Bizimle ilgisi yok. Türkiye sosyalistleri olarak enternasyonalist olduğumuzu iddia ederiz. Kendimizi kapitalizme karşı dünya çapında mücadelenin parçası olarak görürüz ve gerektiğinde başka ülkelerin aynı yönelime sahip örgütleriyle ortak bir pratik içinde bulunmayı savunuruz. Teorimiz böyle ama pratiğimiz buna uymaz.
Konuya başka bir yönden yaklaşmaya çalışacağım. 1981-1983 yılları arasında 30 bin civarında politik insan ülke dışına çıkmak zorunda kaldı. Sonraki yıllarda bu sayı daha da arttı. 1990’lı yılların başlarında 141. ve 142. maddelerin kalkmasıyla bunlardan bir bölümü geri döndü. Ne ki, politik göç, Türklerin yerini artan oranda Kürtlerin almasıyla 1990’lı ve 2000’li yıllarda da sürdü. Burada “görünüşte politik” olanlardan söz etmiyorum. Bunlar da fazlasıyla mevcut olmakla birlikte, 1990’lı ve 2000’li yıllarda ülkede yaşama koşulları kalmadığı için ülke dışına çıkmak zorunda kalmış çok sayıda “gerçek politik mülteci” de bulunuyor. 1981-1983 yılları arasında yaşanan yoğunluktan sonra dış ülkelere politik göç, daha az oranda da olsa bugüne kadar sürdü.
Bu büyük politik kitle, Avustralya’dan Ortadoğu ülkelerine ve Kanada’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış olmakla birlikte, büyük çoğunluğu Batı Avrupa ülkelerinde, özellikle de Almanya’dadır. İnsanlar, başka bir ülkeye gitmek zorunda kaldıklarında, kendi halklarından insanların daha fazla bulunduğu yeri tercih ederler. Bu anlamda Türk ve Kürt politik mülteciler boş bir alana değil, kendilerinden önce ve politik ya da politik olmayan nedenlerle gelen çok sayıda insanın bulunduğu bir alana geldiler.
Türkiye dışında yaşayan bu ülke kökenlilerin kabaca yüzde 60’ı Almanya’da yaşadığına göre, yine kaba bir hesaplamayla politik mültecilerin de aynı oranda bu ülkede yaşadıkları söylenebilir. İster Almanya’da isterse başka ülkelerde yaşasınlar, politik mülteciler doğal olarak geldikleri ülkenin sorunları ile yakından ilgilendiler.
Bir dönem fena da iş yapmadılar. Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda ülkedeki değişik sol örgütlere büyük ekonomik olanaklar sağlandı –bunların ne kadar kullanılabildiği ayrı sorundur– cezaevlerine uluslararası heyetler gönderildi, işkencenin yanı sıra özellikle Kürt halkına yönelik baskılar teşhir edildi ve bunların bir bölümü insan hakları kuruluşlarının yardımıyla biraz da olsa azaltıldı. Başka örnekler de sayılabilir.
Ne ki, büyük bir soru ortada duruyor. Bu insanların kimisi on, kimisi yirmi, kimisi çeyrek yüzyıldır Türkiye dışındaki başka bir ülkede yaşıyor. Bulundukları ülkenin sol hareketi içinde ne yaptılar? Sol sosyalist komünist örgütler dünyanın bütün ülkelerinde var. Kimisi zayıf, kimisi güçlü. Türkiyeli politik göçmenler yıllardır kaldıkları ülkelerde, bu ülkelerin solu içinde ne yaptılar? Enternasyonalizmin üzerinde pek durulmayan önemli bir çehresi de budur.
Yıllardır yaşadığı ülkedeki sol ile ilgilenmeyen, ne olup bittiğinden haberi olmayan, yılda bir kere 1 Mayıs’ta veya şu ya da bu büyük gösteride kendini gösteren ve sonra ortadan kaybolan insanlar örgütler enternasyonalist olabilir mi? Durum ne çare ki, böyledir. Kürtler için, yeterli olmasa da, bir oranda gerekçe bulunabilir. 25 yıldır süren savaş ve bunun öncelikleri vardır. Ya ötekiler?..
1981’den itibaren ilk 15 yılı anlamak daha kolay. Yabancı bir ortamda yerleşmek, azçok uyum sağlamak, azçok dil öğrenmek, geçimini temin etmek ve bu arada eskiden beri bu ülkede bulunan çok sayıda Türkiyeli arasında çalışma yapmak. Bunların hepsi kolay işler değildir. Ya sonra? Sonraki 15 yılda ne oldu? Yeni birşey olmadı!..
Türkiye sosyalisti geldiği ülkede ne ise, başka ülkelerde de odur. İçine kapanık, başka çevrelere açılmakta oldukça ürkek, bulunduğu toplumda ne olup bittiğiyle fazla ilgilenmeyen ve ilgilendiğinde de bunu öğrenmek, içinde yer almak ve katkı sunmak temelinde değil, “buradan bana ne çıkar” anlayışıyla ele alan bir insandır.
