Sen ancak garsondan hesap sorarsın. Ötesi elinden gelmez...
1979 – Ayrılık ve Öncesi
1978’in sonunda, 1979’un başında, örgütsel ayrılık yaşandı. Bir kesim yine HDÖ adını taşırken, diğer kesim Acilciler adını aldı. Ayrılığın teorik eksenini halk savaşı oluşturuyordu. HDÖ adını taşıyanlar bunu halen kabul ederken, diğerleri etmiyordu. Bazı arkadaşlar, "bu ayrılığın kökleri önceden de vardı ve 1977 yılından beri Rıza ile Mihrac arasındaki sürtüşmede görülüyordu" diyorlar.
Bu süreci biraz ayrıntılı ele alalım. 1977 Ağustos darbesinden sonra, Mihrac kendisinin "Genel Sekreter" olduğunu söylemiş. Demek ki, adamın kompleksleri dile gelmiş. THKP-C kökenli hareketlerde "Genel Komite" dışında yönetici organ yoktur. Başka belirlemeler kişinin kendi uydurmasıdır.
Yakalandıktan sonra yaklaşık bir yıl dışarısıyla bağlantım neredeyse olmadı. 1978 sonbaharında Konya Cezaevi'nde iken ziyaretçiler gelmeye başladı. Olumsuz gelişme olduğu açıktı. Örgüt içinde bölgecilik almış yürümüştü. Bir tarafta Antakyalılar, öte tarafta Karslılar gemi azıya almıştı. Bir de esas derdi kendisini ispat olan ve bu nedenle değişik tutumlar alan insanlar vardı.
Örgüt içinde kişiler ve bölgeler arasındaki çelişkiler hayli ilerlemişti. Bölgeciliğin yanısıra bazı kişilerde kendini ispat çabası vardı. Bu duygu insanı olmadık yerlere sürükler ve nitekim de öyle olacaktı. Teorik farklılıklar, zaten kopmuş olan ilişkiler için "teorik gerekçe" olmuştu. Gerçekte çok az kişi 1976-1977 deneyiminden hangi sonuçlar çıkarılabileceği üzerine kafa yoruyordu.
Daha sonraki gelişmeler de bunu açıkça gösterdi. HDÖ halk savaşını savunuyordu. O zaman yıl 1979'du, şimdi 2009. 30 yıldır halk savaşına ciddi olarak teşebbüs edildiğini bile görmedik. Acilciler tarafında da durum farklı değildi. Savunulanlar yapılmadı. 1980 sonunda Suriye'yedeki arkadaşların neredeyse tamamına yakınının örgüt içinde yapılan tartışmalardan ve de bunlarla ilgili yazılardan haberlerinin bile olmadığını gördüm.
Mihrac'ın örgütlenme olarak ne yapabildiğini anlatmak gerekmez, durum ortadaydı. Göklere çıkarılan Hatay örgütlenmesinin zayıflığını ve Adana'da bile HDÖ'nün ağır bastığını görmek benim için rahatsız ediciydi, ama gerçekti.
O dönemki kendi anlayışıma bugünden baktığımda şunu görüyorum: Adımızla gerçek varlığımız arasındaki büyük farklılığı yeterince anlayamamış, büyük adımızın büyüsüne kendimi kaptırmıştım. Ülkede örgütün adını bilmeyen yoktu, kişi olarak beni duymamış olan yoktu, ama biz fiziksel varlığıyla bu büyük adın hayli gerisinde bir örgüt durumundaydık. HDÖ-Acilciler ayrılığı bu zayıflığın tuzu biberi oldu ve iyice zayıfladık.
Gerçi teorik farklılıklar olmasaydı da pratikte belki başka adla gerçekleşecek bir ayrılık vardı. Bölgecilik ve kişilerin kendini ispat isteğinden gelen sürtüşmeler iyice gelişmişti.
Bu örgütün tarihinin en parlak yılları 1975-1977'dir. Sonrasında hızlı bir iniş başlar. Yine eylemler yapıyorduk ama devrimci hareketin büyük kitleselleşme dalgasını kaçırmıştık. Dolayısıyla devrimci hareket içindeki önemimiz azalmıştı. Adımızın eskiden gelen büyüklüğüyle idare ediyorduk ve gerçek durumun da farkında değildik.
Sonuçta şu söylenebilir: HDÖ-Acilciler ayrılığı gereksiz bir ayrılık olmanın ötesinde, özünde teorik temelleri ön planda olan bir ayrılık da değildi. Kişisel zıtlaşmalar ve bölgecilik kendisini haklı gösterecek bir gerekçe buldu. Hepsi bundan ibarettir.
1 Temmuz 2009