, bu örgütlülük ne işe yarardı?..” diye sorulmalıdır, ama sorulmuyor.
Birkaç bildiri dağıtmak ya da silahlı eylem yapmak ve ardından susmak zorunda kalmak herhalde az çok örgütlü bir direniş anlamına gelmez. Sadece biz değil, devrimci hareketin en büyük örgütü olan ve Adana’da en kitlesel olan Devrimci Yol da aynı durumdaydı.
Hatırlarsınız, 1980 yılının sonlarında bu örgütten Mustafa Özenç ormanlık bir alanda yakalanır. Üzerindeki silahla iki er ve iki bekçiyi öldürerek kaçar. Bu olay devrimcilerle cunta arasında prestij savaşına dönüştü.
Cuntanın amacı ne olursa olsun Mustafa Özenç’i yakalamak ve asmaktı. Bölgedeki bütün devrimci örgütler de Mustafa Özenç’in bir yolunu bularak kendilerine ulaşmasını bekliyordu. Bu durumda kendi insanlarını bırakıp Mustafa Özenç’i ülke dışına çıkaracaklardı. O’nun kaçabilmesi bütün devrimciler için zafer anlamına gelecekti.
Olmadı, Mustafa Özenç kardeşinin evinde yakalandı. Olacak şey mi bu, insan kardeşinin evine gider mi, diye sorulabilir. Demek ki gidebilecek başka yer bulamamış...
Devrimci Yol, Adana’da en büyük kitleye sahip olan bu örgüt bu durumdaydı. Devrimci Yolcularla konuştuğunuzda 12 Eylül öncesinde devrimci hareketteki en büyük örgüt olduklarını söylerler. Haklıdırlar da. Bu büyüklüğü neden 12 Eylül sonrasında gösteremedikleri konusunda ise susarlar...
Benzeri bir durum daha küçük çapta kitapta da var. Adana’da ve Antakya’da örgütlüydük. Peki sonra ne oldu ve neden böyle oldu, cevabı yoktur.
Yaşamış oldukları dönemlerin genel özellikleri insanların hayat hikâyelerine özgün biçimde yansır. Adil’in hayat hikâyesine bir türlü, benimkine başka türlü, bir başkasınınkine daha başka türlü yansır. 12 Eylül öncesi dönem önemli olumsuzluklar içeren bir dönem ise, bu durumun özgün biçimlerde herkesin hayat hikâyesine yansımış olması gerekir.
Adil Okay İle Geçerken kitabında bunu göremiyoruz. Ne yazar ne de söyleşi yapılan kişi, 12 Eylül dönem öncesi hakkında pek kafa yormamışa benziyorlar. Bu kadar örgütlü, kitlesel olan devrimci hareket nasıl bozguna uğradı, sorusuna cevap aramamışlar. Daha kötüsü, bu soruya kadar gelememişler...
Bu yönüyle kitap, devrimci harekette görülen genel tarihsel değerlendirmenin dışına çıkmıyor: 12 Eylül öncesi genel ortalama olarak iyiydi. Hata ve eksikler de vardı tabii. Ve sonra, artık nasıl olduysa, bozguna uğradık. 12 Eylül öncesi güzellemesiyle bu bozgunu açıklayamazsınız.
En az 30 yıldır, devrimci hareket içinde bulunan devrimcilerin bugünkü önemli uğraşı konusu genellikle şöyledir: Kendine daha iyi bir geçmiş aramak!...
12 Eylül öncesi geçmiş çok önemli. Bu geçmişi düzelterek anlatıyorlar ve ortaya hataları da bulunmakla birlikte harika denilebilecek bir geçmiş çıkıyor. Hemen herkesin 12 Eylül öncesi geçmişi böyle. O zaman bu bozgun nasıl oldu, kimse düşünmek bile istemiyor. Mesele budur işte...
Çok kişi kendisinden kaçıyor. 12 Eylül öncesinin iyi yanlarını, kahramanlıklarını anlatmakla yetiniyor ve ötesine gitmiyor. 12 Eylül’den sonra 31 yıl geçti ama çok kişi o geçmişe cesaretle eğilemiyor. Yıllardan beri kendisine düzeltilmiş bir geçmiş kurmuş, ardından da o yapay geçmişin esiri olmuş, bozmak istemiyor.
Adil Okay İle Geçerken kitabı da bu çerçevenin dışına çıkmıyor. Biyografi yazmak, aynı zamanda bir dönemi o biyografiye yansıtmak demektir. Kitapta bu yansıtma oldukça tek yanlıdır. Konuya bu yönden yaklaşıldığında, kitapta şu ya da bu kişinin anlatılmaması konusu da önemini kaybediyor. Sonuçta belirli kişilerin anlatılması ya da anlatılmaması olayların geçtiği döneme yaklaşımla ilgilidir.
Dönemi düzelterek anlatıyorsanız, bazı önemli olayları ve kişileri de kaçınılmaz olarak atlayacaksınız demektir. 12 Eylül öncesi en fazla altı yıldır (1974-1980). 31 yıldır bu altı yıl konuşuluyor.
Neden, çünkü yapılabilen yeni bir şey yok ya da yapılabilen oldukça yetersiz. O zaman idealize edilmiş geçmişe sığınılıyor. Çizgisini ister doğru ister yanlış bulun, PKK 12 Eylül öncesinin sözünü bile etmiyor. Bu geçmişi değerlendirmiş ve geride bırakmış, artık onu ilgilendirmiyor. Yeniyi üretebiliyor da onun için.
Bugün varsan, uzak geçmişe ihtiyacın yoktur. Son on yıldır hiçbir şey yapamamış isen, son on yılın yok ise, 12 Eylül öncesinde harika olmuş olsan bile ne olur!
Er veya geç bu konu gündeme gelecek. Yavaştan geliyor bile. Düzeltilmiş geçmişlerin herhangi bir anlam taşımadığı günler o kadar uzak değil. 12 Eylül öncesinin fazla anlam taşımadığı günler uzakta değil. O geçmiş atılmalıdır!
O geçmişin iyi yanları da vardır, ama genel olarak iyi değildir. Değerlendirilmeli ve atılmalıdır. 31 yıldır kendini yeniden üretememiş olanlar oraya sığınabilir ve onları sığındıkları yerde bırakmak gerekir. Adil Okay gibi kendisini üretebilmiş bir kişiden daha iyi bir hayat hikâyesi beklerdim doğrusu.
Adil Okay İle Geçerken üzerinde çalışılmış bir kitap, baştan savma bir kitap değil. Ama beklenilen bu değildi. Bir kişinin yaşam öyküsü çerçevesinde bir dönemin anlatılması ve “neden böyle oldu”ya kişinin özgün koşulları içinde cevap getirilmesiydi...
2 Kasım 2011