Küçük yerde para işi yapılmaz, derdik. Doğruydu. 1977 sonrasındaki yıllarda yapıldığında sonucu hep birlikte gördük. Kısa sürede yakalanma...
Ne ki, bu anlayışın büyük yere -1977’de İstanbul- önemli bir faturası da vardı. Başlıca işiniz para işiydi. Örgütün parasını, silahını büyük oranda siz buluyordunuz. Örgüt de o kadar yoksul durumda idiydi ki, ne bulsanız yetmiyor, kısa sürede tükeniyordu.
1977 başlarında bir bankadan alınan para o kadar işimize yaramıştı ki, buna eski bir deyimle ancak “bereketli para” denilebilirdi. Sadece İstanbul’dakileri değil, bütün örgütteki silahları toplasanız, on kadar tabanca ve bir otomatik silahtan fazlası çıkmazdı. Para bulunca ilk işimiz silah almak olacaktı. Öyle de yaptık. Paranın bir bölümünü bölgelere gönderdim, kalanı silaha ayırdım.
Karadeniz bölgesine gittim. Oradaki bir arkadaşa sayısını hatırlamadığım kadar 14’lü, bol miktarda mermi ve on kadar Fransız yapısı MAT otomatik silah ısmarladım. Parayı bıraktım. Anlaşmamıza göre silahlar İstanbul’a gelecek ve bana haber verilecekti.
Bir süre sonra haber geldi, silahlar gelmişti. Kartal taraflarında verilen adrese gittim ve beklemediğim bir durumla karşılaştım. Kocaman bir çuval, hepsi bu çuvalın içindeymiş. İyi de, ben bu çuvalı nasıl taşıyacağım?
Kaçakçılar huzursuz, gideyim diye gözümün içine bakıyorlar. Gideceğim ama akşama kadar beklemem gerek. Taksi tutacağım, çuvalı bagaja koyacağız. Akşam trafiğinde Boğaz Köprüsü’nü geçip Şişli tarafına gideceğim.
Akşama doğru yola çıktım. Ortalık tam istediğim gibi, trafik yoğun. En tehlikeli yer Boğaz Köprüsü, ama bu saatte arama olması mümkün değil. Ben de silahlıyım ama silahtan çok saate güveniyorum.
Boğaz Köprüsü’ne geldik ve arama var. Olacak şey değil, ama var! Öyle pis bir durum ki, kaçacak yer yok. Silahı çekip ellerinden kurtulsanız bile nereye gideceksiniz? Açık alan, gizlenilebilecek bir yere ulaşmak için birkaç yüz metre koşmanız gerek...
Yapacak bir şey yok, tedirgin bekledim. Taksi gişelere geldi, dolmuşları arıyorlar, biz geçtik. Ertesi gün gazetede okudum: Faşistler Üsküdar tarafında gösteri yapıyorlar ve sağa sola ateş ediyorlar. Polis dört kişiyi tespit ediyor ve onları yakalamak için Boğaz Köprüsü’nü tutuyor. Nitekim bu dört kişi bir minibüste yakalanıyor.
İşe bak! Taksi de aransaydı, silahları zaten bırakacaktım da, benim kaçabileceğim çok kuşkuluydu...
Not: Mihrac Ural ile ilgili önceki yazıda bir nokta eksik kalmış: Dosyacılık...
Mihrac Ural dosyacıdır. İlişkide bulunduğu her kişi hakkında, arasının gayet iyi olduğu dönemlerde bile dosya tutar. Ne konuşmuştu, ne yazmıştı, ne yapmıştı gibi konularda araya kendisi de katkılarda bulunarak dosya tutar. Bu tutum “insan kullanma”nın bilinen biçimidir.
Yollar ayrıldığında tehdit başlar. “Sus ve köşene çekil, yoksa dosyanı açıklarım!..”
Tipik bir mafya yöntemi...
Buna karşı yapılması gereken, öncekilerde olduğu gibi konunun üstüne gitmektir.
“Diyelim ki, söylediklerinin hepsi doğrudur... Ama bunlar, Senin Muhaberat ile birlikte çalıştığını yalanlayamaz. Senin birkaç devrimcinin katili olduğun gerçeğini ortadan kaldıramaz. Senin örgüt parasıyla kişisel servet oluşturduğun gerçeğini yalanlayamaz”.
Dosyacılığın amaçlarından bir tanesi şantaj ise, öteki de konu değiştirmektir.
Bunu yaptırmayacaksınız!..
26 Şubat 2009