MAHKEMEYE GİDİŞ

Acilciler'in birinci davası oldukça hızlı başladı. 1977 yılının Ağustos ayının sonlarında tutuklandık ve üç hafta sonra, Sağmalcılar Cezaevi'nden isyan nedeniyle henüz sürülmemişken, gazetelerde iddianamenin tamamlandığını ve hakkımızda TCK’nın 146/1 maddesi uyarınca idam isteneceğini okuduk. Oldukça hızlı başlıyorduk. İstanbul'daki bir ağır ceza mahkemesinde görülecek davanın normal olarak aylar sonra başlaması gerekirdi. Ancak bizimki 1972'den sonra en önemli ilk politik davaydı. Bu nedenle ellerini çabuk tutuyorlardı. 

Sağlalcılar’dan Eskişehir'e oradan da Isparta Cezaevi'ne sürüldük. Bu arada birkaç avukat gelip gitti ama hangisine vekâlet vereceğimize karar veremedik. 

Ne yapacağımız belliydi de bunu nasıl yapacağımız konusunda kafamız açık değildi. Ben ve Ali siyasi savunma yapacaktık. Ama bunu öyle yapmalıydık ki, tahliye olacakların durumunu zorlaştırmasın, tersine kolaylaştırsın. Dava, 1972 sonrasındaki en önemli politik dava durumundaydı, bu nedenle de her adımımızı dikkatli atmamız gerekiyordu. 

Avukatlar bize mümkün olduğunca mahkemeye gitmememizi önerdiler. Haklı gerekçeleri vardı. Kamuoyunun dikkati üzerimizdeydi. Biz mahkemeye gelince basın da oraya üşüşecek ve hakim de tahliye kararı vermekte zorlanacaktı. Bu nedenle, en iyisi, mümkün olduğunca ortalıkta görünmemekti. Bu anlayış, bizim, "davayı mümkün olduğu kadar uzatmak" amacımıza da uyuyordu. Dava biter bitmez hepimiz küçük cezaevlerine sevkedilecektik. Oralardan kaçmak da hayli zordu. Kaçma düşüncesi o zamandan beri aklımızdaydı ve tabii bu konuda henüz hiç tecrübemiz yoktu. 

İlk duruşma Kasım ayında yapıldı. Hapise gireli daha üç ay olmuştu ve mahkeme başlamıştı. Isparta'dan İstanbul'a üstelik bir de yol parasını vererek gidecek değildik. Gitmedik. Tahliye olması muhtemel üç arkadaş gitti ve beklendiği gibi de oldu. Bunların arasında, benim evinden çıkarken yakalandığım ve Sağmalcılar'daki isyanda gözünden yaralanan Müslim de vardı. Özellikle onun tahliye olmasına sevindim. 

Arkasından, 1978 başında ikinci duruşma geldi. Önce mahkemeye gitmek için bizden yol parası istediler. Kabul etmedik. “Isparta'ya sürülmeyi biz istemediğimize göre, neden yol parası verelim?..“ dedik. Ardından bizi kendilerinin götüreceklerini söylediler. 

Dört kişi olacaktık. Ben, Ali Sönmez, İbrahim Yalçın ve Devrimci Yol'dan Ali Sarıözlü isimli bir arkadaş... 

Ali Sarıözlü bir polisi yaralamaktan dolayı hapisteydi. Dediğine göre, İstanbul Üniversitesi civarında polisi tabancayla yaralamış olan kişiyle ilgisi yoktu. Tek benzerlikleri, adamın eylem anında beyaz pardösü giymesiydi. Kendisi de o gün aynı renk bir pardösü giydiği için yakalanmış ve ağır işkence sonucu suçu kabul etmek zorunda kalmış. Mahkemede polislerin çelişkili ifadeleri sonucu tahliye olacağını düşünüyordu. Bir süre sonra gerçekten öyle oldu.  

Ben nasıl götürüleceğimizi merak ediyordum. Bir başçavuş ve 6 jandarma ile götürülmemiz, hakkımızda koparılan bu kadar gürültüden sonra, doğrusu ayıp olurdu. 
Ali Sarıözlü daha önce de jandarmayla mahkemeye gitmişti ve yolda lokantada yemek yediklerini ve hatta biraz gezdiklerini anlatıyordu. Bizim için böyle olmazdı herhalde ama bakalım...

