MİHRAC URAL: MUHABARAT’TAN ERGENEKON’A


Önceki değişik yazılarda belirtmiştim. 2008 yılı yaz aylarında bu site yayına başlarken aslında geç kalmıştım. Mihrac Ural’ın bana yönelik saldırısı başlayalı altı aydan fazla olmuştu ama ben harekete geçmemiştim. Nedeni, konunun kafamda aydınlığa kavuşmamış olmasıydı. 

Hiç kimse kaybedeceği baştan belli olan bir savaşa koşar adım girmez. Mihrac Ural ise giriyordu ve acaba benim göremediğim bir desteği mi vardı, başka bir şey mi vardı?

Desteği olması önemli değil. İnsan savaşa girerken rakibinin durumu iyice analiz eder, desteklerini bilir ve ona göre harekete geçer. Acaba bilmediğim, göremediğim bir şey mi vardı?

Mihrac Ural’ın sosyalist hareket çapında bana karşı kazanması mümkün değildi. Beni “itirafçı” olmakla suçluyordu. Aynı suçlamayı, 1982 yılında, örgütten ayrıldığımda yine yapmış ve olayın görece taze olduğu koşullarda bile kendisini ciddiye alan olmamıştı. Aradan 30 yıl geçtikten sonra kim ciddiye alacaktı?

Bunlar tamam da, konuyu yine de tam olarak anlamamıştım. Karşımdaki kişinin psikolojik olarak hasta olduğunu biliyordum. Kendi yazılarını öven olmayınca, uydurma isimlerle mesajlar yazıp kendi kendini övdüğü ortaya çıkarılmıştı. Kendi bilgisayarının IP numarası ile, övgü mesajlarının geldiği bilgisayarların IP numarası aynıydı. Farklı isimlerle kendini öven birisi herhalde normal değildir. 

Başlangıçta Mihrac Ural’daki bu cesaretin Muhabarat’tan geldiğini düşündüm. Sırtını Suriye gizli servisine dayamıştı, ama ortada bir sorun vardı: Mihrac Ural’ın Muhabarat ile ilişkisini 1980’li yılların ikinci yarısında Suriye’de bulunmuş neredeyse bütün devrimciler biliyordu. Bu durumda Muhabarat’tan nasıl güç alabilirdi?

Daha fazla beklemedim ve sitede bildiğiniz gibi geçmişe yönelik değişik değerlendirmeleri yayınlamaya başladım. İlk ortaya çıkan, Mihrac Ural’ın Muhabarat ilişkisinin Suriye’de başlamadığı idi. Suriye’ye gelince altı ayda Cemil Esad’ın emriyle vatandaş yapılan Mihrac Ural ile ilgili bu hızlı gelişmenin mutlaka geçmişinin olması gerekirdi. 

Nitekim vardı, ama yine Muhabarat çerçevesinde duruyorduk. Evet, Mihrac Ural, Hatay’da Muhabarat tarafından 1976’da içimize sızdırılmış bir ajandı. Bu arada neredeyse bir yıl geride kalmıştı. İbrahim ve Haydar ile birlikte, Zürih’te Haydar’ın evinde bir gece boyu oturup konuyu konuştuk, bilgileri yeniden ortaya döktük ve birdenbire kafamda bir ampul yandı. Daha önce, Erkan, yakın arkadaşı olan Nebil’in kendisine, “Mihrac Ural’ın el yazısıyla bana gönderdiği pusulada belirtilen yere gittim ve orada yakalandım!..” dediğini açıklamıştı. 

Bununla Mihrac Ural’ın Türkiye’den ani olarak Suriye’ye çıkışını birleştirdik. Temmuz 1980 sonunda Adana cezaevinden orada bulunan arkadaşlarla birlikte kaçıyor ve kısa süre sonra Suriye’ye gidiyor. Bu ne acele, daha 12 Eylül bile gelmemiş. Bu adam bir şeyden kaçıyordu. Başka bir açıklama yok. Güney örgütlenmesi, en güçlü örgütlenmemizdi. 

Ben Nisan 1980’de kaçmıştım ve buna rağmen çalışmanın içinde bulunuyordum, adam ise çabuk tarafından gidiyordu. Bunun önemli bir nedeninin olması gerekti. Sorular bizi 1978 Mart operasyonuna götürdü. Örgüt tarihinde nereden başladığı, nasıl geliştiği bilinemeden kalmış, üzeri sürekli kapatılmış tek operasyondur.

Polis örgütün bir ucundan girmiş öteki ucundan çıkmıştı. Ve bu nasıl olmuştu, bilinmiyordu. Devrimci kamuoyuna açık olarak yazılar yazılıp, örgüt tarihindeki karanlık olaylar üzerine gidilince, arkası patır patır geliyor.

Mihrac Ural ile birlikte Mart 1978’de İstanbul Gayrettepe’deki emniyet müdürlüğünden adliyeye birlikte getirilen, başka bir örgütten olan arkadaş beni aradı. Kendisiyle telefonda konuştum. 

