Birincisi: Amaç eski örgütün aynı isimle kurulmasıdır. Bazı durumlarda isim değişik olur ama bu yeninin filanca eksinin devamı olduğu ısrarla belirtilir.
İkincisi: Bunun için, önce geçmişin pisliklerini molozlarını temizleyeceksiniz. Geçmiş yeniden ele alınır ve bu arada da “düzeltilir”. Yani geçmişte varolan ama bugünkü amaca uymayan olgular ya yok sayılırlar ya da sorumluluğu artık örgütte olmayan insanların üzerine yıkılmaya çalışılır.
Üçüncüsü: Ölülerimiz ya da “şehitlerimiz” söylemi yeni örgüt oluşumunun önemli bileşenlerinden bir tanesidir. Nedeni belli, herkesin saygı duyduğu bu insanların birbirinden oldukça farklılaşmış kişiler arasında ortak bir nokta oluşturacakları düşünülür. Ortada gelişmiş teori diye bir şey olmadığı için, iş mecburen ölmüş olanların isimlerinin kullanılmasına kalmıştır.
Dördüncüsü: Yeni örgütün “önderi” olmaya niyetlenen kişi, ölmüş insanların isimlerini özellikle kullanır. Filanca büyük adamdı, ben de onu yakından tanırdım, demek ki ben de büyük adamım. İnsanların kurması istenilen mantık budur!
Beşincisi: Biraz da yeni insan bulmak gerekir. Sadece eskilerin bir bölümünü toplamakla bu iş olmaz. Eskileri biraz toplarsanız, örgüt adını da kullanarak birkaç yeniyi de belki ikna edebilirsiniz. Bu yöntemle hiçbir yere gidilemeyeceğini görmek için eski TKP’lilere, Devrimci Yolculara, Kurtuluşçulara bakmak yeterlidir. Bu kesimlerde değişik kişiler yukarıda anlatılan yolu deneyerek “örgüt” oluşturmak istemişler ve başarılı olabilenleri bile ancak kağıt üzerinde kalan anlamsız oluşumların hayata geçmesini sağlayabilmiştir.
12 Eylül’ün üzerinden 29 yıl geçti. Aradaki zaman boyunca dünyada ve Türkiye’de önemli değişiklikler oldu. Bunlara ilişkin dikkate alınır bir yanıt getirilmeden görkemli geçmiş edebiyatıyla bir yere varılmaz. Kaldı ki, burada söz konusu olan geçmiş de “düzeltilmiş geçmiş”tir. Böyle bir çaba, bazı bölümleri neredeyse unutulmuş geçmişin yeniden gündeme gelmesine neden olur. Yukarıda anılan örgütlerin hepsinde bu durum yaşanıyor. Yaşanılınca ne oluyor? Eskiden az kişinin bildiği bazı gerçekler ortaya dökülüyor. Bu dökülme başka gerçeklerin ortaya çıkmasının yolunu açıyor ve süreç böyle gidiyor.
Görünen odur ki, değişik örgütler içinde yer almış çok sayıda kişi, kendi örgütsel tarihi hakkında fazla bir şey bilmiyor, ya da ancak görüneni biliyordu. Gerçekler ortaya çıkmaya başlayınca, “şanlı geçmişimiz”, “kutsal şehitlerimiz” söylemiyle bunu durdurabilmek mümkün değildir. En fazla hızı yavaşlatılabilir, fazlası değil…
Bu süreç devrimci hareket için zararlı mıdır? Tam tersine, yararlıdır. Gerçeklerin ortaya çıkmasından –bu gerçekler iyi olmasalar bile- zarar gelmez. İlerde daha gelişmiş bir devrimci hareketin ortaya çıkabilmesi, ancak ve ancak bu hareketin kendisiyle yüzleşebilmesiyle mümkündür. Kişiler, gruplar, örgütler eğer kendileriyle yüzleşemiyorlarsa, teorik ve pratik olarak yüzleşemiyorlarsa, gelecekte gidebilecekleri yer yoktur.
12 Eylül’ün üzerinden 29 yıl geçti, gidebilselerdi şimdiye kadar çoktan gidebilmiş olmaları gerekirdi. Atilla Keskin’in bir belirlemesini bu sitede yayınlanan bir yazıda belirtmiştim. Orada, devrimci örgütlerin geçmişteki teorik yanlışlarıyla fazlasıyla meşgul olduklarını, bunları irdelediklerini, ancak aynı şeyin örgütsel işleyiş konusunda yapılmadığını belirtiyordu.
