BİR KERE DAHA 1982 AYRILIĞI ÜZERİNE
1982 ayrılığının Acilciler’de unutulamayan bir iz bıraktığını, neredeyse travma durumuna geldiğini değişik kereler gördüm. O yıl hapiste olanlar ve olmayanlar değişik kereler bana, “bizi bırakıp gittin”, “sen ayrılmasaydın örgüt bu duruma düşmezdi” gibi serzenişlerde bulundular. Söyledikleri doğrudur.
Ayrılmadan önce örgütün içinde bulunduğu durumu ulaşabildiğim herkese anlattım, ama arkadaşları mutlaka ikna etmeye de çalışmadım. Durum ortada, görmek istemeyen görmez tabii ve benim de mutlaka göstermek gibi bir amacım yoktu.
Arkasından da arkamı dönüp gittim.Tek başıma gitmedim, ama tek başıma gitseydim bile, ayrılmamın bu örgüt için öldürücü darbe olduğunu biliyordum. Çok ilginçtir, anladığım kadarıyla bunu ilk fark eden Ali Sönmez’dir.
TKEP’ten Sami vardı, Fransa’ya yeni gelmişti. İlticasını aldıktan sonra Suriye’ye gitti. Bu sırada ben ayrılmıştım. Orada biraz kalıp geri döndü. Döndüğünde bana anlattığı şöyleydi: “Ali Sönmez geldi, bana, ‘oraya gittin, Engin’i kafaya aldın’ dedi. Ben de, ‘ben kimim de Engin’i kafaya alacağım’ dedim.”
Daha sonra da eklemişti: “İyi bir arkadaş, ama geri bir arkadaş…”
1982 ayrılığından fazla uzun olmayan bir süre sonra Mihrac ile o güne kadar Mihrac’ın sağ kolu olan Ali’nin arası bozuluyor. İbrahim’in yazdıklarından öğrendiğime göre, 1986 sonlarında örgüt içinde Mihrac’ın propagandasıyla Ali’ye pek iyi gözle bakılmamaya başlıyor. Ardından, Ali polis ilan ediliyor ve örgütten atılıyor. Düne kadar can yoldaşı olan Salih ve Zafer’in oylarıyla üstelik…
Ali, Mihrac için “Bu adam faşisttir!..” diyor. Ardından 1988 yılında büyük bir ayrılık daha oluyor. Ben gene 1982’ye döneyim…
Sanıldığının aksine Avrupa’dakiler ile Suriye’dekiler birlikte ayrılmadılar. Ayrıldıktan sonra birleştiler. Suriye’deki asıl ayrılık nedeni, örgütün Muhabarat’ın hizmetine girmesiydi.
Buna başından beri açık itiraz eden kişi Müntecep Kesici idi. Arapça bilmesi ve Cemil Esad ile kurulmuş ilişkilerin içinde bulunması durumu çabuk kavramasını getirmişti. Öteki arkadaşlar da kısa sürede durumu gördüler. Örgütün Muhabarat ile iç içeliğini anlamak için mutlaka Arapça bilmek gerekmiyordu…
Başlangıçta Suriye’de ayrılan arkadaşların kafasında TKEP yoktu. 1979 öncesi görüşlere dönmek yanlısıydılar. Gelişen ve değişen görüşlerimizi bu arkadaşlara anlatabilecek kimse de yoktu. Zafer zaten bir şey bilmez, Salih desen keza öyle. Ali yazılmış olanı tekrarlar, ama açıklayamaz. Mihrac mı açıklayacaktı, güldürmeyin beni!
Bu sitede yazılanlardan öğrendiğim kadarıyla Müntecep, Günay’a birlikte hareket etmeyi teklif ediyor. Günay’a biçilen rol, ayrılığın teorik kafası olması. Günay kabul etmiyor ve gidiyor. Kendisi için Zafer tarafından verilen öldürülmesi talimatını ve bunun yerine getirilmemesini bu sitede okumuşsunuzdur...