Ben en azından bir teğmen vasıtasıyla ve altıdan fazla askerle götürüleceğimizi bekliyordum. Mahkemeden bir gün önce sabahleyin cezaevi ring arabasına binerken bizi götürmeye gelmiş albayı gördüm. Şaşırmadım dersem yalan olur! Artık bu kadar da olmazdı! Kumanda albayda olduğuna göre epeyce fazla jandarma da bize eşlik edecekti. 

Yola çıktık. Cezaevi arabasının dar penceresinden görebildiğim, önde içinde albayın bulunduğu jip, arkada ise jandarma dolu bir cemse vardı. Onun arkasında başka arabalar var mıydı, göremedim. Şehir içinde geçtiğimiz bütün kavşaklarda polisler ve polis arabaları vardı. Kent dışındaki her önemli kavşakta ise bir cemse bekliyordu. 

Resmen devlet operasyonuyla mahkemeye gidiyoruz... 

Dağlık yerlerden geçerken jip arkaya geçiyor, en önde cezaevi arabası kalıyordu. Albay herhalde kır gerillası saldırısına karşı önlem alıyordu. Yolda iki kere jandarma alaylarında durduk. Çay içtik, tuvalete gittik. Bizi getiren askerlerin yerini başka askerler aldı. Özel olarak kötü bir muameleyle karşılaşmadık. Ali Sarıözlü, "bir daha sizinle mahkemeye gitmem" deyip duruyordu. Akşama doğru İstanbul'a geldik. Araba Adliye Sarayı'na yanaştı. Üst katta üç kişi bir hücreye konulduk. Bu sırada başka bir abay geldi. Kartal Alay Jandarma Kumandanı imiş. Bizim kendisine aldırmadığımızı görünce bozuldu. Kelepçelerini açmayın, dedi ve gitti. 

Bir hücredeyiz, kelepçeliyiz ve kapıda da bir nöbetçi var. Adliye Sarayı da kesin kuşatılmış durumdadır. Bu durumda uyumaya çalıştık. İnsan bir yandan da, "Biz neymişiz be!.." diye düşünmeye bayladık. 

Kararımız mahkemede ifade vermemekti. Isparta Cezaevi'nde bize yapılan baskıları protesto etmek için ifade vermeyecektik. Mahkemeye çıktık ve ifade vermedik. 

Dönüşümüz de gelişimiz gibi oldu. Yine bir albayın eşliğinde o jandarma alayından ötekine, önce jip arkada cemse ve galiba polisi ve yolları tutan askerleriyle en az bin kişiyi ayaklandırarak İstanbul'dan Isparta'ya geri geldik. 

Cezaevi savcısı mıydı müdürü müydü tam hatırlamıyorum, bize bozuldu: "O kadar masraf yapıldı, ne diye ifade vermediniz" dedi. Ne yapalım! Mahkemeye gitmeyi biz istememiştik... 

Bir ay kadar sonraki duruşmaya yeniden götürüldük. Bu kez sadece üçümüzdük ve itibarımız biraz azalmıştı. Kumanda bu kez bir yüzbaşıdaydı. Bizim için seferber edilen asker ve polis sayısı ne kadardı, tahmin edemeyeceğim. Sadece yine sıkı önlem alınarak götürüldüğümüzü söyleyebilirim. 

Bu kez de ifade vermedik. Benim niyetim, örgütün basına yansımış bazı eylemlerine basın ve kamuoyu önünde sahip çıkmaktı. Mesela, Suluova'da MHP'lilerin gecesinde bomba patlaması ve -hatırladığım kadarıyla- 7 kişinin ölmesi gibi. Ancak yine konuşmama kararı aldığımız için, hakimin sadece doğum günümün kayda yanlış geçmesiyle ilgili bir sorusuna cevap vermenin dışında hepimiz sustuk. 

Bu duruşmada dikkatimi çeken, bazılarını birinci şubeden hatırladığım polislerin de mahkeme salonunda bulunmalarıydı. Galiba "örgütten davayı izlemeye gelen olursa gözaltına alırız" gibi bir düşünceyle gelmişlerdi. 

Aynı şekilde de geri döndük. Adalet Bakanlığı çok masraflı olduğumuzu görünce kendisi için daha kolay bir yol seçti ve mahkemeyi Isparta Ağır Ceza Mahkemesi'ne kaldırdı.