SOHBET

İki gün önce, Mustafa Burgaz ile Haydar Yılmaz, Yener'in eşi Menekşe'nin cenazesine katıldıktan sonra Frankfurt'a geldiler. Ben bütün gün çalışmak zorunda olduğum için cenazeye katılamadım. Katılımım telefonla başsağlığı dilemekten ibaret kaldı. 

Mustafa ile en son 1990'lı yılların ortalarında Frankfurt Kitap Fuarı'nda görüştük. Bunun dışında telefon görüşmelerimiz olmuştu ama bunca yıldır ilk defa karşılaştık. 

Öncelikle iki arkadaştan da aynı saptamayı duyunca açıkçası hoşuma gitti. Başlangıçta eski örgütsel meselelerin açılmasına olumlu yaklaşmamıştık, ama gelişme iyi yönde oldu. Bir sürü şey ortaya çıktı. 

Haydar şunları da söyledi. "THKP-C'den sonra silahlı mücadeleyi ilk başlatan örgüt bizdik. Şimdi de örgütte olup bitenlerin ortaya dökülmesi, pisliklerin temizlenmesi konusunda da kapsamlı ilk adımı biz attık." 

Cenaze sırasında konuştukları bir arkadaş, meselenin bu boyutta mı kalacağını, geçmişin ideolojik ve örgütsel yönden de ele alınıp alınmayacağını sormuş. 

Haydar da, tabii o da olacak, ama önce ortalığın temizlenmesi lazım, demiş. 

Haklı, alan temizlenmeden, askeri deyimle mıntıka temizliği yapmadan başka konu konuşamazsın, konuşmaya kalksan bile herşey birbirinin içine girer. Önce ortalıktaki pisliğin temizlenmesi gerek.

Mustafa Burgaz, Mihrac'ın içinde ortaya çıktığı koşullar çerçevesinde ele alınması gerektiğini söyledi. Tabii ki öyledir... 

Meşhur lafı söyledim: "Şeyh uçmaz, müritleri uçurur." Müritler olmasaydı, şeyh de uçmazdı. 

"Antakya'da Mihrac'a benzeyen başka tipler de vardı" dedi. 

Burası açık bir gerçek. Mihrac çok özel bir tip değil. Onu özel yapan 12 Eylül sonrasında Suriye'de bulunması oldu. 

Mustafa, "sen Mihrac'a Muhaberat diyorsun ama, Muhaberat onu ciddiye almaz. Muhaberattaki adı sırtlandır" dedi. 

"Yani çakal demek istiyorsun..." 

"Yok, dedi, çakal daha gelişmişidir. Sırtlan, yani leşle beslenir." 

Saptamanın itiraz edilebilecek yanı yok. Mihrac'ın hiçbir belirgin özelliği yok. Teorik olarak beş para etmez. Girdiği en büyük eylem, Adana'da bir bombalamada gözcülük yapmaktır. Onda da tüymüş... Örgütsel olarak da belirgin bir özelliği yok. Muhaberat'ın kendisini ciddiye almaması normal. Ama bu durum, kendisinin insanları ve örgütü kullanmasını engellememiş. 

Birkaç saat süren konuşmamızda Mustafa önemli üç noktaya değindi; 

Birincisi: Mihrac beni kafaya alamaz. Alabilseydi, şimdiye kadar alması gerekirdi. Benimle ilgili yaptığı övgüye de eleştiriye de kızdım. 

İkincisi: Arkadaşlar 1986 Kongresi'ne gitmemi istemiyorlardı, ben gittim. İyi ki gitmişim. Ali Sönmez'in tasfiyesini, fiziki tasfiyesini engelledim. Bazı adamları Ali'ye karşı kışkırtmıştı, engelledim. 

Sordum: "Ali, Mihrac'ın iyi adamıydı. Ne oldu da işler bu duruma geldi?" 

"Ali'de vicdan vardır." 

1988'de Almanya'da bile "Ali Sönmez Dosyası" duyulmuştu. İçerik "MİT'le çalışıyor" diye biliniyordu. Sonra Paris'e gidince durumu daha ayrıntılı öğrenmiştim. 

