60!..


Bu yıl 60 yaşında oluyorum. Bu yıl, aynı zamanda benim için yıldönümleri yılı. Örgütlü devrimciliğe başlamamın 40. yılı, TDAS’ın yazılmasının 35. yılı, hapisten kaçmamın 30. Yılı. Daha kaç yıl yaşarım, tabii bilmek mümkün değil. Ama 90’ı geçeceğimi tahmin ediyorum. Eskiden beri bilirim, önemli olan uzun değil dolu yaşamaktır. Şimdiye kadar öyle yaşadığımı zannediyorum ve bundan sonra daha da dolu yaşamayı planlıyorum. 

21. yüzyılın ilk on yılı geride kaldı. “2000-2009 arasında ne yaptın” diye insan kendine sormalı. Beş tane kitap yazmışım:
- Alt Emperyalizm ve Türkiye (2000)
- Paris Ev İşgalleri (2001)
- 1989 Berlin Duvarı (2005)
- Avrupa Birliği ve Türkiye – İçerden Bir Bakış- (2006)
- Bulgaristan’da Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş (Almanca) (2007)
Kitapların yanlarındaki tarihler yazıldıkları değil yayınlandıkları yılı gösterir.

J.W. Goethe Üniversitesi’nin politik bilimler bölümünü bitirdim. Sol Parti’de 6 yıl önemli bir kentin yönetim organında bulundum. Son iki yıldır ROJ TV’de bir programın neredeyse müdavimi gibi bir şey oldum. Avrupa Barış Meclisi Avrupa Sekreteryası üyesiyim. Yazın Dergisi’ni sürdürüp 28. yıla ve 119. sayıya taşıdım. Daha başka bir sürü şey var ama saymayayım. 

Biliyorsunuz, yaklaşık 1,5 yıldır özellikle bu sitede Mihrac Ural adlı Muhabarat ajanı devrimci katili nedeniyle geçmişin birçok yanıyla uğraşmak zorunda kaldım. Böyle diyorum, çünkü normal olarak geçmişle fazla ilgilenen birisi değilim. Geçmişe değil geleceğe bakarım. Geçmişin iyisine de kötüsüne de fazla bakmak, geleceğe yönelmek konusunda insanı engeller. Örneğin önümüzdeki 20 yılda geçmişin 40 yılıyla karşılaştırılabilecek düzeyde şeyler yapacağımı düşünüyorum. 60 yaşında bir insan için gelecekten bu kadar fazla şey beklemek bazılarına garip gelebilir. Gelsin, ne yapayım yani... 

Bu arada bir noktayı belirteyim. Çok sayıda kişiden bana msn, twitter ve şimdi adını hatırlamadığı başka iletişim araçları konusunda davetler alıyorum. MSN’i bile yeni ve çok kısıtlı olarak kullanıyorum. Nedeni basit; her gün internette saatlerce zaman harcamak istemiyorum. Aksi durumda geriye okuyacak ve yazacak zaman kalmıyor. Eskiden beri söylerim ve fikrim de halen değişmiş değil; interneti abartmayın, sadece internetle bir şey olmaz. Olabilseydi, Mihrac Ural bana karşı bir şeyler yapabilmiş olurdu. 

Başka bir konu, Malik Kılıç olayı. Tanımam etmem. Haydar Kılıç arkadaşımızın gönderdiği bir iletiydi. Aman bizimle herhangi bir bağı olmasın. Biz hiç kimseden bizden olmasını istemedik, ihtiyacımız da yok. Bu site yeteri kadar kalabalık, iyi bir de yazar kadrosu var. Filancanın eksik falancanın fazla olmasıyla da bir şey değişmez. 1,5 yıl öncesinde değiliz. Mihrac Ural’ın büyük oranda hakkından geldik. Geride ortaya çıkarılması gereken bazı konular halâ var, ama büyük yol aldık. 

Maddelersek:
1. Bu tip, Türkiye devrimci hareketine yeniden giremeyecek duruma geldi.
2. Eski Acilciler ve HDÖ’cülerden taraftar toplayamayacak duruma geldi. Bu kişinin adıyla birlikte anılmak, doğru dürüst insan için artık utanç verici bir durumdur.
3. Antakya’ya da girdik. 

Mesele buraya kadar geldikten sonra, filanca orda olsa ne olur, falanca burada olsa ne olur. Kaldı ki, Haydar Kılıç’ın “süzme Acilciler” saptamasına bir ek yapayım; bir de “pelteleşmiş Acilciler” var. Hiçbir şeye karışmak istemiyorlar. “Bir zamanlar biz neydik” muhabbetinin ötesinde bir şeyleri de yok. Kendi bilecekleri bir şey. Aylarca özellikle bana akıl öğretmeye çalıştılar; “şöyle yapma, bu konuları açma” gibi. Ben de ya cevap vermedim ya da “ne yapacağımı sana sorduğumu hiç hatırlamıyorum” dedim. 

Aradan 30 yıl geçti. Dünya değişti, ülke değişti, insanlar da değişti. İnsanları 30 yıl önceki durumlarıyla değerlendirmemek gerek. “Biz iki tarafa da karşıyız”!.. 

Aman öyle olun, biz yolumuza devam edeceğiz.

16 Ocak 2010 




MİHRAC URAL, POLİS İFADENİ YAYINLA!..


Haydar Yılmaz sana çağrı yaptı, ama sen duymazlıktan geldin. 

Yaklaşık şöyle demişti: “Ey Mihrac Ural! Sen, ser verip sır vermedim, direndim, diyorsun. İfade olarak boş kâğıt verdim, diyorsun. Şu ifadeni yayınla da görelim. İsterse boş kâğıt olsun. Biz boş kâğıdı da okumasını biliriz.” 

Kendi iddiasına göre, adını bile söylememiş, üç hafta işkence görmüş Mihrac Ural’dan ses yok. 

Senin şu meşhur arşivinde kendi ifaden bile bulunmuyor olamaz. Herkesin ifadelerini yayınlıyorsun. Bu ifadelerden olmadık sonuçlar çıkarıyorsun. Senin ifaden nerede peki? 

Çok kişi senin ifaden hakkında yaptığın propagandandan başka bir şey bilmiyor. 

Ama bilenler de var. Bu nedenle de polis ifadeni yayınlamanı istiyoruz. 

Biliyorsun, 1978 Mart operasyonuyla ilgili olarak elimizde büyük bilgi var. 

Başka bir deyişle, boş kâğıdı okuyacak kadar bilgimiz var. Ve ben senin ifadeni hatırlıyorum. Öyle boş kâğıt filan değildi. Bazı cümleleri de hatırlıyorum. Bizi zora koşup hatırlamak zorunda bırakacağına, şu polis ifadeni yayınlayıver. Neden çekiniyorsun ki... 

Senin gibi ser vermiş sır vermemiş, polise boş kağıt vermiş, adını bile söylememiş bir yiğit neden çekiniyor acaba? 

