Ali Çakmaklı’nın kanı Mihrac Ural’ın üzerinde kaldı.
Üzerindeki devrimci kanından kurtulmak için yaptığı numaraları özetleyelim:
Önce, “Ali Çakmaklı öldürüldüğünde ben ülke dışındaydım, bilgim yok” dedi. Mihrac, Ağustos 1980 başında Adana’da hapisten kaçtıktan kısa süre sonra Suriye’ye gitmişti. Ama mızrak çuvala sığmadı.
Ali Çakmaklı’nın katledilmesini savunan “Karanlık Adam” başlıklı bildiriyi Mihrac’ın hapishanede iken yazdığını, o sırada Adana cezaevinde bulunanlar biliyordu. Çakmaklı 23 Eylül’de öldürüldüğüne göre, Mihrac bu bildiriyi, en geç, cinayetten iki ay önce yazmıştı. Yani, Ali Çakmaklı’nın öldürülmesine en az birkaç ay öncesinden karar verilmişti.
Bu yalan tutmayınca bu sefer başka yalan gündeme geldi:
Mihrac, Adana yerel biriminin Çakmaklı’nın öldürülmesine karar verdiğini, kendisinin konunun dışında olduğunu savunmaya başladı.
Buna da, Hüseyin Yılmaz Keser aşağıdaki sözlerle cevap verdi:
“Bu arada Mihrac’ın bu olaydan kendini tamamen arındırarak, olayı yerel bir karar olarak nitelemesi de en talihsiz ve sorumluluktan uzak açıklamalardan birisi olmuştur. Sorumluluktan kaçmak, bu acı olaydan dolayı Adana’daki arkadaşları büyük zan altında bırakmak hiç yakışmamıştır. Şu kadarını söyleyebilirim ki; Adana’da benimle birlikte çalışan ve sorumluluk almış hiçbir arkadaşımın benden sonra da ölüm olayını savunduklarına inanamıyorum. Benim yakalanmamdan sonraki süreçte ne olmuştur da iş ölüm olayına varmıştır bilemiyorum. Buna kim ya da kimler karar vermiş bilemiyorum. Esas olarak, şahsen kimin sorumlu olduğunu da merak etmiyorum. Ama ortada kurumsal bir durumun ve sorumluluğun olduğu çok açık. Bunun açık yüreklilikle kabul edilmesi, yanlışlığın beyanı şarttır. Bunu yapması gereken adresin de neresi olduğu belli değil mi?“
Dahası, Aralık 1980’de Adana’ya gittiğimde okumak fırsatını bulduğum Karanlık Adam başlıklı bildirinin altında örgüt imzası vardı. Yerel brimlerimizin örgüt imzasını kullanamayacakları ise biliniyor.
Mihrac’ta yalan çok… Bir süre sonra, “Ali Çakmaklı önceden bilmediğimiz bir kan davası sonucu öldürülmüş“ derse şaşmayın! Çevresinde buna inanacak birkaç salak elbet bulunacaktır!..
Nebil Rahuma konusu…
Mihrac’tan aylarca Nebil methiyeleri dinlemek mümkündü. Öyle cesurdu, böyle yiğitti, şöyle komünistti, gibi…
Bu durum, Erkan Ulaşan’ın açıklamasına kadar sürdü. Erkan Ulaşan, Nebil’in iki kere nasıl yakalandığını kendisinin bile anlayamadığını ve Mihrac’dan şüphelendiğini, bunu da kendisine açıkça söylediğini açıklayınca, durum karıştı.
Nebil, iki kez, kendisine el yazısıyla iletilen notlarda söylenilenleri yapınca yakalanmıştı. Notlardaki el yazısını tanımış ve bunu da Erkan Ulaşan’a belirtmişti. Erkan Ulaşan “o kendisini bilir“ diye isim vermiyor, ama el yazısının Mihrac’a ait olduğu anlaşılıyor.
Burada da bildiğimiz köylü kurnazlığı gündeme geldi:
Mihrac, önce “böyle birşey yoktur“ dedi, tutmadı. Erkan Ulaşan yazdığı yazının arkasındaydı. “Nebil’in açık konuşmamış olduğunu“ iddia etti. Nebil açık konuşmuştu, bu da tutmadı. Sonra, “Nebil ile benim arama kimse giremez“ dedi, bunu da kimseye yutturamadı.
Nebil ile Mihrac’ın arasında dağlar vardı. Zaten öyle olmasaydı, Nebil başka örgüte gitmezdi.
Mihrac, emir erlerinden iki tanesine kendisini savunan yazılar yazdırdı, ama iyice çuvalladı. Şerif adlı kişinin yazısını gerçekte kendisi yazmış ve “iyi salla ki belki yutarlar“ mantığıyla davranmış. Nebil Rahuma, hapisten ikinci kez kaçtıktan sonra, Mihrac’tan direktif almak için Konya Cezaevi’ne gelmiş!..
Ben de o cezaevinde idim. Nebil’i görmedim. Bu da tutmadı…
Nebil’in iki kez yakalanmasında Mihrac’ın el yazısıyla ilettiği notların birinci derecede rolü var. Burası açık…
Bunun tek değerlendirmesi var. Mihrac polisle anlaşmış ve Nebil’in yakalatılması Mihrac’ın ifadesinde yer almamış. Kendisi de “yalandır, yoktur“ demenin ötesinde başka bir açıklama getiremiyor.
Bunun arkasından ne geleceğini ben size söyleyeyim:
Baktı ki, çıkış yok, şöyle diyecek:
“Nebil yoldaşın da hataları vardı. O kadar kusursuz birisi değildi. Benim için böyle konuşmuş olması yanlıştır…“
İnsan devrimci katili olur, polis işbirlikçisi olur, Muhaberat elemanı olur. Bunları olmak, mutlaka soytarının birisi olmayı da gerektirmez.
Yazık sana Mihrac…
Hiç olmazsa, MLSPB’nin ünlü itirafçısı Şemsi Özkan kadar olabilseydin. Herif pis iş yaptı, ama yaptığının arkasında durdu, durabildi. Sen onu da yapamadın.
Senin gibi "devrimcilik yaparken" polislik ipinde oynamaya kalkanlar soytarı olmak zorunda kalıyor.
Senin gibi "devrimcilik yaparken" polislik ipinde oynamaya kalkanlar soytarı olmak zorunda kalıyor.
27 Mart 2009