Üçüncüsü: Para meselesi açıldı. Samandağ Ziraat Bankası soygunundan alınan paranın yarısı kayıptı. Bu para ne oldu? 

Soygundan kaç para alındığı konusunda her birimiz farklı rakamlar hatırladık, ama bu önemli değil, büyük bir paraydı. Bu konuda hemfikirdik. 

Bu büyük paranın yarısı ortada yoktu. Para, eyleme giren ve daha sonra yakalanan Adnan Demir'den alınamamıştı. Konya Cezaevi'nde iken Mihrac'a bu konuda kaç kere ısrar ettim. Sonuç alınamadı, para yok olmuştu. 

Aynı sorun dışarda da gündeme gelmiş. Haydar'ın dediğine göre bir toplantıda Tacettin, "Para askeri bir alanda gömülü, bu nedenle alamıyoruz" demiş. Haydar da, "Yerini söyleyin, biz girer alırız" demiş. Yine sonuç yok.

Olayın aslı, Burgaz'ın anlatımına göre şöyle. Adnan, paranın yarısını eniştesine veriyor ve adam da hemen ABD'ye gidiyor. Yıllar boyunca parayı ve faizini bunlar kullanıyorlar. Peki bunlara karşı ne yapıldı? 

Antakya, para veremeyince, bölgelere bir miktar silah göndermiş.

Adnan Demir'e karşı yapılan bir şey yok. Adam şimdi ne mi yapıyor? Hollanda'da... 

İstanbul'da yaptığımız bir soygun sırasında arabayı kullanan Ali Ölçer, telaşlanıp kaza yaptığı için bir daha birlikte eyleme alınmadı, mafya içi çatışmada öldürülmüş. Tahtına Adnan çıkmış... 

Bu insan tipi ve ilişki tarzı tek değil. Mustafa başka örnekler de verdi. 

Bir tanesi: "Sen 1988'de Paris'te Acil'den ayrılanlarla toplantı yaptın. Kaç tane Antakyalı vardı orada? 40 kişi vardı. Şimdi hangisi devrimci bunların? Hiç birisi... "

Sonuçta şöyle bir saptama yapılabileceğini düşünüyorum: Tek tek olayların bilgisi önemlidir. Bilgi olmadan analiz yapılamaz. Ama tek tek olayların bilgisi yetmez. Bunlar içindeki ortak noktaları bulabilmek, hepsini kesen çizgiyi bulabilmek, genel tabloyu ortaya çıkarabilmek gerekir. Belirli bir bilgi birikiminden sonra tablo şekillenir. Yeni bilgiler geldikçe tablo daha detaylanır. Bu arada eski bilgilerin bir bölümünde değişiklikler olur. Normaldir, olur. Bu değişikliğin ne kadar önemli olduğu, tabloyu ne kadar etkilediğiyle ilgilidir. 

Ajan doğuran anadan, devrimci katili doğurtan babadan, Mihrac Ural diye karanlık bir tip... Türkiye'de böyle, Suriye'de öyle... 

Karanlık adam tablosu, bileşenleriyle birlikte ortaya çıkmış durumda ve gittikçe daha da netleşiyor. Arkadaşların tek tek olaylar kadar, bunların birleşmesinden oluşan tabloyu da dikkate almalarında yarar vardır. Üstelik bu tablo, pek bilinmeyen bazı olayları da nerede arayacağınız konusunda size sağlam ipuçları verir. 

Bir konuda hemfikir olduk. İyi bir adım atıldı. Türkiye devrimci hareketindeki en kirli örgüt biz değiliz. Daha neler var neler. Biz ortalarda yer alıyoruz ve kendi açımızdan üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. 

Haydar Kılıç'ın son yazısında şöyle bir belirleme vardır: Kendi evini temizlemeyi beceremeyenlerin toplumsal projeleri ciddiye alınmaz. 

Doğru söze ne denir!.. 

28 Mayıs 2009