Biz biliyoruz neden çekindiğini. Elimizde Mart 1978 ile ilgili o kadar büyük bilgi var ki, senin ifaden aradaki bazı küçük boşlukları dolduracak. Böyle olacağını bildiğin için de polis ifaden hakkında propaganda yapmakla yetiniyorsun. İfadenin kendisi ise ortada yok... 

Hadi, Mihrac Ural… Polis ifadeni bekliyoruz…

13 Ocak 2010 




MİHRAC URAL YİNE FENA YAKALANDI


Vicdansız, ahlâksız!..” diyerek feryat ediyor Mihrac Ural. Gerekçesi, MSN konuşmalarının yayınlanması. “Bunlar yalandır” diyemiyor. Belgenin bundan alâsı mı olur! Bir şey diyemeyince, ne yapsın, konuyu başka tarafa çekmeye çalışıyor. 

Efendim, “bunlar özel yazışmalar imiş ve izinsiz yayınlanmaları doğru değilmiş”... 

Sen, kamu yararı diye bir şeyi hiç duymadın herhalde. Mesela, Suriye gibi bir çapulcu devletinde değil de başka bir kapitalist ülkede birisi büyük vergi kaçakçılığından yakalanırsa, onun ıcığını cıcığını ortaya dökerler. “Özel yazışma” falan dinlemezler. Kaçırdığı vergiyle ilgili ne varsa ortaya dökerler. Özel yazışmalarını da genel yazışmalarını da her şeyiyle ortaya dökerler. 

Neden? Çünkü kamu yararı bunu gerektirmektedir. 

Sen, Mihrac Ural, MSN yazışmalarında diyeceksin ki:
-  15 günde bir rapor veriyorum. (Muhabarat’a olsa gerek)
-  Büyük bir servetim var. Mallarını da neredeyse tek tek sayacaksın.
-  1978’deki çok garip operasyonla ilgili bugüne kadar hiç birimizin bilmediği bilgiler vereceksin.
-  Hüseyin Bin Hamadan’dan şeyhim diye söz edeceksin. Ve daha neler ve de neler... 

Ve biz bunları yayınlamayacağız, öyle mi...

Senin gibi “büyük önder” geçinen bir Muhabarat ajanının, polis işbirlikçisinin itiraflarını kendi ağzından yayınlamayacağız, öyle mi... 

Burada “kamu yararı” vardır. Buradaki kamu yararı, devrimci hareketin çıkarıdır. Bir hırsızı, bir Muhabarat elemanını, bir polis işbirlikçisini ortaya çıkarmak için, onun kendi ağzından itiraflarını yayınlamak için, bir de bunları yazandan izin mi alacaktık? Yazılanları inkâr edemiyorsun ve “bunu şöyle elde ettiler” şarkısını okuyorsun. Sana ne birader, nasıl elde ettiysek ettik... 

Yazılanlar yalan mı, değil! O halde... 

H. Şenol ile çetleşmenin tamamı elimizde bulunuyor. 51 sayfa… Okura senin seçme saçmalarının tümünü okutmak istemedik ve en önemli bölümleri seçtik. Bakarsın gün gelir, o seçme saçmalar da önem kazanırlar, onları da yayınlarız. 

Bekle daha, devamı geliyor... 

Söylediğin sözün, yazdığın yazının arkasında duramaman, senin karakterini yeterince sergiliyor. Adam olan, söylediğinin yazdığının yaptığının arkasında durur. Bak ben de internette çok kişiyle yazıştım. Yazmış olduğum her cümlenin arkasındayım. İstersen sahte isimlerle benimle yazışmak isteyenlerden al o iletileri ve yayınla... 

“Kimden almış, nasıl almış, benden izin almadılar” diyerek ağlaşmam...

Yazdığım her cümlenin arkasında dururum... 

Benim şeyhim de yok, örgüt parasını çalarak zengin olmam söz konusu da değil, sığındığım polis örgütü de yok. Zavallı adam!.. 

(Mihrac Ural’ın MSN itirafları www.thkp-c-acilciler.blogspot.com da yayınlandı.)

12 Ocak 2010 



TEORİK OLARAK BOŞ BİR KİŞİ : MİHRAC URAL


Bu yazıda, Mihrac Ural’ın en az 30 yıldır Muhabarat ile birlikte çalışması, Türkiye’de MİT ile ilişkileri ve polisle anlaşması, Nebil Rahuma’yı iki kez yakalatması, Ali Çakmaklı ile başlayarak on devrimciyi öldürtmesi üzerinde durmayacağım. Bu tipin –adam demiyorum çünkü adam değil- teorik boşluğu üzerinde duracağım. 

Mihrac Ural’ın H. Şenol ile çetleşmesinden öğreniyoruz: Mihrac Ural Acilciler’i ehlileştirmiş!.. Ne zaman yapmış bunu? Ağustos 1977’den yani ben yakalandıktan sonra. Nasıl yapmış? Buna cevap vermiyor. 

1978 ve 1979 yıllarında hapishanede iken dışarıda örgüt olarak yaşadığımız büyük tecrübeyi değerlendirdim. Bu deneyi değişik yönlerden yaşamış diğer kişilerin de fikirlerini aldım. Örgütsel deneyimin en önemli bölümü İstanbul’da yaşanmıştı. Zira örgütün adını duyuran eylemler bu ilde yoğunlaşmıştı. 

Bu değerlendirme sonucunda THKP-C (Acilciler)’in teorik görüşlerinde bazı değişiklikler oldu. Mihrac Ural’ın da canı gönülden onayladığı bu görüşleri ifade eden yazıların tümünü yazmak zorunda kaldım. Böyle diyorum çünkü yazabilecek başka kimse yoktu. 

Ne idi teoride gündeme getirdiğimiz değişiklik? 

Silahlı propagandayı temel mücadele biçimi olarak ele alan bir örgüt olarak kalıyorduk. Buna kısaca öncü savaşı da deniliyordu. Değişen, öncü savaşının halk savaşına dönüşeceği tespitinden vazgeçilmesiydi. Bu ülkede halk savaşı yapılamaz şeklinde bir tespit söz konusuydu. Nitekim sonraki yıllarda da Türkiye solundan hiçbir örgütün kırda örgütlenemediğini, harcanan bütün çabaya karşın kır gerillası başlatamadığını görecektik. Kentlerde silahlı propaganda temelinde çok sayıda eylem yapıldı (1980 sonrasında özellikle Devrimci Sol tarafından yapıldı), ama kırda bir türlü örgütlenilemedi. PKK’nin yürüttüğü savaşın başka temelleri vardır. Öncelikle işin içinde ulusal sorun bulunuyor ve ek olarak da Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanılan ve gerçekte tüm Kürt toplumuna yönelik olan vahşet, silahlı eylemler için oldukça uygun bir zemin yaratmış durumdaydı. 

