SUNİ DENGE BOZULDU


Hemen başlangıçta belirteyim. Bu yazı Mihrac Ural ile ilgilidir. “Suni denge ile Mihrac Ural’ın ne ilgisi var?..” diye düşünüyorsanız, okuyunca görürsünüz. 

Suni dengenin tanımını biliyorsunuz: Halkta potansiyel birikmiştir. Öte yandan, oligarşinin baskı ve zorbalığı da sınır tanımamaktadır. Böylece halkın düzene karşı öfkesiyle oligarşinin zoru arasında suni denge kurulmuş olur. Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır.

Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural’ın durumuna tercüme edelim: Halkın (Acilciler’in kadro ve sempatizanlarının) oligarşiye (Mihrac Ural ve çetesine) karşı tepkisi oldukça birikmişti. Örgüt militanlarının öldürülmesi, örgütün Muhabarat’ın hizmetine sokulması, büyük miktarda örgüt parasının kişisel zenginleşme aracı olarak kullanılması tepkinin başlıca nedenleriydi. Bu birikmiş tepki olmasaydı bizim silahlı propaganda (internet sayfası) aracılığıyla yaptıklarımız önemli bir sonuç vermezdi. 

Oligarşi (Mihrac Ural ve çetesi) suni dengeyi sürdürmek ya da eski üye ve sempatizanların sessiz kalmasını sağlamak için ne yapıyordu? Bunun için, tehdit, şantaj, demagoji, güç gösterisi de dahil olmak üzere her yola başvuruyordu. Biz ise, Mihrac Ural ve çetesinin hiç de çekinilecek özelliklere sahip olmadıklarını gösterdik.

Mahir Çayan’ın Kesintisiz Devrim II-III’deki sözleriyle:

“Silahlı propaganda halkın düzene karşı memnuniyetsizliğini ajite eder, onları emperyalist beyin yıkamanın giderek etkisinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar, giderek de bilinçlendirir. Merkezi otoritenin görüldüğü gibi güçlü olmadığını, onun kuvvetinin her şeyden önce yaygara, gözdağı ve demogojiye dayandığını gösterir.”

Gerçekten de böyle oldu, değil mi? 

Mihrac Ural ve çetesi bu sitede siyasi gerçekler (Mihrac Ural’ın Türkiye devrimci hareketine ve Acilciler’e karşı işlediği suçlar) açıklandıkça; tehdit, şantaj, gözdağı ve demagojinin her çeşidine başvurdu. Ancak faaliyetimizin (silahlı propagandanın) kararlılıkla sürdürülmesi sonunda oligarşinin (Mihrac Ural ve çetesinin) hiç de göründükleri kadar güçlü olmadıkları, kâğıttan kaplan oldukları ortaya çıktı.

Yine Mahir Çayan’dan alıntı yapalım: 

“Kitlelerde zenginlik düşmanlığı had safhadadır. Onların anlayamadığı tek şey, yenilmez bir güç olarak gözlerinde büyüttükleri oligarşik devlet cihazının kof ve çürüklüğüdür. (Oligarşi, kitlelerin bilincinde fikri sabitlik derecesinde ‘devlete karşı konulmaz’ düşüncesini iyice pekiştirmek için, sürekli olarak yaygara, gözdağı, kuvvet gösterisi ve demagoji ile özellikle bu konuyu işlemektedir.)” 

Tıpkısının aynısı, öyle değil mi? Oligarşinin yerine Mihrac Ural ve çetesini koyun, tamamen aynı yöntem!

Bizim yaptığımız da bunların hiç de göründükleri kadar güçlü olmadıklarını göstermek oldu. 

Başka ne söylerdi Mahir Çayan? 

“Bu hain yönetimin zayıf karnı kırlardır.”

Savaşın zafere ulaşabilmesi için kırların önemini vurgular. Biz de hain Mihrac Ural’ın zayıf karnını tespit ettik: Muhabarat elemanlığı ve devrimcilerin katili olması. Özellikle buralardan yüklendik…

Başka ne söylemişti Mahir Çayan? 

“Şu anda bizlerin görevi, düzen değişikliğinin şu veya bu biçimde gerekliliğine inanan kitlelerde böyle bir değişikliğin mümkün olabileceğinin güvencini yaratmaktır. Örgütsüz olan ve idealist düşüncenin perspektifinden, oligarşik devlet gücünü ‘dev gibi’ güçlü ve yenilmez olarak gören kitlelere, merkezi otoritenin aslında göründüğü kadar güçlü olmadığını, kof olduğunu, bütün gücünün yaygara ve gözdağı olduğunu bizzat devrimci pratik içinde göstermek suretiyle bu güvenceyi yaratabiliriz.” 

Oligarşi yerine Mihrac Ural ve çetesini, öteki tarafa da bizi koyun. Yaptığımız bundan başka bir şey değildi…

Bu silahlı propaganda kanımıza işlemiş. Çok farklı bir durumda, farkında olmadan aynı yöntemi uygulamışız. Durum çok farklı, ama yöntem aynı…

Suni denge bozulmuştur arkadaşlar.

Artık ister halk savaşı ister genel ayaklanma başladı deyiniz. Savaş büyümüştür ve oligarşinin (Mihrac Ural ve çetesinin) son kalesi düşünceye kadar sürecektir…

Acilciler’in eski sloganıdır: Hainleri affetmeyeceğiz!.. 

28 Ekim 2009