Derken, Fransa ve Almanya’dakilerin ayrılması çıkıyor. Bizim ayrı örgüt kurmak gibi bir niyetimiz yoktu, baştan beri kararımız açıktı: TKEP’e katılacaktık…
Suriye’deki ayrılıkta başta böyle bir düşünce bulunmuyor. Ama Mihrac Ural bu, salak herif. Davranış tarzıyla ayrılanları TKEP’e itiyor. Muhabarat’ın imkânlarını da arkasına alarak ayrılanların üzerine yürüyor ve bu insanlara TKEP’ten başka seçenek bırakmıyor…
Siz bu tipin gürültü patırdı yapmasına bakmayın, politik taktikten anlamaz. Biraz kafası çalışan insan Suriye’de ayrılanlara saldırmaz ve böylece de onları bize doğru itmez. İnsan hem acemi hem de panik içinde olunca böyle yapıyor…
1982 ayrılığı sırasında hapiste olanlar için bir şey söyleyemem. Bir örgütün geleceği, hapisten ne zaman çıkacağı belli olmayanlar üzerinden değil, dışarıda olanlar üzerinden kurulur. Bu yönden bakıldığında dışarıda pek bir şey kalmamış olduğunu görmek zor değildi. Bu durumu ilk kez Adana’ya gidip bir süre kaldığımda fark etmiştim. Bu muydu bizim güçlü Güney örgütlenmemiz. Vay vay ki vay vay…
Örgütün en güçlü yeri olduğunu söylenip duran Güney örgütlenmesi konusunda aşırı abartma vardı. Mihrac Ural’ın 1982 başlarında fır dönüp örgütlediğini söylediği Almanya’ya Haziran 1982’de gittim. Gerçekten de acayip örgütlemişti yani…
Herkes dertliydi, dert yanıyordu. En büyük dert, burada ne yapılabileceğinin bilinmemesi, bununla ilgili bir planın olmamasıydı. Suriye ile ilgili aşırı abartılı bilgiler geliyordu ve bol miktarda para isteniyordu. Oradaki durumu bildiğim için içimden gülüyordum, ama anlatsan kimse inanmaz ki. Bu nedenle bütün politikayı Avrupa’daki çalışma üzerine kurdum…
Paris’teki örgütlenmenin durumu açıktı: Bir yılda dört sayı dergi çıkarmış ve Türkiye gazetelerinde bile yer alan ev işgalleri yapılmıştı. Paris’in o günkü koşullarında kitlesel bir hareket durumundaydık. Olaylara objektif bakabilenler için durum gayet açıktı. Avrupa’da bir şey yapılabilecekse, ben yapardım.
Salih ve Zafer’i görüp de bu insanların bir şey yapabileceğine inanan arkadaşlara ise söyleyebileceğim bir şey yoktu. Beklersiniz ve görürsünüz. Mihrac, Salih ve Zafer başka bir örgüte gidemezdi. TKEP ile birliktelik boş bir hayaldi ve bu kişilerin de hiç böyle bir niyeti yoktu. Başka bir örgütle bir araya gelindikten kısa süre sonra bu kişiler tasfiye olurlardı. Nasıl olmasınlar. Teorik ya da pratik bir becerileri yoktu ki…
Mihrac Ural’ın arkasından Muhabarat desteğini çek, ortada zavallı bir tip kalır. Başka bir örgütte bu tipleri sıradan üye yapmaları bile zordu. Bu tiplerin başlıca politik faaliyeti benim bir şey yapmamam için çalışmaktı.
Mihrac Ural 1981 sonlarında Paris’e geldiğinde yapılan işleri ve çıkarılan dergi sayılarını görüp hasta olmuştu. Hiç bilmiyor değildi, ama somut görmek başka oluyor. İyi de kardeşim, ben bu tiplerle mi uğraşacağım?
İnsan bir uğraşıya getirisi varsa girer. Bu insanları kazansan ne olacak, işe yaramazlar. Bir bölüm arkadaş ise maç izler gibi olayları izliyor. Kendileri bilir, durum ortada, kendileri bilir…
Dedim ve gittim. İyi ki de gitmişim. Müthiş bir başarı kazandım. Mesele TKEP ile sınırlı kalmadı, solun büyük sahnesine çıktım.
Acilciler’de kalsaydım bunu asla yapamazdım zira Mihrac, Zafer, Salih ben bir şey yapınca hasta oluyorlardı. Yapabiliyorsan sen de yap, tutan mı var!
Çap yok ki yapsın. Mihrac Ural’ı ciddiye almadığım için bana saldırıncaya kadar kendisiyle ilgilenmedim. Sonra da dünyanın kaç bucak olduğunu öğrettim. İlk aylarda Zafer bana ileti yazardı: Biz sana göstereceğiz, diye. Helal olsun, gösterdi zaten. Bunlar budur işte. Biraz horozlanırlar, baktılar ki karşı taraf aldırmıyor, pılıyı pırtıyı toplayıp giderler.
Önümüzdeki Ağustos ayında ayrılığın üzerinden 29 yıl geçmiş olacak. Doğru karar verdiğimi ve tam zamanında davrandığımı düşünüyorum. Halâ böyle düşünüyorum. 1982 sonrasındaki gelişmeler ortadadır…
31 Mayıs 2011