Teoride yaşanılan değişikliklerden sonra da Mahir Çayan’ın görüşlerinin esasından ayrılmadığımızı düşünüyorduk. Bizim için bu görüşlerin esası, halk savaşı değil, silahlı propagandanın temel mücadele biçimi olarak alınması idi. Zaten esas halk savaşı olsaydı, THKP-C ile TKP/ML arasında da büyük farklılık olmazdı. 

Bu teorik değişiklikle Acilciler “ehlileşmiş” midir? Hayır!.. 

Silahlı propagandayı temel alan ama öncü savaşının daha ileride halk savaşına dönüşmeyeceğini, kentlerde ayaklanmaya dönüşeceğini saptayan bir örgüt nasıl “ehlileşmiş” olur?.. 

Hani bu teorik değişikliği sen yapmıştın Mihrac Ural? Hani bu değişikliği ifade eden yazıları sen yazmıştın!.. 

Bu soytarı o kadar çok konuşuyor ve o kadar çok yalan söylüyor ki, kendi yalanlarıyla kendisini ele veriyor. Bir söylediği ötekini tutmuyor. 

Mihrac Ural, senin THKP-C (Acilciler)’in tarihinde teorik hiçbir rolün yoktur. Pratik rolünün olmadığını da biliyoruz. Bizde politik ve askeri liderliğin birliği esastı. Sen hangi önemli eyleme girdin de “askeri lider” oldun? 

Sen, Acilciler hareketinin tarihinde Muhabarat tarafından öne itilmiş bir pislikten başka bir şey değilsin. 

8 Ocak 2010 




2010


21. yüzyılın ilk on yılını bitirip sonraki on yıla girerken ne yapıyorsun, diye sorarsanız, evdeyim diyeceğim. Bitirmem gereken işler var. Gecenin ilerleyen saatlerinde fikrimi değiştirip dışarı çıkar mıyım, bir dernekteki arkadaşların yanına gider miyim, şu anda bilmiyorum. 

Sevdiğim kırmızı şarabı açtım. Grand Vin de Bordeaux serisinden Saint-Emillion Grand Cru – 2007. Yıllarca çeşit çeşit Fransız kırmızı şarabı içtikten sonra bunda karar kıldım. Son derece güzel... 

Neredeyse iki aydır sigara içmedim. Bıraktığımdan değil, 16 yaşından beri sigara içerim ama canım isteyince. İlerleyen saatlerde bir Monte Kristo Nr. 5 yakabilirim. En sevdiğim purodur. Küba malı ve sert tütün... 

Bunun dışında en sevdiğim müzikleri dinleyeceğim. Yılbaşında genellikle Tv izlemem, hele de Türkçe Tv’leri... Alman Tv’lerinin eski müzik programları olursa, izlediğim olur. 

İlk dinleyeceğim şarkı, Scott McKenzie’den San Francisco. Bu şarkıyı neden eskiden beri severim, ben de bilmiyorum. Belki 1968 ile ilgilidir, onun için. ABD’deki 1968’in önemli yerlerinden birisi San Francisco’dur. 

Sonra, Joan Baez + Bob Dylan’dan Blowing in the Wind. Bu şarkı için “bütün zamanların en iyisi” diyenler de vardır. Tam bir ‘68 şarkısıdır. 

Eskiden üçüncü isim olarak yine Joan Baez’dan We Shall Overcome’ı sayardım. Siyahların eşit haklar için Washington yürüyüşlerinde seslendirdikleri şarkıdır. Daha sonra fikrimi değiştirdim. 

Fransız milli marşı La Marseielles’i eskiden beri hem içeriğiyle hem de bestesiyle severim. Mirelle Mathieu ise en sevdiğim şarkıcıdır. Fransız devriminin 200. yılında bu marşın Mathieu tarafından Eyfel Kulesi altında orkestra eşliğinde söylenmesini dinleyeceğim. Artık marşı mı dinlersiniz, yoksa Mathieu’yü mü izlerim, orasını bilemem. 

Aux armes citoyen, ya da silaha sarılın yurttaşlar çeşitli şekillerde söylenebilir ama bunu söylerkenki yüz ifadesi izlenmeye değer... 

Sevdiğim bir sürü müzik var, hepsini saymayayım. 

Grup Yorum’dan Cesaret’i severim ama yeni söylenmişleri hiç hoşuma gitmiyor. 

Gece yarısına doğru hayatımın kitabını açıp biraz okumayı düşünüyorum. Nietzsche: Zerdüşt Böyle Dedi... Bu kitabı ilk kez 19 yaşındayken alıp okumuş ve abartmasız bir hafta etkisinden kurtulamamıştım. Bir kitabın insan için çok etkileyici olması, o insanın kitapla özel bir iletişim kurabilmesine bağlıdır. Kitap size özellikle hitap ettiği için bu kadar etkili olmuştur. Bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsan, gireceksin ve yapacaksın. İstersen tek başına ol, isterse herkes sana karşı olsun. 

Nietzsche’nin bir sözü daha vardır ki, yıllardır sürekli kafamdadır: “Gelecek de en az geçmiş kadar bugünü belirler”. Ben bunu sürekli uyduğum bir kural haline getirdim. İnsanı belirleyen sadece yaptıkları değil, bundan sonra yapacaklarıdır. Şimdiden yapmaya başladıklarıdır. 

Daha yapacağım –hem de önemli- şeyler var. Bazı arkadaşlar diyorlar ki; iyi de, sen 60 yaşındasın!.. Ne olmuş yani!.. Bedenin, isteklerini yapabilmen için gerekli performansı gösterebilecek durumda mı? Evet!.. O halde mesele yok. Zaten bedensel olarak iyi durumda bulunmanız, psikolojinizin iyi olmasına doğrudan bağlıdır. Kötü bir psikoloji hemen olmasa bile yıllar boyunca beden sağlığını da etkiler. 

31 Aralık 2009 




YÖNTEMİ ANLAYIN, GERİSİ KOLAYDIR


İnsanımızın –buna devrimciler de dahildir- önemli eksikliklerinden bir tanesi, yöntem bilmemesi, yöntemli düşünmeden uzak olmasıdır. İnsanımız yöntem bilmediği için sık sık bilgi yığınının içinde yolunu kaybeder. Yöntem bilmediği için kolaylıkla manipüle edilebilir. Yöntem bilmediği için çok basit numaralara düşer, şaşırır. Karşısında yeni bir şey var zanneder. Gerçekte ise olan, eski eşeğin boyanmış halidir, ama o sanki yeni bir eşek var zanneder. 

Yöntem öğrenmek, yöntemle düşünmeyi öğrenmek, olayları yöntemle değerlendirmeyi öğrenmek zor bir iş. Ben de çok zor öğrendim. İnsanın kafası bir türlü düşünmeye alışmış ve başka türlü düşünmeyi kategorik olarak reddediyor. Ya da şöyle diyeyim: Bilinçli bir şekilde yöntemli düşünme ve değerlendirme yapmayı öğrenirken hayli zorlandım. 

