İKİ EYLEM

Başarılı, yani istenilen sonuca ulaşmış olan, ama buna rağmen bende kötü anısı bulunan iki eylemi anlatacağım. Bu eylemler, eyleme girenler ve bir şekilde bu eylemlerle ilgili olanlar dışında kimse tarafından bilinmezler. Bu nedenle yer ve katılanların isimlerini vermeyeceğim.

Birinci eylem, küçük bir yerleşim biriminde MHP'nin bombalanmasıyla ilgilidir. O birimde yeni örgütleniyorduk ve oradaki arkadaşlar ilçedeki MHP'nin halledilmesini istiyorlardı. Yer hakkında gerekli bilgiyi aldıktan sonra bir kız arkadaşla ilçeye gittim. Yanımda bir miktar lokum fünye ve saat vardı.

Birlikte gidip yeri gördük. İşlek sayılabilecek bir caddenin üzerinde birinci katta bir daire idi söz konusu olan. Apartmanın kapısı sürekli açıktı. Patlayıcıyı hazırladıktan sonra kız arkadaşla birlikte binaya girip ilk kata çıkacaktım ve orada bulduğum uygun bir yere bombayı bırakıp çıkacaktık. Biraz yürüyüp hemen bir taksiye atlayacak ve civardaki büyük kente gidecektik. Burası küçük bir yerdi, çabuk denetim altına alınırdı, bu nedenle mümkün olduğu kadar hızlı uzaklaşmak gerekiyordu.

İlçedeki arkadaşların evinde oturarak akşam olmasını bekledik. Ben içeri odaya geçip saatliyi hazırladım. Zamanı 45 dakikaya ayarladım.

Hazır olunca evden çıktık. Biraz yürüdükten sonra bayan arkadaşla kolkola girdik ve binaya yöneldik. Bende ek olarak silah vardı. Birinci kattaki MHPnin kapısı önüne geldik. Sahanlıkta kenarda eski bir çocuk arabası duruyordu. İçi eski eşya doluydu. Şube kapalıydı ve muhtemelen içerde kimse yoktu. Hemen yanımdaki paketi çocuk arabasındaki eşyaların arasına gizledim. Birlikte merdivenleri indik. Sakin adımlarla yürüdük ve hemen bir taksiye atladık.

Buraya kadar tamam, gariplik daha sonra başlıyor. Birkaç gün sonra öğrendim ki, oradaki arkadaşlar bizi çok merak etmişler. Çünkü bomba 45 dadika sonra patlamamış. Bekle bekle patlama yok. Yakalandığımızı ya da başımıza bir şey geldiğini düşünmüşler, ama herhangi bir silah sesi de duymamışlar. Yapılacak şey yok, beklemişler...

Sabaha karşı büyük bir patlama olmuş... 

“Neden bu kadar geç?..” diye kendi kendime sordum. Cevap belliydi: Bu işlerde dikkatli olmakla övündüğüm halde saatin akrebi yerine yelkovanını çıkarmış olduğumu anladım. Bu durumda saat 45 dakikaya değil, 9 saate kurulmuştu.

Başka bir durumda tersi de olabilirdi. Bir keresinde hazırlanmış güçlü bir bombayla saatlerce dolaşmak zorunda kaldım. Ama hiç endişeli değildim. Çünkü patlama için saat epeyce sonraya ayarlanmıştı. Ve o zaman yanlış yapmamıştım. Zaten o zaman yanlış yapmış olsaydım, ortalıkta parçam kalmazdı.

Ben böyle hata yapmazdım ve nasıl yaptım diye kendime hayli kızdım. Parçalanıp ölseydim, doğrusu ya, arkada kalanlar haklı olarak gülmeden edemezlerdi. Herkese patlayıcı işlerinde dikkatli olunması gerektiği konusunda vaazlar veren ben, yapmayın diye anlattığım hatanın aynısını yapmıştım. Bir sürü sorun ve üstüste girdiğim eylemler bende açıkçası kafa bırakmamıştı. Bu durum hiç iyiye alamet değildi.

Öteki eylem, bir dinamit deposu soygunudur. Yıl 1977, ayı tam olarak hatırlamıyorum, ama Intercontinental eyleminden hayli zaman önceydi. İstanbul o dönemde mühimmat dağıtım deposu gibiydi. Bütün bölgelere otomatik silah ve tabanca sağlamıştık, geriye patlayıcı kalmıştı.

