Isparta Cezaevi'nde iken mahkememizin başka ile kaldırılmasını sağlamak için savcılığa MHP'lilerin ağzından bir ihbar mektubu yazdık. İyi düşünülmüş bir işti ama sonuç alamadık. İçerden dışarıya yazmış olduğum ve Avukat Cemil tarafından yakalatılan mektupta firar için hazırlıklar yaptığımızdan söz edilmesi üzerine mahkememiz Isparta'ya kaldırılmıştı.
Isparta hem cezaevi ve hem de kent olarak berbat bir yerdi. İstanbul mahkûmu, Isparta'dan gelen yerli mahkûm için "müptezel adi karı pezevenkleri" derdi. Cezaevlerinde en itibarlı mahkûm siyasilerdi. Arkasından cinayet nedeniyle hapse girenler gelirdi. Bunların arkasından yaralamacılar geliyordu. Kızcılar ya da damatlar ya da kız kaçırma nedeniyle içeriye düşenler ile hırsızlar için iyi şeyler söylenmezdi. Isparta da öyle bir yerdi ki, yerli mahkûmun hemen hepsi ya hırsızlıktan ya da kızcılıktan gelmişti.
Politik ortam cılızdı. Sonuçta kent AP'nin kalesiydi. Devrimciler azdı. MHP'liler fazlaydı. Ama onlar da fazla sayılmazlardı. Davamızı buradan kaldırtmamız gerekiyordu, ama nasıl?
En iyi gerekçe, can güvenliğiydi. Burası güvenliksiz bir kentti. Bu nedenle davanın başka yere kaldırılması gerekiyordu. Biz güvenliği gerekçe göstererek başvuru yapamazdık. Yapsak da zaten dikkate alan olmazdı. İyisi mi, ne yapılacaksa, bizim yerimize MHP'liler yapsındı...
O sırada içeriye alabildiğimiz daktiloyla Cumhuriyet Savcılığına bir MHP’linin ağzından mektup yazdım. Mektupta, Allahsız komünistlere karşı mahkeme günü eylem yapılacağı bildirildikten sonra, bu eylem sırasında vatan evlatlarının da zarar görmesi söz konusu olacağından hareketle, yüce devletimize ihbarda bulunulduğu yazıyordu. Mektubun sonu da, “Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin!..“ diye bitiyordu.
Yarım sayfalık mektubu yazmak için epeyce uğraştım. Neden derseniz, karşıdakini aptal yerine koymamanız lazım. Tecrübeli bir göz, mektuptaki ifadeden yazanın eğitim durumunu çıkarabilirdi. Isparta'da kaç tane MHP'li var ki. MHP'liler arasında bu eğitim düzeyinde kimse yoksa, bizden şüphelenebilirlerdi. Bu nedenle daha az eğitim görmüş olanların yazı yazarken yapacakları tipik hataları cümlelerin içine yerleştirmeye çalıştım. Böylece yazı daha inandırıcı oldu. Mektubu ziyarete gelen İbrahim'in kardeşine verdik ve o da Isparta'dan postaladı.
Bakalım ne olacaktı?
Mahkeme günü sabahın köründe koğuş kapısı şiddetle açıldı. Savcı ve gardiyanlar içeri girdi. Baskın desek, baskın değil, nedir bu?
- Hemen giyinin, mahkemeye gidiyorsunuz.
- Bu ne acele savcı bey... Sabahın köründe...
- Olsun evladım, sizin güvenliğinizi de düşünmemiz lazım…
- Güvenlik mi, yoksa bir şey mi var?
- Bir şey yok, bir şey yok, haydi çabuk olun!..
Tabii biz renk vermiyoruz. Cezaevi arabasının küçük camından yeni aydınlanmaya başlayan kente şöyle bir baktım, sanki sıkıyönetim ilan edilmiş. Her taraf polis dolu. Mahkeme binasının çevresindeki evlerin damlarına tüfekli polisler yerleştirilmişti. Bir de jandarma vardı...
Anlaşılan, bizim mektup ters tepti. Ne yapalım, belki tutar diye denedik...
Burada okurun aklına şöyle bir soru gelebilir: O sırada sizinle birlikte olan yüce önder Mihrac Ural ne yapıyordu? Kendisinin bir şey yaptığını hatırlamıyorum. Yapmış olsaydı aklımda kalırdı. Zaten mahkemede "benim ilgim yok, ben masumum" diyecekti. Dolayısıyla, mektupla herhangi bir ilgisi ilintisi yoktu.
8 Ağustos 2009