Düşünün ki, iyi bir lise eğitimi gördüm. Ülkenin en iyi üniversitelerinden birisini (ODTÜ) bitirdim, burada yüksek lisans da yaptım. Bu eğitim bana yöntemli düşünmede kendiliğindenciliği kazandırdı. (TDAS’ta bunun örneğini görebilirsiniz. TDAS, özellikle emperyalizm bölümünde yeni bir şey söylemekten ziyade, var olan bilginin içinde yeni bağlantılar kurar.) Ama Almanya’da da üniversite bitirinceye kadar yöntemli düşünmeyi bilinçli olarak kullanmayı öğrenemedim. Üniversite bile bunu kafama sokamadı. Bitirme sözlülerinden birisinde bir profesör bana şöyle demişti: “Bilgin gayet iyi, ama yöntem diye bir şey yok.” 

Haklıydı! Bir sürü bilgiyi arka arkaya sıralamak, ne bilimselliktir, ne de bir konuda doğru dürüst değerlendirme yapmaktır. Yöntem size bilginin iç bağlantılarını bulmayı öğretir. Bunları bulamazsanız, eskisinden farklı olmasa bile her yeni bilgiyle şaşırırsınız ve yeni bir şeyle karşılaştığınızı sanırsınız. 

Aradan geçen o kadar yılda bol miktarda öğrenmiştim ama yöntem üzerinde hiç düşünmemiştim. Yöntemin önemini de yeterince kavramamıştım. Üniversiteden sonra doktora için iki konu üzerinde yoğun olarak çalışmam sonucu yöntem konusunu epeyce anladım. Düşünce tarzımda –yeterli olmasa bile- önemli değişiklikler oldu. Resmen beynim genişledi diyebilirim. 

Eskiden beri söylenir: Üniversite, diploma demek değildir. Üniversitenin asıl özelliği insana farklı bir kafa yapısı kazandırmasıdır. Öğrendiklerinizin çoğunu unutsanız bile, bu kafa yapısı kalır. Ben bu kafa yapısıyla Mihrac Ural’ın yöntemini çıkardım: İnsanları aşırı derecede över, onlara olmadık payeler verir ve esas olarak bu yolla ilişki kurar. Kişilik sahibi insan ya bu numarayı yutmaz ya da bir süre sonra kendini buradan kurtarır. Ama “vay be, ben neymişim meğerse” ihtiyacı içindeki kişi, Mihrac Ural’dan kopamaz. Çevresindekilere bakın. Hepsi zayıf kişilikli insanlardır. Rahatlıkla kullanılabilecek insanlardır... 

Düşünce tarzım değişmemiş olmasaydı, ben bunu bulamazdım. Burada yapılan şey, her yeni bilgi ile uğraşmamak, birçok olayın içindeki ortak noktayı çıkarmaktır. Başka bir deyişle, bilginin içindeki bağlantıyı kurmaktır. Aynı yöntemi Mihrac Ural’ın insanları birbirine karşı kullanma taktiklerinde, kışkırtmalarında, tehditlerinde de kullanabilirsiniz. Tek tek her yeni olayı düşünmeyin. Yeni gibi görünenin önceki bildiklerinizle bağlantısını kurun ve aradaki ortak noktaları arayın. Hep aynı bağlantıları bulacaksınız... 

Mihrac Ural yeni yöntemler bulamayacak kadar da yeteneksiz birisidir. Bağıra çağıra bozuk mal satmaya çalışan bir işportacıdır. Satılmak istenilen mala değil de, satıcının bağırıp çağırmasına bakarsanız, numarayı kolaylıkla yutarsınız. Eskiden de yazmıştım, konumuz Mihrac Ural’ı çoktan aşmıştır. Bu aşmanın yönlerinden bir tanesi de burasının bir okul işlevi görmesidir. Ben bu süreçte hayli şey öğrendim. En başta, bildiğim teorileri pratiğe uygulamasını öğrendim. Pratik psikolojik çözümlemeyi öğrendim. Bazı arkadaşlar –mesela İbrahim- yazı ifadesini hayli geliştirdi. Haydar’ın her yazısından sonra, “o arkadaşa söyleyin, gayet güzel yazıyor” iletileri alıyorum. 

Yazılı ifadenin gelişmesi sürekli çalışma ister. Yazılı ifadem eskiden beri iyidir ama son iki yılda bir günde beş ayrı konuda yazı yazabilecek düzeye ulaştım. Hiç birisi de boş yazı sayılmaz. Hatta bazılarına iyi yazı bile denilebilir. Bütün bunlarda Mihrac’ın bir şekilde etkisi vardır. Böyle fırsat her zaman bulunmaz, onun için iyi değerlendirin derim. Acilcilerin tarihi, devrimci hareketin içindeki pisliklerin temizlenmesi konunun öteki tarafları. 

Ben bu yazıda az bilinen bir tarafı anlatmaya çalıştım. Çok yönlü düşünmenin ve davranabilmenin bir örneği de buradadır. Bir haini, bir polis ajanını, bir devrimci katilini bile farklı yönlerde gelişme için değerlendireceksiniz. 

Sadece amme hizmeti için uğraşmıyoruz yani...

30 Aralık 2009 




MİHRAC URAL, ESKİ VE YENİ İHBARCILIK


“İnanılır gibi değil” diye başlayacağım ve yanlış bir başlangıç yapmış olacağım. Mihrac Ural ihbarcılıkta sınır tanımıyor. İsimler içeren bir liste yayınlıyor. Efendim bunlar Acilciler imiş ve Mihrac Ural’ı destekliyorlarmış!.. 

İsimleri yayınlanan kişilerin çoğunun bu listeden haberi yok. Kendilerine sorulmamış bile. Listede ismi bulunanlardan bir tanesi olayı tesadüfen öğreniyor ve isminin hemen listeden çıkarılmasını istiyor. Mihrac Ural bakıyor ki pabuç pahalı, listenin tümünü kaldırıyor. Efendim “güvenlik gerekçesi” ileymiş. Bu uydurma listeyi yayınlarken güvenlik gerekçesi yok muydu? 

Mihrac Ural bunu nereden öğrenmiş derseniz, bizi taklit ediyor. Ama beceremiyor. Bu sitede değişik isimlerin yer aldığı çağrılar yapıldı. Mesela, Gökhan Sami’nin mezarının nerede olduğu soruldu. Yazının altında imzası yer alan her isme fikri soruldu ve kişinin onayıyla ismi yazıldı. Bazı arkadaşlar sorulmasını bile beklemeden isimlerinin listeye eklenmesini istediler. Burada söz konusu olan güvenlikten öteye insana saygının basit bir kuralından ibarettir. Herhangi bir listeye isimleri dahil edilen insanların bunu onaylamış olmaları gerekir. 