Bölgelerdeki arkadaşlara, "silahınızı bulduk, patlayıcıyı da siz bulun" demek zor değil, ama açıkçası korkuyordum. Saçma sapan hatalardan o kadar kayıp vermiştik ki, yine aynı tür hatalar yapılıp kayıp vermekten resmen korkuyordum. Benim yaptığım iş değildi aslında. Her işe koşamazsın, koşmaya kalkarsan sonunda kendini bitirirsin. Her askeri eylemi planlamak ve bir bölümüne de girmek sana düşmez ya da düşmemeli...

Neyse, iki arkadaş dinamit deposu istihbaratı getirdi. Zor bir işe benzemiyordu. Tepelik bir bölgede inşaat var. İşçilerin kaldığı bir baraka ve bunun 50 metre kadar ötesinde dinamitlerin bulunduğu kapısı kilitli bir depo var. Bilgiyi getiren arkadaş gece depoda kimsenin bulunmadığını ve kapının da kırılamayacak bir kapı olmadığı bilgisini aktardı. Peki, işçilerle birlikte bekçi de var mıydı? İşte onu bilmiyordu!.. 

Dahası, legal olarak kullanabileceğimiz bir araba vardı. Eylem yeri karanlıktı, biraz ileride duracak arabanın plakasını kimse görmezdi.

Sadece şöför arkadaş, ben ve bilgiyi getiren iki kişi soygunu yapacaktık. Fazla insanın bilmesine gerek yoktu. Bu iki arkadaş da böylece biraz olsun eylem tecrübesi kazanacaklardı.

Gece yarısına doğru alana gittik. Barakanın ışıkları yanıyordu. İşçiler henüz uyumamıştı. Ben otomatik silahı alıp barakanın karşısındaki tümseğin arkasına geçtim. İki arkadaş, şöför arkadaşla birlikte kapıya yöneldi. Uğraş uğraş kapı açılmaz. Mecburen biraz gürültü yaparak uğraşmaya başladılar. Ben, parmağım tetikte, barakadakiler şimdi duruma uyanacaklar diye bekliyorum. Duruma uyanmadılar. Nihayet kapının kilidi kırılıp içeri girildi. Kocaman bir bavulu dolduracak kadar dinamit ve fünye aldık. Fazla da alabilirdik ama o zaman taşımak sorun olacağı için bıraktık. Arabanın bagajına koyduk ve yola çıktık.

Tepelerden aşağıya indik. Sahil yoluna çıktık ve biraz sonra karşıdan yavaş yavaş gelen bir ekip arabasıyla karşılaştık. Saat sabaha karşı, bir arabada dört adam, kuşkulanmazsın da ne yaparsın?

Ceketim dizlerimin üzerinde duruyor, altında Fransız otomatiği var. Şimdi ne yapacağız? Biz normal hızla devam edeceğiz de, ekip arabası aniden durur ve polisler aşağıya inerse ne olacak? Birkaç saniye içinde çok hızlı düşünüp karar vermeniz gerek. Ekip arabası durursa hemen kapıyı açıp inmeye karar verdim. Ekip arabası durunca polisler de aşağı ineceklerdi ve benim hemen inip ateş açmam gerekiyordu.

Böyle yapmazsam, kendi arabalarından inip de bizim arabaya yaklaştılar mı, işimiz kötü demekti. Onlar dışarda ve ayaktalar, biz ise arabada ve oturur durumdayız. Silah kullanmakta bizden çok avantajlı durumdalar. Bir başka pis durum da, polislere ateş açıp kurtulduk diyelim. Nereye gideceğiz? Sahil yolu öyle bir yol ki, uzun süre çıkış vermiyor. Doğru gideceksiniz ve muhtemelen biz sapacağımız yere gelmeden başka ekipler yolu kesmiş olacaklar. Tek çare geri gitmekti. Bilmediğimiz bir araziye gidecektik ama ileriye gitmekten iyiydi.

Ekip arabası yavaş yavaş yanımızdan geçti gitti. Şöför arkadaşa, sakın ha hızlanma, dedim. Dönüp arkaya baktım, gelen yoktu. Nemize gerek, yine de bir süre sonra hızlanmamız gerekti. Belki telsizle haber vermişlerdi ve ilerde yol kesilecekti. Bu işin en pis tarafı, soygunun yapılması değil, kaçış yoluydu. Herhangi bir şey olmadı. Bavulu bırakacağımız yerin yakınına kadar geldik, orada ayrıldık.

Bu eylem ne zaman aklıma gelse içimi sıkıntı basar. Aradan 32 yıl geçti ve şimdi bile öyle...

15 Temmuz 2009