“Mihrac sürekli olarak nasıl işkence gördüğünü anlatıyor. Ben onunla birlikte adliyeye götürüldüm. Domuz gibiydi.” dedi. “Adım sizde kalsın, devlet memuruyum” diye de ekledi. Allah ki Allah, yakaladık şimdi... 

Önce sorduk: “Mihrac, senin ifaden nerede?” 

Cevapladı: Arşive kalkmış, bulunamıyormuş!..  

Bak sen, herkesinki bulunuyor, onunki bulunamıyor. Mesele ortaya çıkmıştı. Mihrac Ural yakalanınca polisle anlaşmış ve polis de ifadesini uygun bir şekilde düzenlemişti. 

Birlikte yattığımız herkes biliyor: Mihrac Ural sürekli tahliye bekliyordu. Bizden sonra yakalanan Mehmet Avan, bu sitede de yer alan yazısında açıkça söyledi: “En az 150 kişinin adını verdiği adam nasıl tahliye olacakmış!..”

Ben yakalandıktan sonra herkesi dolaşıyor ve kendisini tanıtıyor. Yakalananlar da onun adını veriyor, ama adam sağlam yerden güvence almış olsa gerek ki, tahliye bekliyor. Mahkemede de “benim ilgim yok hakim bey” ifadesi vermişti. İlerledik…

“Madem ağır işkence gördün, nasıl işkence gördüğünü anlatsana biraz!..” dedik. Bize şalterin açılıp kapanmasıyla yapılan elektrik işkencesi gördüğünü anlattı. İbrahim kahkahayı bastı…

Şalterli elektrik işkencesi, sanayi cereyanıyla elektrik işkencesi mi yapılırmış. Adam bırakın işkence görmeyi, işkence anlatan kitap bile okumamış. Ve son bomba patladı…

Mart 1978’de çok sayıda yoldaş yakalanmıştı ve herkes kısa süre önce yapılmış Samandağ Ziraat Bankası soygunuyla ilişkilendirilmek amacıyla Antakya’ya götürülmüştü. Antakyalı olan Mihrac Ural’ı ise gözaltında iken Antakya’da gören yoktu. Antakyalı olan ve olmayan bir sürü kişi Antakya Emniyet Müdürlüğüne de götürülmüştü, Mihrac Ural götürülmemişti. Antakya küçük yer, polisle anlaştığı hemen ortaya çıkardı. Mesele belli olmuştu: Mihrac Ural’ın arkasında MİT vardı. Peki neden vardı?

MİT, eski Acilciler’in bir araya toplanması ve bir site kurarak değişik konulardaki görüşlerini yayınlamasından hareketle –Mihrac Ural bu siteye alınmamıştı– örgütün yeniden kurulduğunu ve başına da benim geçtiğimi düşünmüş ve Mihrac Ural’a bana saldırma görevini vermişti. Öyle ya, aradan 30 yıl geçtikten sonra bana saldırmak, hele de örgütten 25 yıl önce ayrılmış birisine saldırmak başka nasıl akla gelebilirdi?

Hapisten kaçınca alelacele Suriye’ye kapağı atması da bu nedenleydi. Yeniden yakalanmaktan korkuyordu. MİT onu televizyona çıkartıp konuştururdu. Bundan dolayı hemen kaçtı, Muhabarat’a sığındı. MİT-Muhabarat-Mihrac...

Mesele anlaşıldı diyorduk. Bu arada örgüt içi cinayetler, uyuşturucu kaçakçılığı, örgütün parasının üzerine yatmak gibi pek çok konu da açığa çıkmıştı. Suriye’de Hatay’ın bu ülkeye bağlanması için kurduğu ilişkiler ve bu insanlarla birlikte çektirdiği fotoğrafları da yayınladık. (bkz. http://thkp-c-acilciler.blogspot.com )

Bir dönem artık iyice zıvanadan çıkmış, internette tanımadığı kişilerle çetleşiyor ve onlara Suriye’deki marifetlerini anlatıyor. Site yayına başladıktan bir süre sonra bu insanların durumdan haberi oldu ve Mihrac Ural ile çetleşmelerini bize gönderdiler. Yazdıklarını inkâr da edemedi, nasıl etsin ki... 

Hatay’ın Suriye’ye bağlanması için kurulmuş Uruba Hareketi’nin tarihi, babasının bu hareketten olduğu, kendisinin bu hareketin genç kuşağı olduğu ve Suriye’nin önde gelen kişileriyle evinde yapılan toplantıda çekilen fotoğraflar ortaya çıktı. 

“Acilcileri ehlileştirdim!..” sözü ise tek kelimeyle muhteşemdi. MİT’e verdiği sözü yerine getirmeye çalıştığı anlaşıldı. Arkasından bir bomba daha patladı: 1970’li yılların ikinci yarısında MİT Marmara Bölge Başkanı olan O. Nuri Gündeş anılarını yayınladı. Anılarındaki Acilciler bölümünde 1977 Ağustos’unda benim de yakalandığım operasyondaki takibi anlatıyordu. Burası biliniyor, o kadar önemli değil... 