32 yıllık yalan  başlıklı yazıda açıklamaya çalıştım. Mihrac Ural’ın son 40 yılının 32’si, yani yüzde 80’i, büyük bir yalan üzerine kuruludur. 10 Mart 1978’de yakalandığında polisle ifadesinin düzenlenmesi karşılığında anlaşmış ve Nebil Rahuma’nın da içinde bulunduğu değişik illerdeki yoldaşları yakalatmıştır. Mihrac Ural, 10 Mart 1978’de başlayan örgütümüze karşı ülke çapındaki operasyonun önde gelen failidir. 

Hal böyle iken, 32 yıl boyunca yalan ve çarpıtmanın arkasına sığınmış, bedeninde hiçbir yara bere işkence izi bulunmamasına karşın, “üç hafta işkence gördüğü” yalanı arkasına sığınmıştır. İbrahim Yalçın, 1987 yılına ait Mihrac Ural’ın el yazısıyla yazılmış belgeyi açıkladı. Mihrac Ural, bu belgede, kendi el yazısıyla, örgütte kendisine muhalif isimlerin de bulunduğu insanları, “polisi şaşırtacağız” gibi komik bir gerekçeye sığınarak polise ihbar ediyor. Bu adamdan her şey beklenir, öyle değil mi? 

Yapayalnız kaldı. Aklı başında tek kişi bunun yanında bulunmuyor. Bir insanın adının Mihrac Ural ile birlikte anılması, o kişi için tam bir rezilliktir. Birkaç piyonu ve birkaç akrabası dışında kimsesi bulunmuyor. Bu nedenle de kendisini fazla imiş gibi göstermek için her yola başvuruyor. Hayatı boyunca THKP-C ile bile ilgisi olmamış insanları Acilci ilan ediyor. Yapar, bu karakterden her şey beklenir... 

Kendisine ilgisiz bir konuda bir şey yazarsınız, “kadim dostum filanca böyle yazmış” diye yazılanı yayınlar. Bir şey istersiniz, çarpıtarak yansıtır. Bunlar normal şeyler. Hayatı büyük bir yalan üzerine kurulmuş bir kişiden doğruluk mu bekliyorsunuz?..  

Doğrusu siz de çok safsınız, başka ne denilebilir!..

27 Aralık 2009 




MİHRAC URAL'IN KİRLİ TARİHİ


İnsanın çocukluktan çıktığı yaş 16’dır. Mihrac Ural’a iyilik yapalım ve 14 olarak alalım. 1956 doğumlu olduğuna göre, 1970 yılından itibaren büyümüş kabul edelim. 1970 ile 10 Mart 1978’de yakalanıp polisle anlaştığı tarih arasında 8 yıl var. O günden bu yana da yaklaşık 32 yıl geçmiş. 

Mihrac Ural hayatının son 32 yılını büyük bir yalan üzerine kurmuş: Poliste şöyle direndim, böyle ağır işkence gördüm, öyle ifade vermedim, vb. Bunların yalan olduğunu ve kendisinin polisle anlaştığını, birlikte çalışmayı kabul ettiği için de polis tarafından ifadesinin düzenlendiğini ortaya çıkardık. Yani bu adamın hayatının son 40 yılının 32’si ya da yüzde 80’i yalan üzerine kurulu. Hem de büyük bir yalan… 

Kendinizi Mihrac Ural’ın yerine koymaya çalışın. 32 yıl sonra sizin maskeniz indirilse ne yaparsınız? Tabii ki sonuna kadar inkâr edeceksiniz. Başka yolunuz yok. Neredeyse bütün ömrünüzü büyük bir yalan, iğrenç bir yalan üzerine kurmuşsunuz. Şimdi, maskeniz indirilince, bu yalanı kabul etmek demek, intihar etmek gibi bir şeydir. Tabii ki kabul etmeyeceksiniz... 

Bizim de zaten Mihrac Ural’a bir şey kabul ettirmek gibi amacımız hiçbir zaman olmadı. İbrahim Yalçın, Mihrac’a bazen soru soruyor. Cevap alamayacağını kendisi de biliyor. Konuyla ilgili cevap veremez ya da sadece inkâr eder. Başka ne yapmasını bekliyordunuz? Kabul etmekle intihar etmek eşdeğer. Siz istediğiniz kanıtı getirin, kabul etmeyecektir, edemez ve de edemez. Bizim derdimiz de ona bir şey kabul ettirmek değil zaten. İnsanları bilgilendirmek…

Bu bakımdan neredeyse 1,5 yıldır süren bu teşhiri “tartışma” olarak değerlendiren arkadaşlar,  olup bitenden hiçbir şey anlamamışlar. Hangi tartışmadan söz ediyorsunuz? Yapılan bir teşhirdir, kirli bir tarihin ortaya çıkarılmasıdır. Bu teşhirde Mihrac Ural’ın ne düşündüğü bizi ilgilendirmiyor. 

Kendince bir şeyler söylemeye kalktığı zaman fena açık veriyor. Kendisinin ve piyonlarının söyledikleriyle sadece bu bakımdan ilgileniyoruz. Elimizde o kadar büyük bir bilgi yığını var ki, küçük bir detay bazen ilgisiz gibi görünen olayları birbirine bağlayan kayıp halka oluyor. 

Bir de şu var tabii. Başlangıçtan beri ne aradığımızı biliyoruz. Zaman içinde bu arayışımızı iyice somutlaştırdık. Ne aradığınızı biliyorsanız onu mutlaka bulursunuz denilemez. Ama neyi aradığınızı bilmiyorsanız, bulmanız da mümkün değildir. 

Baştan beri aradığımız 1980 öncesiyle ilgili gerçeklerdi. Bunun bizi bir şekilde 1978 darbesine götüreceğini biliyorduk. Bu nasıl olacaktı, ancak zaman içinde bilgi toplandıkça görülebilirdi. Bu darbe, örgütümüzün tarihindeki en büyük darbe olmasının yanısıra karanlıkta kalmış, karanlıkta bırakılmış bir darbedir. Bu darbeyi aydınlatmak bizim için hedefti. Zaman içinde Mihrac Ural’ın gizli tarihiyle ilgili bilgimiz arttıkça gerçekten de 1978’e doğru gittiğimizi somut olarak görmeye başladık. 

Tarihte sondan başa doğru gitme yöntemi, önemli bir yöntemdir. Bu yöntemi sosyalizm tarihinin araştırılmasında öğrendim. Bu bilgimi de kendi örgüt tarihimizin araştırılmasında kullandım. Baştan başlarsan kendini olayların içinde kolaylıkla kaybedebilirsin. Bu nedenle sondan başlayacaksın. 

