Silahlı propagandada eylemin ne zaman, nasıl ve neye karşı yapıldığı son derece önemlidir. Askeri gücünüz küçük, dolayısıyla onu politik olarak büyük etki yaratacak biçimde kullanmak zorundasınızdır. Bu nedenle, silahlı propaganda ancak gelişmiş bir politik bilince sahip olanlar tarafından etkili biçimde yapılabilir. Diğer türlü, bol miktarda askeri eylem yaparsınız ama bir türlü politik çıkış yapamazsınız.
1975-1980 arasında silahlı propagandayı savunan örgütler arasında en fazla eylem yapan biz değildik. Ama ülkede ilericisinden gericisine kadar adımızı bilmeyen yoktu.
Yolumuzu teorik gücümüzle, eylem örgütleyebilme kapasitemizle ve biraz da el yordamıyla bulduk. Politik mücadelede sezgi önemlidir. Eğer teorik birikiminiz iyiyse ve biraz da deneyiminiz varsa, sezgi yönünüz de gelişmiş demektir.
Başlangıçtan itibaren devrimci bir örgütün kendi propaganda araçlarına sahip olması gerektiğini düşünürdük. Bu nedenle, her büyük eylemden ya da bir dizi eylemden sonra bazen merkezi bazen de bölgesel bildiri dağıttık. Ama hayal kurmayalım... Bu bildiriler kaç kişiye ulaşıyordu? En fazla birkaç bin kişiye... Onlardan da başkaları duymuş olsa bile, sonuçta bildirimiz fazla bir insana ulaşmış olmuyordu. Çözüm neydi?
THKO ve THKP-C'nin yanısıra öteki ülkelerin silahlı mücadele hareketlerinden de öğrendik. Kendimizi duyurmada en etkin araç burjuva basınıydı. Evet, bu basın bize söverdi, aleyhimize haberler verirdi, karalayıcı yazılar yazardı, ama yaptıklarımızı da duyururdu. Bu büyük duyuruyla, dağıttığımız bildiriler ve kitle çalışması birleşebildiği oranda -buna öteki devrimci örgütlerin hakkımızda yaptıkları propagandayı da eklemek gerek- büyük bir isim olarak ortaya çıkabilirdik. Pratikte de böyle oldu. Gerçekte adımız THKP-C (Halkın Devrimci Öncüleri) idi ama, Hürriyet Gazetesi'nin taktığı adla tanındık: Acilciler...
Bir yıl kadar önce ROJ TV'de benimle ilgili bir saatlik bir program yapıldı. Sunucu, PKK'nin önceli UKO (Ulusal Kurtuluş Ordusu) zamanından beri örgütlü yaşam içinde bulunan biriydi. "Biz, dedi, o sırada sizi dikkatle izlerdik ve takdir ederdik."
Herhangi bir bölgeye gittiğiniz zaman işe sıfırdan başlamazdınız, zira herkesin bildiği bir adınız vardı. Bu ad, bölgede iyi bir başlangıç yapılmasını sağlar ama eğer o bölgede ek çalışma ve eylem yapmazsanız öylece kalırsınız, gelişemezsiniz. Eğer bir bölgedeki örgütlenmenin sadece orada yapılan çalışmadan ve eylemlerden kaynaklandığını sanıyorsanız, siz silahlı propagandadan hiçbir şey anlamamışsınız demektir.
Tanınan adıyla Acilciler ülke çapında nasıl isim oldular?
Süreci ikiye ayırmak gerekir:
Bazı eylemlerin bizim tarafımızdan yapıldığı bilinmiyordu ya da sınırlı bir çevre tarafından biliniyordu. Ne zaman ki politik çıkış yapmayı başardık, bu eylemler ve onların etkisi de bizim hanemize yazıldı. Birden bire büyük bir hızla isim olmamızda "sessiz geçmişimizin" de etkisi vardır. Ama eğer politik çıkış yapamasaydık, bu geçmiş kaybolup giderdi.
