KÜRDİSTAN ACİLCİLERİ


Yaklaşık iki yıl önce ROJ TV’de değişik bir programa katılmıştım. Sadece sunucuyla ben vardık ve programın amacı da kendi hayatım üzerineydi. Nasıl devrimci oldum, ne zaman oldum, hangi olayları yaşadım gibi. Sunucu UKO (Ulusal Kurtuluş Ordusu) zamanından kalma bir arkadaştı. Bilmeyenler için, UKO, PKK’nin öncelidir.

PKK 1978’de kuruldu. Bana önce UKO’yu sordu. İsim olarak biliyordum, ancak aramızda herhangi bir temas olmamıştı. Zaten 1976 başındaki Beylerderesi olayı ile bölgedeki bütün örgütlenmemiz çökmüştü. Bu nedenle ilişkimiz olursa ancak Ankara üzerinde olabilirdi ve o yılların hengamesi içinde de olmamıştı.

Arkadaşın anlattığına göre, o dönem UKO, Acilciler hakkında daha ayrıntılı bilgiye sahipmiş. Acilciler’i yakından izliyorlarmış ve kendilerini “Kürdistan’ın Acilcileri” olarak görüyorlarmış. Bu belirlemeyi daha önce duymamıştım. O dönem adımızın ülkenin her yanında duyulduğunu biliyordum ama Kürdistan’ın Acilcileri belirlemesini duymamıştım.

Bu durum beni Acilciler ile medya ilişkileri üzerinde yeniden düşünmeye itti. 1974-1980 döneminin en medyatik örgütlerinden bir tanesiydik. İyi ama, neden? Bizi bu denli medyatik yapacak ne gibi özelliklerimiz vardı?

Silahlı eylemse, bizden daha fazla ve daha ses getirici eylem yapan örgütler vardı. Ama biz daha fazla medyatiktik. Yayınlanacak bir ansiklopedideki Acilciler maddesinde bunun birkaç nedeni olduğunu belirttim. 

Her şeyden önce örgüte adını veren bir broşür vardı. Bu durum adımızın yayılmasını kolaylaştırdı ama sadece bu nedene bağlı açıklama yapmak doğru olmaz. THKP-C’den sonra bu kökenden gelen ve silahlı eyleme başlayan ilk örgüttük. Bu durum, ilk yıllarda, başka örgütlerin yaptığı değişik eylemlerin de bize yazılmasını getirdi. Silahlı bir eylem yapıldı mı, “Acilciler yaptı!..” diye bilinirdi. Sonraki yıllarda diğer örgütlerin adları ön plana çıktı ama ilk öne fırlayan unutulmadı. 

İkincisi, Acilciler basında büyük ilgi gören bir örgüttü. Örgütün ilk kadrosu içinde üniversite ve eğitim enstitüsü mezunlarının önemli yer tutması bu ilginin nedenlerinden birisidir. Bizimki “öğrenci devrimciliği” değildi. “Okul biter, devrimcilik de biter!..” değildi. Popüler deyimle “hayatını kurtarmış” insanların, diplomalarını ve yüksek eğitim kariyerlerini tehlikeye atacak bir yönelime girmeleri, düzenle bağlarını tümüyle koparmaları insanlara inanılmaz gibi geliyordu. Aynı süreci cezaevlerinde de yaşadım. Savcılar, “mühendis” diyerek benimle özel görüşmek isterdi. Adli mahkumun gözünde otomatik olarak ayrı bir yerim oluyordu. Bol para kazanabilecek, “hayatını kurtarmış” birisinin devrimcilikte ne işi var!

Bir özelliğimiz daha vardı. Bunu bana 1980’li yıllarda Kurtuluşçu kadınlar söyledi. “Sizde ne kadar çok kadın vardı. Üstelik de sorumlu düzeyde idiler. Bizdeki erkekler bunu kabul etmezler, ama Acilciler’in dikkat çekici bir kadın yanı vardı!..” dediler. Dedikleri doğruydu. İstanbul’un iki sorumlusu, Hilal ve Belma. Ankara’da bomba patlaması sonucu hayatını kaybeden Ömür. 1980’de Adana’da Gülay da vardı, ama ilk yılların ön plana çıkan kadınlarına göre daha geri planda kaldı. “1977-1978’de ülkenin en tanınmış devrimcisi kimdir?..” diye sorsanız, Hürriyet gazetesinin uydurduğu isimle Bombacı Leyla’dır (Belma). 

Devrimci örgütlerde yer alan kadınlar sadece bizde yoktu, bütün örgütlerde vardı. Bizdeki farklılık, sorumlu düzeyde kadınların da bulunmasıydı. PKK’nin savaşan kadınlarından yıllar önce Acilciler, daha küçük çapta benzerini yapmışlardı. Farklılıklarımızdan bir tanesi, bunu bilinçli olarak yapmamış olmaktı. Özellikle büyük kentlerdeki örgütlenmemizde kadın erkek ayrımı teoride yoktu, pratikte de yoktu. Kadınların yetişmesi için özel olarak çalışmadık, sadece yetenekli kadınların önlerini kesmedik. Bu özelliklerin hepsi birleşince, kamuoyunda son derece tanınan medyatik bir örgüt ortaya çıkar. 

Bir dönem, değişik nedenler sonucu medyayı en iyi kullanan örgüt idik. Üzerinde araştırma yapılması gereken bir konudur. Medyayla ilgili olarak beni çok güldüren bir olayı Aydın anlattı. 21 Nisan 1980’de kaçtığımız zaman basın günlerce benim fotoğrafımı ilk sayfada yayınlamıştı. Bundan memnun olduğumu söyleyemem çünkü haftalarca bir odada tıkılı kalmak zorunda kaldım. Herkes beni tanıyabilirdi ve sokağa çıkmak intihar anlamına gelirdi. Biraz unutulmam ve tipimi de değiştirmem gerekiyordu. 

Sonraki aylarda Adana cezaevi... Mihrac Ural, “Göreceksiniz, ben kaçınca gazeteler günlerce yayın yapacaklar!..” diyormuş. Garibime daha o günden dokunurmuş benim tanınmışlığım. Kaçtıktan sonra Adana’daki yerel bir gazetenin 8. sayfasında kendisiyle ilgili küçük bir haber çıkmış. Merkezi gazeteleri boş verdik, yerel gazeteler bile ilgi göstermemiş. “Oligarşinin oyunu bu!..” demiş zatı muhterem... 

Tabii ki öyledir. “Bana kaderimin oyunu!..” der gibi bir şey olsa gerek. Herife ilgi gösterilmiyorlarsa MİT ne yapsın!.. 


29 Temmuz 2011