Mihrac Ural Muhabarat ile çalışıyor. Burası fazlasıyla açık. Başa doğru gittiğiniz zaman şunu görüyorsunuz. Bu adam Suriye’ye geldikten 6 ay sonra bu ülkenin vatandaşı yapıldı. Cemil Esad ile yakın ilişkisi vardı. Bir ülkede gizli servisle birlikte çalışmanın mutlaka öncesinin olması gerekir. İki yönden öncesinin olması gerekir: 

Birincisi: Bir ülkeye gelip hemen gizli servisle çalışamazsınız. Belki siz istersiniz ama karşınızdakinin sizi tanıması gerekir. Mihrac Ural Suriye’ye gelir gelmez Muhabarat ile ilişkiye girebildiğine ve kendisine değişik imkânlar sağlandığına göre, bu işin öncesi var demektir. Biz bağlantı elemanı olarak Tacettin Sarı’yı düşünmüştük. O da var ama esas önemli figür babası, Zeki Ural. Uruba hareketi militanı ve büyük ihtimalle de Muhabaratçı. Bu bakımdan polisin Zeki Ural’ı ikide bir rahatsız etmesinin esas nedeninin Mihrac Ural olduğu doğrusu kuşkuludur. 

İkincisi: Siz devrimcisiniz, başka ülkeye gittiğinizde hemen oradaki gizli servisle ilişkiye geçemezsiniz. Normal olarak kendi yapınızın, devrimci yapınızın buna engel olması gerekir. Evet, insanlar zaman içinde değişebilirler. Ama bu zaman 6 ay gibi kısa bir süre olamaz. Mihrac Ural’ın Muhabarat’ın kollarına balıklama atlaması bu işin başka türlü bir geçmişinin de olabileceğini insana düşündürür. Bir devrimcinin gizli servisle çalışmaya bu kadar hızlı girebilmesi, kendisinin buna az çok alışık olduğunu insana düşündürür. Siz olsanız düşünmez misiniz? 

Tekrar geriye gidiyoruz. Mihrac Ural 12 Eylül gelmeden ülkeden çıkıyor. Nedir bu acele? Hapisten kaçmak istemeyen bu adam, hapisten ite kaka çıkarılınca bir an önce ülkeyi terk etmek istiyor. Ülkede kalıp mücadele etsene. Daha 12 Eylül bile olmamış. “Bu adam bir şeyden kaçıyor” diye düşünmez misiniz? 

Suriye’de Muhabarat’ın kollarına atılmaktaki hızı da pekala o kaçtığına karşı kendisini güvenceye almak olarak değerlendirilebilir. (Önceden kurulan bağlantıya ek olarak tabii...) Neden kaçıyordu bu adam?..  

Tekrar geriye gidiyoruz. Tahliye olacağına kesin olarak inanıyordu. Bunu herkes biliyordu. İyi de, bu nasıl oluyor? Bir sürü yerde mahkemesi var. Değişik illerin cezaevlerine gidip oranın adliyesinde ifade veriyordu. Bunu da herkes biliyor. Bu durumdaki bir insan tahliye olacağına nasıl inanabilir? Dahası, üç hafta yoğun işkence gördüğünü söylüyordu ama bunu kendisinden başka ne duyan ne de gören vardı. Dahası tutuklandıktan 6 hafta sonra Isparta’ya bizim yanımıza geldiğinde ayaklarında bile hiç iz yoktu. Fiziki performansı da gayet iyiydi. Bizden iyi koşuyor ve voleybol oynuyordu. Yaman işkence görmüştü doğrusu!.. 

Eksik halkayı Erkan sağladı. Nebil Rahuma ona, Mihrac Ural’dan gelen el yazılı notlarda yazılanları yapması sonucu iki kere yakalandığını anlatmıştı. “Mihrac Ural polistir” başlıklı yazımda belirtmiştim: Erkan’ın bu açıklaması başka olaylarla uyuşmasa idi, yanına soru işareti konularak değerlendirilmesi gerekirdi. Mihrac Ural’ın bu açıklama sonrası yaşadığı paniği de açıklamanın doğruluğuna ek kanıt sayıyorum. Mihrac Ural’ın Nebil’i yakalatması ifadesinde yer almıyor. Bu ne demek? İfade polis tarafından düzenlenmiş demek... 

“Poliste iki çeşit ifade vardır” saptamama itiraz etmişti. Bu itirazla kendini yeniden ele verdi. Polisle anlaşırsanız, ifadeniz düzenlenir. Bu, yıllardan beri bilinmektedir. Mehmet Avan da kendisine polis tarafından bunun teklif edildiğini söyledi. “Bizimle çalış, ifadeni düzenleriz, biraz yatar çıkarsın...” 

Nebil, Mihrac’tan üç gün sonra yakalanır. 1978 Mart operasyonu büyük bir yakalanmayla sonuçlanır. Bu büyük operasyonda Mihrac Ural’ın sadece Nebil’i yakalattığını söylemek de zordur. Şimdi işin bu boyutu ortaya çıkıyor. Bu arada yan bilgiler de alıyoruz. Örgüt içinde tüccarlık gibi. Soygundan elde edilen patlayıcıları başka bir bölgeye para karşılığı satmak gibi… 

Mihrac Ural apar topar MİT’ten kaçıyordu. 12 Eylül öncesinde ülkeyi bu nedenle terk etti ve kendisini Muhabarat’ın kollarına atıverdi. Ülkede iken yeniden yakalansaydı, bu kez televizyona çıkıp, devrimcileri teslim olmaya çağırmaktan kurtulamazdı. O yüzden, apar topar MİT’ten kaçtı.

“Mihrac Ural 10 Mart 1978’de yakalandığında polisle anlaşmıştır” saptamasını yaptınız mı, garip gibi görünen her olayı açıklayabiliyorsunuz. Açıklayıcı teori de işte budur. Bir teorinin gücü ve doğruluğu olayları açıklayabilmesinden çıkar zaten. 

Şimdi 1978’deyiz. Örgüt tarihinin bu büyük operasyonunu yapabildiğimiz kadarıyla ortaya çıkaracağız. Ve daha da geriye, bu tipin örgütle ilk ilişkiye girdiği 1976 yılı ortasına kadar gitmeye çalışacağız. Böylece tarih tamamlanmış olacak. İçimizdeki polis ajanını ortaya çıkardık: Adı, Mihrac Ural...

Deşifre ettiğimiz tarih, Mihrac Ural’ın gizli tarihidir. Bu gizli tarihin örgütümüz tarihiyle de 1978’den itibaren kesiştiği çok sayıda nokta bulunmaktadır. Aydınlatılan örgüt içi cinayetler, örgüt parasıyla zengin olunması da bu gizli ve kirli tarihin bileşenleridir. Ve daha bitmedi… Devam ediyoruz… 

 25 Aralık 2009 




MİHRAC URAL, ÇEMBER YİNE DARALIYOR


Suriye’de Muhabarat ile birlikte çalıştığın açık olarak biliniyor. Türkiye’de polis ile anlaştığını ortaya çıkarmıştık. Bu durumun ortaya çıkarılmasında Nebil Rahuma’nın senin gönderdiğin el yazısı notlarla iki kere yakalanması ve bunu Erkan’a anlatması önemli rol oynamıştı. Sen çabalayıp debelenip bu durumdan kurtulmaya çalışıyorsun ve bu amaçla da Nebil’in yakalanması konusunda Mehmetçik Mehmet vasıtasıyla kafa karıştırmayı deniyorsun. Çaresiz bir durum... 