Planımız, 26 Ocak 1977'de ülke çapında politik çıkış yapmaktı. Bu amaçla çok sayıda kent ve kasabada eş zamanlı olarak MHP, tekeller ve devlet kuruluşlarına yönelik bombalama ile büyük bir eylem planladık. Ağır kayıp verdik. Üç kişilik genel komiteden iki kişi birden eksildi. Yüksel Eriş öldü, Rıza yaralandı ve yakalandı. Büyük eylem olarak yaptığımız ve bir kişinin öldüğü, birkaç kişinin yaralandığı Ankara Topraklık Ülkü Ocakları baskını da beklediğimiz sonucu vermedi. Eylemleri üstlendik ve örgütlü olduğumuz her yerde bildiri dağıttık. Yukarıda belirttiğim gibi, bu bildirilerin ulaştığı kitle hayli sınırlıydı. Bu eylemler en fazla devrimci hareketin bir bölümü içinde sesimizi duyurdu.
Politik çıkış konusunda ikinci girişimimiz Mart 1977 sonunda oldu. MHP'nin elindeki iki bakanlığın bina içinden bombalanması planlanmıştı. Her şey hazırdı, ama büyük bir dikkatsizlik sonucu Ömür Karamollaoğlu öldü, Arzu Sayman yaralı yakalandı.
Sonraki birkaç ayda da politik çıkış için çabalarımız oldu, ama başaramadık. Intercontinental eylemi ülke çapında isim olarak ortaya çıkmamızı sağladı. Hürriyet Gazetesi'nde iki gün manşet olmak, bizim binlerce bildirimizden daha fazla adımızı duyurdu.
Taksim'deki Intercontinental oteli 1 Mayıs 1977 katliamında merkezi rol oynamış, kitleye buradan da ateş açılmıştı. Oteli ön cephesinden, Taksim Meydanı'ndan kurşunladık. Küçük bir askeri güçle gerçekleştirilen zor bir eylemdi. Dört kişiydik: Nebil, Muharrem, ben ve İstanbul'dan bir şöför arkadaş.
Bir de izleyicimiz vardı: Ali Sönmez. Aşağı yukarı eylemin yapılacağı saatte bir kenarda durup durumu izlemek istiyordu. "Aman ha, iyice kenarda dur" diye kaç kere söyledik. Sakarlığımızdan sürekli kayıp veriyoruz. Belli mi olur, oteli kurşunlarken adamı da vuruverirdik. İyice kenarda, polis kulübesinin yanında durmuş. Silah sesleri duyulunca polisler hemen ışıkları söndürüp yere yatmışlar.
Bu eylem gittiğim her cezaevinde karşıma çıktı diyebilirim. Bırakın siyasileri herkes biliyordu. Taksim'in ortasında silahlı eylem yapılmasını insanların aklı almıyordu. Gerçeği söylemek gerekirse, gerekli birikime ulaştıktan sonra, bu tür eylemler dışardan göründüğü kadar zor değildir. Gerekli pratik birikiminiz yoksa, inanılmaz bir eylem gibi gelir. Adımız cismimizden epeyce büyüktü ve zaten küçük bir güçle büyük politik etki yaratmak da bu demektir.
Bu politik çıkışa, 1976 Beylerderesi'nden beri yaptığımız eylemler de eklendi. Ocak 1977'de yaptığımız yaygın bombalama gerçek anlamını kazandı. Örgütsel adımızın tahminimizden büyük olduğunu cezaevinde iken öğrendim. Ocak 1978'de Isparta Cezaevi'nden İstanbul'daki mahkemeye götürülürken gördüklerim karşısında -artık bu kadar da olmaz diyerek- ağzım açık kaldı. Üç kişi; ben, Ali ve İbrahim, bir albayın kumandasındaki birkaç yüz kişinin gözetiminde, yol boyunca bir garnizondan ötekine devredilerek mahkemeye gidiyorduk...
Bunu da gelecek yazıda anlatacağım...