Önemli olan, Acilciler içine daha sonra sızdırılmış kanat’tan söz etmesiydi. Örgüt eylem yapacağı zaman harekete geçiyor ve zararsız hale getiriyorduk, diye yazıyordu. Gerçekten de 1977 yılından sonraki önemli operasyonlar hep böyle dönemlerde gerçekleştirilmişti. 

Ve yazısında Mihrac Ural’ı övüyordu, benimle birlikte eyleme sokuyordu, ki ben Mihrac ile hiçbir eyleme girmemiştim. O. Nuri Gündeş bunu bilmez mi, tabii ki biliyor. Derdi ipliği iyice ortaya çıkan Mihrac’ı biraz olsun kurtarmak olsa gerekti. 

Mihrac Ural, O. Nuri Gündeş’in kitabındaki Acilciler bölümünü yayınladı. Sadece “örgüt içine sızdırılmış kanat” cümlesini çıkararak yayınladı. Bizi aptal sanıyordu herhalde, metnin orijinaline bakmayacağımızı sanıyordu. Biz bu metni Mihrac’tan öğrendik, kitabı bulduk ve Mihrac’ın “örgüt içine sızdırılmış kanat” cümlesini çıkardığını saptadık. Mesele, bir deyimle, kabak gibi ortadaydı artık... 

Bunların üzerine sürpriz bir ek daha geldi. Mihrac Ural’ın “temel kadrom” dediği, eski bir Acilciler sempatizanı olan Mehmet Yavuz’un, gözaltına alındığında avukatının da hazır bulunduğu polis sorgusundaki ifadeyi bulduk. 

Gözaltına alınma tarihi Mart 2010 idi. İfadesinde Mehmet Yavuz, 2006-2007 yıllarında DYP Mersin İl Başkan Yardımcısı olduğunu söylüyordu. Halen de bu partiye üye imiş. İfadesini bu sitede yayınladık. (İbrahim’in yazılarına bakınız.)

Reddedemedi, zaten nasıl edecekti ki. Sadece, “Bu ifadeyi nereden buldunuz” demekle yetindi. Arkasından aklımıza hayalimize gelmeyen başka bir bomba daha patladı. 

Mehmet Yavuz, kendi blogunda, GÜN ELBET AĞAR’IR başlıklı yazıda, aldığı bir pusulayla Emniyet Genel Müdürlüğü gizli arşivine girdiğini açıkladı. Bu davadan ceza almayayım diye Mehmet Ağar ile ilişkisini iyice ortaya döküyordu. 

“Mihrac Ural ne yaptı?..” derseniz... Mehmet Yavuz’a sahip çıktı. “O, DYP’de kitle çalışması yapıyordu!..” dedi. Gıdıklayın da güleyim bari.

Mihrac Ural’ın arkasındaki kişi Mehmet Ağar. Polisin Genelkurmay Başkanı olarak bilinen, çok sayıda faili meçhulün sorumlusu Mehmet Ağar. Önce bana ardından da İbrahim’e yönelik saldırının arkasında bulunan bu kişi imiş... 

Mesele ortaya çıktı, kafam aydınlandı. Mehmet Ağar’ın hem Mihrac Ural hem de Mehmet Yavuz’a kızdığını tahmin ediyorum. “Bir işi beceremediniz,” diyordur... 

Mihrac Ural, sol hareket içinde bitmişti zaten, şimdi iyice bitti. Acilciler’in içinde az çok aktif rol oynamış bir kişi bile çıkıp onu savunmadı. Çok çabaladı ama bir kişi bile çıkmadı. Suriye’deki sağ kolu Beşir Kanmaz, Hanefi Avcı’nın “Haliç Kıyısındaki Simonlar” kitabında söz ettiği itirafçı kişilik hariç...

Daha ne anlatalım yani. MİT Marmara Bölge Başkanı O. Nuri Gündeş, Hanefi Avcı, Mehmet Ağar... 

Seni ve yanındaki birkaç kişiyi tutanları söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Yetmez mi yani... 

Yazıyı bitirirken bize büyük yardımı dokunan ve solun değişik kesimlerinden olan arkadaşlara teşekkürü borç bilirim. Bu pisliğin ortaya çıkması için katkılarını esirgemediler. Konu bitti dediğimiz zaman bitmiyor ki... 

Abdullah Öcalan’a Suriye’de suikast teşebbüsü var. Teşebbüste yer alanlardan bir tanesi Mihrac Ural, ama suikast beklenmedik bazı olaylar nedeniyle yapılamıyor. Operasyonu yöneten, o sırada Diyarbakır Emniyet Müdürü olan Hanefi Avcı... 

Konuyu bilen ve Öcalan’a da Suriye’de iken bilgi veren iki arkadaş anlatacaklar. Haftaya yayınlarız herhalde... 


8 Eylül 2011