DEVRİMCİ ÖRGÜTLERDE KARANLIK İLİŞKİLER: BİR ÖRNEK


Okurların da bildiği gibi, Türkiye tarihinde özellikle son 25 yılda çok sayıda faili meçhul bulunuyor. Bunların önemli bölümü devlet güçleri ya da onların desteklediği paramiliter güçler tarafından gerçekleştirilmiş. Bunların bir bölümü, Ergenekon davası kapsamında hayli yavaş da olsa ortaya çıkıyor. Ayhan Çarkın gibi bazı infazcılar yaptıklarından pişmanlık duyuyor ve açıklamalar yapıyorlar. 

Son olarak üzerine düşülen infaz, Devrimci Sol’dan Bedri Yağan ve arkadaşlarının infaz edilmesiydi. Hatırlayacaksınız, infaz operasyonunu yöneten Hanefi Avcı... 

Hanefi Avcı kendisine operasyon emri gelmesine rağmen, Bedri Yağan’ın henüz gelmediği gerekçesiyle operasyonu erteliyor. Bedri Yağan Suriye’den gelerek İstanbul’a ulaşıyor. Polis kapıyı anahtarla açarak içeriye giriyor ve içerdekileri infaz ediyor. Ardından çatışma süsü vererek gazetecileri çağırıyor.

Bu sitede yer alan İbrahim Yalçın imzalı yazılardan biliyorsunuz: Mihrac Ural, Bedri Yağan’ı dolandırıyor ve durumu anlayan Yağan’ın kendisine yönelik suçlamaları üzerine de kendisinden nefret ediyor. Yağan, Suriye’den İstanbul’a geliyor ve geleceği de polis tarafından biliniyor.

Devrimci örgütler içinde ve arasında garip ilişkiler fazlasıyla bulunuyor. Bunların bir tanesinden, TKP-B’den söz edeceğim. Bu örgüt, yanlış hatırlamıyorsam 1990’lı yılların başlarında Silahlı Devrim Birlikleri adında bir birim kurdu. Değişik insanlar silahlı eğitim gördüler ve eylemlerde bulunmak üzere ülkeye gittiler. Bu insanların önemli bölümü herhangi bir eylem yapamadan polis baskınlarıyla ele geçti. Bazıları silahlı çatışmalarda hayatlarını kaybettiler, bazıları ise hapse girdiler. Duyduğum kadarıyla bir bölümü halen hapisteymiş... 

TKP-B’nin bazı yöneticilerini tanırım. Bundan ayrılan DKP ve TDP gibi örgütlerin de bazı yöneticilerini bilirim. Bunun dışında bu örgüt hakkında bilgim bulunmuyor. Ne ki, ortada garip bir durum var ve bu garipliği görmek için dışarıdan izleyici olmak bile yeterlidir. 

Bir örgüt değişik silahlı eylemler yapar, açık verir, hata yapar ve darbe yiyebilir. Bunda şaşılacak yan bulunmuyor. Ne ki, yukarıdaki örnekte, grupların peş peşe polis baskınına uğraması bununla açıklanamaz. Daha garip olan ise, söz konusu örgütün, herkesin dikkatini çeken bu garipliğin açıklanması yönünde, en azından bilinen bir çabaya yönelmemiş olması. 

Öldürülenler ve yıllarca hapishanede kalanlar devrimci, sosyalist insanlardı. Bu garip olaylar zincirinin nasıl gerçekleştiği herkesi ilgilendirir, ama açıklanmadı. Dahası, ismi gerekli değil, yukarıda adı geçen örgütlerden birisinin yöneticisine bu durumu açıkça sorduğumda, bu konuyla ilgilenmememi rica etti. İlgilensem bile bilmediğim bir örgüt hakkında neyi bulabilirim ki... 

Sadece, “Durum çok garip, bunu nasıl açıklıyorsunuz?..” diye sordum. O örgütün içindeki bir bölüm insan konuyu araştırıp açıklama yapmıyorsa, dışarıdan kişilerin yapabileceği fazla bir şey bulunmuyor.

Devrimci örgütlerde isimler değişiyor ama bir davranış aynı: Sürekli bir şekilde kendi geçmişlerindeki karanlık ilişkilere eğilmekten ısrarla kaçınıyorlar ve bunun yerine dikkati başka yerlere çekmeye çalışıyorlar.

Biz, muhteşem bir iş yaptık ve kendi tarihimizdeki karanlık ilişkileri, polis ilişkilerini oldukça büyük bir oranda ortaya çıkardık.bBirinci Acilciler döneminde Mihrac Ural ve Beşir Kanmaz en bilinen isimler; İkinci Acilciler döneminde ise Mehmet Yavuz... 

Hasan Balcı bu ilişkiler içinde yer alan ama ortalıkta dolaşan, her yere oturmaya çalışıp ardından yere oturan bir tip. Sözüm ona eski TKP-B’li, ama esamesi okunmuyor. Orada dikiş tutturamayınca, ne yapsın, Acilciler’i kurcalamaya başlıyor. Mihrac Ural’ın İkinci Acilciler’inin önde gelen bir siması. Ben söylemiyorum, “dava arkadaşlarım” diyerek Miro söylüyor... 

Biz içimizdeki haini, Mihrac Ural’ı, yakın yardımcılarıyla birlikte ortaya çıkardık. Başka örgütlerden de benzeri bir tutuma girmelerini istedik. Birkaç örgütten arkadaşların bu yönde faaliyete girdiklerini duyduk. Yetmez... 

Ve dahası, biz ortaya çıkarmazsak, başkaları bunu yapacaklar. Ardından da, “işte devrimci örgütler böyledir” diye propaganda yapacaklar. O zaman da onları kınamanın anlamı olmayacak. Sen yapamamışsın, devrimcilikten uzak olan başkaları yapmış. Senin de konuşmaya hakkın kalmamış. En fazla önümüzdeki iki yıl içinde böyle olduğunu göreceksiniz… 

Biz üzerimize düşeni yaptık ve iyi bir örnek sergiledik. Bir takım tiplerin bana saldırması boşuna değil. Saldırsınlar. Kuştan korkan darı ekmez, denir... 

Bakın size Can Yücel’den gerçek bir olay anlatayım. 12 Mart sonrası aylar. Bir dernek kurulacak. Kurucular arasında edebiyatçılar sanatçılar ve aydınlar olacak. Dernek tüzüğü hakkında tartışmalar bitmeksizin sürüyor. Tüzük şöyle olmalı, böyle olmalı tartışması gerçekte bu işi yapmaya gönülsüzlüğü gösteriyor. 12 Mart’ın korkusu sürüyor ama kimse de bunu açıkça söyleyemiyor. Can Yücel söz alıyor ve “Beyler, bize tüzükten önce büzük lazım!..” diyor. 

Bizim yaptığımız iş de aynen böyle. Sadece ustalık ve gerekli ilişkilerin sağlanması değil, bunların hepsinden önce cesaret gerekliydi. 


10 Ekim 2011