Düşünmen gerekir ki, karşındakilerin elinde seninle ilgili geniş bilgi var ve attığın her adım ayrı gibi duran bazı bilgilerin birbirine bağlanmasını da sağlayabilir. Nitekim de öyle oldu. Teşekkürler Mehmetçik Mehmet. Bize yol gösterdin ve Mihrac Ural’ın polisle anlaştığı noktasına yeniden ulaştık. Üstelik bu kez Nebil Rahuma’nın yakalanmasından bağımsız olarak bu noktaya ulaştık. Eskiden de söylemiştim. Her yeni çaba, her yeni iddia, iki tarafı kesen bıçak gibidir. Beklediğiniz taraftan değil de öteki taraftan da kesebilir. 

Mart 1978 operasyonu bu örgütün tarihindeki en büyük operasyondur. Polis, ülke çapında, örgütün bir ucundan girmiş öteki ucundan çıkmıştır. Mart 1978 yakalanmasının karanlıkta kalması için yıllarca elden gelen her şey yapıldı. Mihrac Ural dikkatleri sürekli olarak bana çekmeye çalıştı ve böylece de bu operasyonla ilgilenilmesini önlemeye çabaladı. Bu operasyonda kaç kişi yakalandı ve bunlar kaçar yıl hapis yattılar, halâ tam olarak bilinmiyor. 

Yavaş yavaş ortaya çıkarıyoruz. Mihrac Ural’ın polisle anlaştığı ve bu operasyonun boyutlarının oldukça geniş olmasında önemli rol oynadığı, bu kez Nebil’in yakalanmasından bağımsız olarak, bir kere daha ortaya çıkıyor. Şimdi bilgileri tasnif etmemiz gerek ve ondan sonra da açıklayacağız. Mihrac Ural işin bu noktaya doğru yaklaştığını sezdi ve bilinen numarasını tekrarladı. Dikkatleri Ağustos 1977 yakalanmasına çekerek kendisini kurtarmaya çalıştı. Artık mümkün değil... 

Uydurduğun ya da Mehmetçik Mehmet’e dikte ettiğin her yeni yalanla birlikte nasıl bir panik içinde olduğun daha da açığa çıkıyor. Hem sonra ben eskiden de söylemiştim. Benimle ilgili söylediklerinin tümünü kabul ediyorum. Bunlar doğru bile olsalar, senin polisle anlaştığın gerçeğini ortadan kaldırmazlar... 

Ağustos 1977 yakalanması da maşallah pek bereketli yakalanmaymış. Kullanıla kullanıla bitmedi. Sürekli yeni uydurmalarla pişiriliyor ama bu yemek çoktan koktu Mihrac Ural, bu nedenle kimse de yemiyor... 

Önce dedi ki, Engin yakalandığında bildiği her şeyi söyledi. Ama yetmedi. Ekleme yaptı. Tahmin ettiklerini de söyledi. Bu da yetmedi. Polis arabasına biner binmez bindiği her şeyi söyledi. Son numara bu, bakalım arkasından ne gelecek, merakla bekliyorum. Bunlar, beni geriletmek bir yana, içinde bulunduğun paniği gayet iyi gösteriyor. 

Önceden de yazmıştım, değil mi? Ben yalnız yakalanmadım. Müslüm adlı taraftar bir arkadaşın evinden çıkar çıkmaz yakalandım, arkamdan da evi bastılar. Müslim bu evde Devrimci Halkın Birliği’nden iki kişiyle birlikte kalıyordu. Bu insanları tanımıyordum. Hep birlikte polis arabasına değil, sivil bir minibüse bindirildik. Yolda hiç kimse konuşmadı. 

Ben aslında bildiğim ve de tahmin ettiğim ve hatta rüyamda bile gördüğüm her şeyi orada hemen anlatmaya hazırdım ama iki nedenle bunu yapmadım: 

Birincisi:  Öğrenci evi basıldı ve o nedenle yakalandım diye düşünüyordum. Başka bir nedenle yakalandığım, izlendiğim aklıma hiç gelmedi. 

İkincisi:  Polisler 2. Şube’nin bilinen polisleriydi. Hiç konuşmadılar. Sansaryan Han olarak bilinen 2. Şube’ye kadar birlikte geldik. 

Şimdi soralım: Sen Müslim’i tanır mısın Mihrac Ural? Tanımazsın. Mehmetçik Mehmet (Mehmet Yavuz) da tanımaz. Müslim yaklaşık üç ay bizimle birlikte yattı. Sağmalcılar’da çıkan isyanda faşistlerin attığı cam gözüne geldiği için tek gözünü de kaybetti. İlk mahkemede tahliye oldu. Bu adamın benimle ilgili tek kelime ettiğini duyan varsa bana da söylesin, ben de öğreneyim. Yakalanmamız sırasında benimle ilgili konuşabilecek tek kişi Müslim’dir. O da bir şey söylemediğine göre, sen ve senin gibilere ne yemek düşer, artık sen karar ver. Yeni yalanların sadece sendeki paniğin boyutlarını gösteriyor Mihrac Ural, başka bir şeyi değil... 

Ağustos 1977’de toplam 19 kişi yakalandık. Bunların içinde İbrahim’in üç köylüsü, Müslim gibi bir sempatizan, yoldan geçen bir Ermeni genç de vardı. Adamın birisi benim kaldığım ve basılan evin önünden geçerken eve bakmış. Polisler kimlik sormuşlar. Ermeni asıllı çıkınca davaya dahil edilmişti. Bu 19 kişinin on kişisi sorgu hakimliğinde bırakıldı. 9 kişi tutuklandık. Müslim de dahil 3 kişi ilk mahkemede tahliye oldu. Hepsi daha sonra beraat etti. Kaldı 6 kişi. Bunlardan Hilal tutuklandıktan 14 ay, Belma 16 ay sonra tahliye oldu. İkisi de beraat etti. İbrahim de tutuklandıktan 28 ay sonra tahliye oldu. Kaldık üç kişi. Üçümüz de müebbet alacaktık. Bunlardan da ikisi cezaevinden kaçtı... 

Görüldüğü üzere, bu davada sayılardan ve isimlere kadar her şey açık. Yıllardan beri açık. Mart 1978 yakalanması, örgüt tarihindeki en büyük yakalanma derseniz, yıllarca karanlıkta bırakıldı. Toplam kaç kişi yakalandı, o bile bilinemedi. Hepsi çıkıyor ortaya Mihrac Ural. Sen, içimizdeki ajan, bu sefer Nebil’in yakalanmasından bağımsız olarak bir kere daha teşhir oluyorsun... 

Mart 1978 operasyonunda yakalanmış ve yıllarca hapis yatmış olan arkadaşlar... Tarihimizdeki bir “esrar perdesi” daha kalkıyor. Yaşamış olduklarınızı iletin, yayınlansın... 