Türkiye Cumhuriyeti devletini haklı olarak ağır biçimde eleştirir, ama onun kadar becerisi yoktur. TC, özellikle 1995 sonrasında ülke dışında yaşayan Türkiyeliler arasında ciddi olarak örgütlendi, bizim sosyalistler ise bunu izlemekle yetindi. Aslında şaşılacak bir yan yok. Türkiye’de ne isen, ülke dışında da öylesin!..
Türkiye, neredeyse 15 yıldır yoğun göç alan, çok kötü koşullarda çalışan yabancı işçilerin artan sayıda bulunduğu bir ülke. Garip gelebilir ama sayısı tam olarak bilinemeyen ve az olmayan politik ilticacılar da bulunuyor. Yine garip gelebilir ama gerçektir. Türkiye, çevresindeki ülkelere göre “batı demokrasisi” gibi bir ülkedir. Ülkede işkence, baskı, insan hakları ihlalleri fazlasıyla var. Ama açık işgal nedeniyle Irak’ı saymasak bile, Türkiye; İran, Suriye, Mısır, Pakistan ve çok sayıda Afrika ülkesine göre daha “demokratik” olarak görülmektedir.
Sosyalistlerimizin ülkede sayıca az da olmayan politik mültecilerin ve yabancı işçilerin sorunlarıyla ciddi olarak ilgilendiklerini duydunuz mu? Kuşkusuz duymadınız! Herkes “işçi sınıfı” söylemini dilinden düşürmez! Bunlar işçi değil mi? Bu ülkede işçi sayılabilmek için mutlaka TC kimliğine sahip olmak mı gerekiyor?
Biraz bekleyin. Burjuvazinin daha fazla kazanç isteğine bağlı olarak genellikle hiçbir sosyal güvencesi olmadan kaçak olarak çalıştırılan bu işçilerin sayısı daha da artsın, bunlara karşı ırkçı saldırılar da başlayacaktır. Siz özellikle batı kasabalarında görülmeye başlanan Kürt kökenli esnaf, küçük işyeri sahibi ve işçilerine yönelik saldırıların sadece ülkede 25 yıldır sürmekte olan savaş nedeniyle olduğunu mu sanıyorsunuz?
Yıllardır yaşadıkları köylerinden, daha sonra da kent ve kasabalarından, batı ve güney illerine göç etmek zorunda kalan Kürtler, burada küçük işyerleri açtıklarında ve olağandan daha da kötü koşullarda çalıştıklarında, artan oranda düşmanlıkla karşılaşıyorlar. Onların gelmesi, yıllardır oranın yerlisi olanların çalışma ve kazanma olanaklarının da bir oranda kısıtlanması anlamına geliyor. Kürtlere yönelik saldırıların önemli bir nedeni de budur. Açıkça böyle yapılmıyor ve PKK gerekçe gösteriliyor ama önemli bir gerçek de “yabancı”nın gelmesidir.
Bu davranışın, Batı ülkelerindeki ırkçı grupların ve Nazilerin davranışından özünde farkı bulunmuyor. “Başkasına olan düşmanlık” ülke dışındaki insanlarımızda da görülüyor. Aynı düşmanlık, sosyalistlerimizde tabii ki başka bir terminolojiyle gündeme gelir. Mesela, bulunulan ülkedeki şu ya da bu sosyalist yada sol örgüt sağdır, oportünisttir. Bu nedenle onunla ilişki kurulması, hele de üye olunması ve çalışılması kesinlikte yanlıştır.
Burada soru şudur. Kardeşim sen kimsin? Bu dünyada kimsenin ciddiye almadığı Türkiye sosyalist hareketine mensupsun. Kendine gerekçeler bulmayı bırak da, yıllardır yaşadığın ülkede bir şeyler yap. Kapitalizme karşı mücadele şu veya bu oranda her yerde var. İster filanca örgüte gir, ister falancasına, istersen sadece ATTAC’a üye ol, faaliyetlerine katıl. Hayır, olmaz!..
İnanılması zor bir olay ama gerçektir. Dil bilen Türkiyeli sosyalistler bile, bulundukları ülkenin sol hareketinin –diyelim üç tane– önemli teorik yayın organını okumaz, bazıları bunların adını bile duymamıştır.
Sonuç olarak, Türkiye sosyalistlerinin enternasyonalizmleri kendi kendilerine yaptıkları bir saptamadır, gerçeklikle ilgisi uzaktır. Kaldı ki, 20-25 yıldır yaşanılan bir ülkede, sol hareketle yakın ilişki içinde olmak, bırakın enternasyonalist olmayı, sol olmanın da kaçınılmaz gereğidir. Haklı olarak sorarlar. Yıllardır bulunduğun ülkede ne yaptın? Ne okudun, ne öğrendin, sol örgütlerle bağın nedir, ne oranda bu ülkedeki pratiğe girdin?..
Hiç birisini yapmadım! Kalbim Türkiye devrimi için çarptı!.. İyi, çarpsın bakalım!..
4 Mayıs 2009
4 Mayıs 2009