İşte karşımızdaki mesele budur. Kendinle yüzleşmenin, geçmişle hesaplaşmanın eksik kalan yanı budur. Kimileri bu sürece daha erken kimileri daha geç girer, ama kimse bu yüzleşmeden kaçamaz. Ve zaten birisinin bunu yapması, ötekisi için de hızlandırıcı etkiye sahip oluyor. Bunun nedenlerinden bir tanesi, sorunların aşağı yukarı aynı olmasıdır.
Kendi insanına iyi davranmış, yollar ayrılıyorsa ayrılmış, ama doğru dürüst ayrılmış, rakibi hakkında spekülasyonlar üretmemiş örgüt yok. Bazılarında bu iş örgüt içi infaza kadar gitmiş. Bazılarında örgüt içi infaz yok ama bunun dışında ne ararsanız var. Üstelik bunları, bırakın dışarısını, cezaevlerinde bile yaşamıştık.
1980 yılından bir olay anlatayım. Selimiye Askeri Cezaevi’ndeki isyandan sonra Sağmalcılar’a sürüldük. 1980 yılının Mart ayıydı. Askeri cezaevinden sivile gelince bazı örgütlerin –deyim yerindeyse- “biti kanlanmıştı”. Örgüt içi muhalefete ve düşman gördükleri başka örgütlere karşı saldırı girişimleri başlamıştı. Dört tane siyasi koğuş vardı. Halkın Kurtuluşu bir tarafta, İGD başka bir taraftaydı. Arada bunların dışında kalan siyasetler bulunuyordu. En fazla çatışma potansiyeli taşıyan bu ikisini ayırmıştık ama karşılıklı sataşmalar yine de durmuyordu. Ben koğuş sorumlusuydum. Bir gün sübyanlar koğuşundan slogan atıldığını duydum: “Kahrolsun sosyal faşistler…”
Ne oluyor be! Birkaç kişi sübyanlar koğuşuna gittik. Kapıdan koğuş sorumlusunu istedik, geldi. “Ne oluyor?” diye sorduk. Devrimci bir abi gelmiş, “kahrolsun sosyal faşistler” diye bağırırlarsa herkese filtreli sigara verileceğini söylemiş, gitmiş. Onlar da bağırmışlar, şimdi sigaraları bekliyorlarmış.
Koğuş sorumlusu, kimlerin hangi siyasetten olduğunu bilmiyor, siyasetlerin arasında ne fark var onu da bilmiyor. O dönem filtreli sigara, hele de cezaevinde zor bulunduğu için, bu cazip hediye için, gerekli olanı hemen yapmışlardı. Bir daha böyle bir şey yapmamalarını söyleyip ayrıldık. Olaylar bitmiyor ki…
Devrimci Proletarya adlı bir grup (daha sonra TİKB adını alacaktı) Halkın Kurtuluşu’ndan ayrılmış. Kendi yandaşlarını ayrılanlara karşı öyle dolduruyor ki, sormayın. Amaç belli, çelişkiyi keskinleştirip yeni insanların ayrılmasını engellemek. Halkın Kurtuluşu’nu birkaç kere uyardık ve bir olay çıkarsa kendilerinden bileceğimizi belirttik. Herhangi bir olay hepimizi bağlıyordu. Dışarıdan bakanlar devrimcilerin birbirine girdiğini düşünüyordu. Böylece muhtemel olayları biraz engelledik, ama bir gün olay patladı…
Devrimci Proletarya’dan birkaç kişi koğuş bahçesinde volta atarken, pencerelere gelen birkaç Halkın Kurtuluşu taraftarı “Faşist köpekler!..” diye bağırmış. Ötekiler de cevap verince, Halkın kurtuluşçuları toplu saldırıya geçmiş. Neyse zamanında yetişildi ve olay büyümeden önlendi.
Her siyasetten birer kişi bir araya gelerek Halkın Kurtuluşçularına gittik ve “bundan sonra olay çıkarsa, toplu olarak kendilerine saldıracağımızı” söyledik. Bunlar başka dilden anlamıyorlardı. Neyse, daha sonra önemli bir sürtüşme olmadı.
Aktardığım olay gerçeğin minyatürüdür. Başka cezaevlerinde de değişik örgütler arasında benzeri olaylar olmuştu, hele dışarıda neler ve de neler olmuştu. Gelecek yazıda, kendi açımızdan “Eskiler Alıyorum”a devam edeceğim…
26 Temmuz 2009