21 Aralık 2009 




MİHRAC URAL - MEHMET YAVUZ : KİRLİ İLİŞKİLER


Mehmet Yavuz’dan hakkımda savcılığa şikâyet başvurusunda bulunduğuna dair haber gelmedi. Önceden de belirtmiş olduğum gibi, bekliyorum. Bu arada yazdığı her şikâyette, sızlanmada yeni bir açık veriyor ve Suriye gizli servisi Muhabarat ile çalıştığı bu sitede kendi ifadeleriyle kanıtlanmış bir kişiyle olan yakın bağlantısının hayli kuşkulu durumunu yeniden ortaya çıkarıyor. Benden “düşmanım” diye söz ediyor...

Mehmet Yavuz, seninle ben tanışmıyoruz, öyle değil mi? Herhangi bir davada birlikte de yargılanmadık. Ben nakliyatçılık da yapmıyorum. Yakın zamana kadar adını bile duymamıştım. O zaman ben senin nasıl “düşmanın” olabiliyorum? Tanımadığım birisine nasıl düşman olacağım? Aramızdaki mesele, senin, Mihrac Ural’ın emriyle bana saldırmanla başladı. Öyle değil mi?

Sen de beni tanımazsın. Hiçbir ortaklığımız olmamış. Üstelik sen “Kemalist”sin ben sosyalistim. Bu durumda sen bana neden saldırıyorsun? Sana birisi emir verdi, parmağıyla beni gösterdi, onun için saldırıyorsun. Mihrac Ural sana bu emri verirken başka neler verdi, onları da ben açıklıyorum. Senden hemen savcılığa hakkımda suç duyurusu yapmanı istiyorum. Tehdidin palavradan ibaret değilse, arkasında dur ve yap. Ondan sonra ben ne yapacağım? 

Mahkemeye gidildiğinde hakimden şunları isteyeceğim: 

Birincisi:  Mehmet Yavuz son iki yılda çok kere Suriye’ye gitmiştir. Pasaportundan ya da sınırdaki kayıtlardan bunların hepsi çıkarılabilir. Kendisi Suriye’de bu kadar sık bulunarak ne yaptığını açıklamak zorundadır. Lazkiye ve Bassit’te Mihrac Ural ile görüştün. Ben, gizli servis elemanı olduğunu bildiğim bir kişiyle defalarca görüşsem, hakkımda kimse iyi şeyler düşünmez herhalde... 

İkincisi:  Mihrac Ural ile çok sayıda telefon görüşmesi yapmış olmalısın. Bunların son bir yıllık bölümü de –ister sabit kanaldan ister uydu üzerinden olsun- telefon şirketlerinde kayıtlıdır. Mahkemeden bunların çıkarılmasını isteyeceğim. 

Üçüncüsü:  Aynı işlem internet görüşmeleri için de geçerlidir. İster uydu üzerinden ister telefon hattı üzerinden yapılsın, kayıtları vardır. Bunların çıkarılmasını isteyeceğim. Bunların arkasından senin yöneticisi olduğun nebil rahuma blogunda Mihrac Ural ile ilgili yazdıklarını, Mihrac Ural’ın kendi bloglarında seninle ilgili olarak yazdıklarını ortaya koyacağım. Bunların hepsi kaydedildi. Bu saatten sonra silmen de faydalı olmaz. 

Ve sana sorulacak: Muhabarat elemanı bu kişiyle bu kadar yoğun bağlantının arkasında ne yatıyor? Planladığınız ama hayata geçiremediğiniz ortak projeleri itiraf etmek zorunda kalacaksın. Başka, hepsi bu kadar mı?

Senin gibi bir “kemalist”in, Hatay’ın Suriye’ye bağlanması gerektiğini savunan ve bunun için Hatay Kurtuluş Örgütü’nü de kuran Mihrac Ural ile bu kadar yoğun ilişkisinin arkasında ne yatıyor? 

Mihrac Ural, Suriye yönetimine karşı olan Müslüman Kardeşler’e karşı silahlı eylem planlamış, bu örgütün önderlerine suikast düzenlemeye kalkmış bir kişi. Suriye devletiyle ilişkisi bu kadar derin yani. Kim söylüyor bunu? Paris’te Müslüman Kardeşler yöneticilerine karşı suikast için eyleme sokulmak istenilen ama reddeden Hasan Cabir. Şam’da Muhabarat merkezine götürülmüş, kendisine eğitim verilmiş. Silahlar İsviçre’deki Suriye temsilciliğinden sağlanmış ve Hasan, “ben bir devrimciyim, Suriye adına eyleme girmem” demiş. Paris’te Muhabarat tarafından kaçırılmış. Mihrac Ural’ın da bulunduğu bir yerde Muhabarat kendisine işkence yapmış. Bunları Hasan’ın kendisi bu sitedeki yazılarında anlattı. Bunları okumamış olamazsın. Daha ne anlatalım be birader... 

Ve sen bu kişiyle, Mihrac Ural ile yoğun ilişki içindesin. Bu durumda, benim yerimde kim olsa sana sorar: Mehmet Yavuz, Muhabarat ile ilişkin nedir, anlat bakalım?.. Bitmedi... 

Değişik yazılarında Mihrac Ural’ı savundun. Ben, Mihrac Ural’ın “belden aşağısına” vuruyormuşum. Mehmet Yavuz, Mihrac Ural’ı savunmak seni neden bu kadar ilgilendiriyor? Üstelik de hayatında hiç görmediğin bana karşı savunmak. Senin başka işin yok mu?..

Çıkar dünyası tabii. Ve de örgüt ortaklığı. Mihrac Ural’ın “belinin altı üstü” yoktur. Mihrac’ın her tarafı “bel” kategorisine girer. Örgüte ait gayrımenkullerin önemli bir bölümü karısının üzerine kayıtlı ise, elbette onun da fotoğrafını yayınlayacağız. Sana ne bundan? Bu konu seni neden bu kadar ilgilendiriyor? 

Mihrac Ural on tane devrimciyi öldürmüş. Muhabarat ile çalışıyor. Örgüt parasını zimmetine geçirerek zengin olmuş. Yaklaşık 10-15 milyon dolarlık serveti var. Bu servetin listesini çıkardık, bazı evlerinin fotoğraflarını yayınladık. Senin de iştahın kabardı tabii. “Bu servetten bana da pay düşer mi?” diye düşündün. Paracılık insanı bu yollara düşürüyor işte. Bunun ardından gelecek olan bellidir; kirli ilişkilerde sınır yoktur... 

Bizim yaptığımız durumu nakliyatçılara duyurmaktır. Dikkate alırlar veya almazlar. Ötesi bizi ilgilendirmez. “Bilmiyorduk” demenin imkânı böylece ortadan kalkıyor... 

Yukarıda ana hatlarını sıraladığım bilgileri içeren geniş dosyanı basına ve değişik kuruluşlara iletmek için sabırsızlıkla mahkemeye başvurmanı bekliyorum. 

13 Aralık 2009