Nebil’in öldürüldüğünü duyduğum günden beri bu konudaki fikrim değişmedi. Nebil, Ali Çakmaklı’nın öldürüllmesine misilleme olarak öldürüldü.
1980 yılı yaz aylarındayız. Yer Istanbul. Acilciler ve HDÖ birbirinden ayrı örgütler ama İstanbul’da aramızda görüşme ve yardımlaşma vardı. Ben feci şekilde arandığım için değişik kişilerle buluşmam mümkün değildi. İbrahim, Nebil ile görüşüyordu. Ziya ile de görüşüyordu. Ziya, 1977’de Hilal’e bağlı olarak Topkapı’da çalışan bir yoldaştı. 1980’in Ekim ayında Kadıköy Nüfus memurluğu soygununda öldürülecekti.
Bu karşılıklı görüşme isteği nereden geliyordu diye sorulabilir. O sırada kimse açıkça ifade edecek kadar bilincinde değildi ama, Acilciler-HDÖ ayrılığının gereksiz ayrılık olduğu hissediliyordu. Neydi aradaki ayrılık? Onlar halk savaşını savunuyordu, biz savunmuyorduk. Bu farklılığın o sırada pratikte hiç bir anlamı yoktu. HDÖ’nün halk savaşını düşünecek durumu bile yoktu. Biz de kendi anlayışımız çerçevesinde onlardan farklı durumda değildik.
Örgütün yükselişi 1977 yılında sona ermişti. Daha doğrusu, şöyle diyelim, 1977’den sonra da herkes bir şeyler yaptı, ama dışımızdaki devrimci örgütlerin gelişmesi bizi fazlasıyla geçtiği için iyice geride kalmış durumdaydık. Devrimci hareket içinde, eskiden olduğu gibi, fazlasıyla göze batan, dikkat çeken bir örgüt durumunda değildik artık. 1978’den itibaren hızla yükselen devrimci hareketteki kitleselleşmeyi biz kaçırmıştık. Bu konuda HDÖ ile Acilciler arasında herhangi bir fark yoktu. Dahası, görüştüğümüz arkadaşlar eski İstanbul kadrosuydu. Acilciler-HDÖ ile ayrılığında İstanbul büyük oranda HDÖ tarafında kalmıştı.
1977’den kalan kadrolar; Fevzi, Nebil, Mete, Ziya... Hepsi o taraftaydı. Aslında kadro daha fazlaydı, ama benim 21 Nisan 1980’de kaçmamdan kısa süre sonra İstanbul’da HDÖ operasyonu olmuş ve 60 civarında kişi yakalanmıştı. İstanbul’da biz zayıftık, onlar da zayıftı. Başka bölgelerde de güçlü olduğumuz söylenemezdi. Onlarda para vardı. Bizim ihtiyacımız vardı. Nebil ellerindeki paranın bir bölümünü, İbrahim’in anlattığına göre, bize verecekti.
Tersi bir durum olsaydı, bizim paramız olsaydı, onların ise paraya ihtiyacı bulunsaydı, biz de aynısını yapardık. Sonuçta karşımızdakiler yıllarca birlikte çalıştığımız, tanıdığımız insanlardı. Örgütümüzdeki ayrılıklar sırasında kanlı-bıçaklı olmak gibi bir geleneğimiz yoktu. Ne ki, sezdiğim ama yeterince farkında olmadığım bir gelişme vardı. Bu ayrılık bazı kişiler tarafından özellikle kışkırtılıyordu. Kışkırtmalar da düşmanlığı getiriyordu. Bu kışkırtıcılardan bir tanesi, o sırada yeni hapse giren, Avukat Cemil’dir.
Ölümler ve yakalanmalarla yaşadığımız büyük azalmanın yanı sıra kışkırtmalar sonucunda hemşericilik temelinde açık bir klanlaşma vardı. Bir yanda Antakyalılar, öteki tarafta Karslılar. Nebil’in Acilciler içinde Mihrac dışında kimseyle sorunu yoktu. Bu da yeni başlamış bir sorun değildi, başka bir yazıda anlattığım gibi, 1977’de başlamıştı. Nebil ve Ziya iki örgütün birlikte çalışmasına sıcak bakıyordu.
Bu sırada Adana’da HDÖ tarafında safını belirleyen Ali Çakmaklı’nın “polis” olduğu gerekçesiyle öldürülmesi, ilişkileri zehirledi. Ali Çakmaklı polis değildi. Adana’da önemli bir kişiydi. Teorik olarak da güçlüydü. Baş edilemeyeceği için Mihrac Ural'ın verdiği emirle öldürülecekti. Bunun HDÖ için büyük bir darbe olduğu açıktı. Ayrıntılı bilgi için, bu sitedeki Ali Çakmaklı başlıklı yazıma bakabilirsiniz.
Nebil, buna misilleme olarak öldürüldü. Bizimle bağı biliniyordu. İki örgütün birlikteliğini savunduğu da biliniyordu. Öldürülmesine karar verildikten sonra gerekçesini bulmak ya da işi kitabına uydurmak zor değildir.
İddia ediyorum: Ali Çakmaklı öldürülmemiş olsaydı, Nebil’in bize –ihtiyacımız olduğu için– para vermiş olması bu kadar büyük sorun olmazdı.
Başka örgütlerle az da olsa bazı çatışmalarımız olmuştu. Ama o güne kadar içimizden birisinin değil öldürülmesi, dövülmesi bile söz konusu olmamıştı. Ayrılıklarımız hep fikir planında kalmıştı, iş şiddete dökülmemişti.
Ali Çakmaklı’nın öldürülmesiyle pis ve kanlı bir süreç başladı. Sonraki yıllarda bu ölümü, Müntecep Kesici, Hanna Maptunoğlu, Zihni Alan ve Sami’nin ölümleri izledi.