İtirafçılık Tarihi
Bu yazı bugün ulaşılan aşamaya kadar geçilen evreleri belirli bir sistematik içinde toplama çabasıdır. Bu sayfanın düzenli izleyicileri hatırlayacaktır. Yaklaşık 9 ay önce Mihrac Ural'ın Suriye'deki marifetlerini anlatmakla işe başlamıştık. İki çıkış noktamız vardı. Muhaberat ile ilişki ve Müntecep Kesici'nin öldürülmesi...
Ya da kısaca, 12 Eylül 1980 sonrasında Suriye'de olup bitenler gündemimizin tamamını dolduruyordu. 12 Eylül öncesi ve Türkiye hiç ortada yoktu. İlerledikçe ortaya başka şeyler çıktı. Hanna Maptunoğlu'nun öldürülmesini öğrendik. Filistinlilere karşı Suriye'nin tarafından savaşa girildiğini ve bu savaşta ölen 4 yoldaşın varlığını öğrendik. Sami ve Zihni Alan'ın öldürülmelerini öğrendik.
Bu aşamada bir konu beni ciddi olarak rahatsız etmeye başladı. Yüzlerce politik mülteci tanımıştım. Bunlardan önemli bir bölümü zaman içinde -15-20 yıl içinde- değişti. Büyük bir bölümünün bırakın devrimciliği, insan olmak özelliği bile kalmadı. Bu insanlar kısa dönemde, Türkiye'den yeni geldikleri dönemde, orada nasıl iseler ülke dışında da öyle idiler. Arada önemli bir farklılık yoktu.
Mihrac Ural Suriye'ye geçer geçmez Muhaberat ile ilişkiye girmişti. Bunun başlangıcını orada kaldığım Ocak-Nisan 1981 döneminde ben de görmüştüm. Suriye'de bu kadar kirli olan birisi Türkiye'de temiz olamazdı. Suriye'de yapılanların mutlaka Türkiye'de arka planı vardı. Olması gerekirdi. Aksi durumda Türkiye'den Suriye'ye geçilirken film kopuyordu. Bir insan bu kadar kısa sürede bu kadar fazla değişemezdi.
Mihrac Ural'ın Türkiye'deki geçmişi konusunda fazla birşey bilmiyorduk. Sadece Ali Çakmaklı konusu vardı ve devrimcilerin öldürülmesinin Türkiye'de başladığını gösteriyordu.
Hepsi bu kadar mıydı? Bilmiyorduk. Ama bir şeyi öğrenmiştik. Türkiye'de neyi aramamız gerektiğini biliyorduk.
Orada öğrenmemiz gereken kirli bir tarih vardı. Fransız fizikçi Pascal'ın bir sözü vardır. Şans ancak hazırlanmış kafalara yardım eder.
Eğer zihniniz neyi aradığını biliyorsa, konunun muhtemel tarihi hakkında belirli bir fikre sahipse, ortaya çıkan gelişmelere karşı dikkatli olur. Başka bir durumda dikkatinizi çekmeyecek gelişmeler, ortaya çıkan yeni gerçekler sizin için aydınlatıcı olur.
Nebil Rahuma'nın gömülü olduğu yerin aranması çalışması önceden tahmin edilemeyecek gerçeklerin ortaya çıkmasını gündeme getirdi. Mihrac Ural'ın nasıl bir pislik olduğunun ortaya çıkmasından daha önemlisi, 12 Eylül öncesinde ne olup bittiğinin ortaya çıkmaya başlamasıydı.
Erkan, yıllar önce başka kişilere de söylediğini bu kez daha açıkça yazdı. Nebil, kendisini Mihrac Ural'ın yakalattığını söylüyordu. Mihrac, bu açıklama üzerine büyük bir panik yaşayarak aslında suçlu olduğunu da kabul etmiş oldu. Ne aradığımızı bildiğimiz için bağlantıyı kurmakta da zorluk çekmedik.
Mihrac, Nebil'i yakalatmıştı, ama bu durum polis ifadesinde yer almıyordu. Bunun tek açıklaması vardı. Mihrac Ural bir polis işbirlikçisiydi, itirafçıydı. Polisle anlaşmış, Nebil'i yakalatmış ve ifadesi de bu hizmetine karşılık olarak polis tarafından uygun duruma sokulmuştu.
Burada bir nokta dikkatimi çekti. Herife "Sen polissin, polisle anlaştın, Nebil'i yakalattın, başka neler yaptın?" diye soruyoruz, yalanlamanın ötesinde cevap veremiyor.
Böyle bir suçlamaya verilebilecek cevap son derece basittir. Denir ki: "Ben yalnız yakalanmadım, başka arkadaşlarla birlikte yakalandım. Onlara sorun." Mihrac Ural bu basit cevabı bile veremiyordu. "Hayır ben polis değilim. Benimle birlikte yakalanan arkadaşlar size polise karşı nasıl direndiğimi anlatsınlar" diyemiyordu. Birlikte yakalandığı kişileri referans gösteremiyordu.
Herifin propagandası biraz yakından incelendiğinde gerçek görülmeye başlıyordu. Kendi kahramanlıklarının kendisinden başka şahidi yoktu. Ya kendi kendisini övüyor ya da uydurma isimlerle kendisini öven yazılar yazıyordu. Başkası yoktu.
Mihrac Ural ile birlikte yakalanan Mustafa Burgaz da açıklama yaptı. Mihrac poliste direnmemişti, tam tersine...
Mustafa Burgaz'ın bu açıklaması Erkan'ın açıklamasını doğrulamanın yanı sıra, geçmişte dikkatimizi çekmemiş bir başka özellikle de örtüşüyordu. Mihrac Ural üç hafta poliste kalmıştı. Bir hafta değil, üç hafta. Tutuklandıktan yaklaşık 1,5 ay sonra da Isparta Cezaevi'nde yanımıza gelmişti. Geldiğinde resmen domuz gibiydi. Bedeninde hiçbir işkence yara bere izi yoktu. Fiziksel performansında herhangi bir gerileme görülmüyordu. Hepimiz kadar koşabiliyor, voleybol oynuyordu. Kendi iddiasına göre üç hafta yoğun işkence görmüş bir insanın, 1,5 ay içinde bu duruma gelmesi mümkün değildir.
Mihrac Ural MİT ve Muhaberat işbirlikçisidir. Mihrac Ural bir itirafçıdır.
Hepsi bu kadar değil...
Adama bir de soytarı diyoruz. Herif hem polis işbirlikçisi bir itirafçı, hem de sürekli olarak kahramanlık hikâyeleri anlatıyordu. İşte o yüzden, Mihrac Ural itirafçı bir soytarıdır.
Gerçek ortaya çıktı. Konuştukça batıyor. Artık dibe oturdu. Şimdi dipteki çamura gömülüyor. Yazdıkça rezilliği ortaya çıkıyor. Yalanlarını kimse yutmuyor. Attığı yalanın altında kalıyor. Artık uyduracak yalan bile bulamıyor.
18 Mayıs 2009