Olay çözüldü. Son olarak öğrendiğimiz iki olgu, Mihrac Ural’ın polisle anlaştığını ve hiç işkence görmediğini ortaya çıkardı. Ciddi bilgi birikimine ulaşıldıktan sonra olay çorap söküğü gibi çözülüyor. Yeni ne öğrendik?
Birincisi: Mihrac Ural üç hafta gözaltında kaldığını ve bu süre boyunca kendisinin İstanbul-Ankara arasında dolaştırıldığını söylüyor. Mihrac Ural’ın sadece bu sözlerinin içinde bile bulunan büyük yalan biraz geç dikkatimizi çekti. Antakya’dan hiç söz etmiyor. Ama bu nasıl olur? Mihrac Ural gibi Antakya’da iyice deşifre olmuş bir kişi bu kente nasıl götürülmez? Üstelik Samandağ Ziraat Bankası da yeni soyulmuş...
Ankara’da Mihrac Ural ile birlikte yakalananlar –Mustafa, Binbaşı ve Rezzan- Antakya’ya götürülürler. Mustafa’nın götürülmesi normal, bu kentte dernek başkanı. Ötekilerin Antakya ile ilgileri yok, muhtemelen bu kenti hayatlarında hiç görmemişler. Buna rağmen, Samandağ soygunuyla aralarında bağlantı kurulabilir umuduyla Antakya’ya götürülüyorlar. Ve Mihrac Ural bunlarla birlikte götürülmüyor. Mihrac Ural’ı Antakya emniyetinde gören hiç kimse yok. Bu, olacak şey değildir. Mihrac Ural’ın başka herhangi bir kente götürülmemesini anlayabilirsiniz, ama Antakya’ya götürülmemesini anlayamazsınız. Sadece bu bile Mihrac Ural’ın polisle anlaştığını gösteriyor. Adamın devrimciliğe başladığı, deşifre olduğu kent Antakya olmasına rağmen, bu kente götürülmüyorsa, burada bir iş var demektir.
Ben, Mihrac Ural’ın Antakya’ya ayrıca, MİT tarafından götürüldüğünü iddia ediyorum. Antakya’da MİT ile Birinci Şube’nin arası açık ve hatta o sırada Birinci Şube’ye de narkotik şubesi müdürü bakıyor imiş. Bu tür çelişkiler her kentte vardır. Mesela, İstanbul’da da 1. ve 2. Şube’nin arası hiç iyi değildi.
Mihrac Ural’ın anne tarafından bir akrabası (Bedii) yıllardan beri MİT’te çalışan bir adam. Bir dönem CHP milletvekilliği yapmış. Hatay’ın Türkiye’ye bağlı olmasını savunmuş. Bazı arkadaşlar Bedii için “Mihrac Ural’ın anne tarafından dedesi” diyor, bazıları başka türlü bir akrabalık öngörüyorlar. Burası önemli değil. Bedii, Antakya’dakilerin bir bildirisine polis tarafından matbaada el konulması olayında müdahale ediyor ve kurtarıcı oluyor. Olayın içinde Mihrac da bulunuyor. Mihrac Ural henüz dışarıdayken Bedii ölüyor. Adamın yıllardan beri MİT ile çalıştığını da Mihrac’ın kendisi çevresindekilere söylüyor.
Antakya küçük yer. Çoğu kişi birbiriyle akrabadır. Bedii ölünce Mihrac’ı koruyup kollamayı başkası üstlenmiş olmalıdır. Mihrac Antakya’ya bu ilişki temelinde ve MİT tarafından gizlice getirilmiş olmalıdır. Başka bir açıklama yok. Mihrac’ın Antakya’ya hiç getirilmemiş olması mümkün değildir.
Bu durumda neden gizli getirildiğini anlamak zor olmasa gerek. Mihrac Ural’ın MİT ile işbirliğinin açığa çıkması istenmiyor. Kendisine yaptığı ve bundan sonra yapacağı hizmetler karşılığında uygun bir polis ifadesi düzenleniyor. Defalarca istememize rağmen Mihrac Ural ifadesini bu nedenle gizliyor, ortaya çıkaramıyor. İfadenin düzmeceliğini kanıtlayacağımızı biliyor, bu nedenle de ortaya çıkaramıyor. Şöyle direndim, böyle direndim diye masal anlatıyor, ama “peki ifaden nerede?” sorusuna somut cevap veremiyor. Kaybolmuş ya da arşive kalkmış falan filan...
İkincisi: Mihrac Ural üç hafta boyunca ağır işkence gördüğünü ve vücudunun parça parça olduğunu söylüyor. Bunun yalan olduğunu daha önce kanıtlamıştık. Cezaevine girdikten kısa süre sonra Isparta Cezaevi’ne yanımıza sevk olarak gelmişti. Vücudunun hiçbir yerinde iz olmadığı gibi, sabah sporuna biz kalkmıyorduk, o kalkıyordu. Gerçekten de işkenceden mahvolmuş durumdaydı adamcağız!!!
Yeni ne öğrendik? Eskiden beri soruyorduk: Bu kadar zaman emniyette kaldığını iddia ediyorsun. Üç hafta boyunca seni hangi kentlere götürdüler? Cevap yok!
Seni hiç gören olmadı mı? Cevabı biz bulduk. Gören var tabii de Mihrac söylemiyor. İstanbul Emniyeti’nden savcılığa, oradan da Sağmalcılar Cezaevi’ne Mihrac tek başına gitmiyor. Değişik örgütlerden kişilerin bulunduğu bir grubun içinde gidiyor. Bu gruptan birisi şunu anlatıyor. “Ben cezaevine ayakkabılarım elimde girdim. Falakadan ayaklarım şişmişti, ayakkabıya girmiyordu!..” diyor. “Peki, Mihrac Ural nasıl girdi?..” diye sordum. “Orasını ben söylemeyeyim!..” dedi. “Gerek de yok! Anladım…”
İşte bu! Mihrac Ural, Sağmalcılar Cezaevi’ne ağır işkence görmüş bir kişi gibi değil, gayet normal olarak giriyor. Bunu tutuklandıktan kısa süre sonra cezaevi avlusunda çekilmiş ve elimizde bulunan bir gazete fotoğrafından görmek de mümkün. Herifte tam ağır işkence görmüş suratı var yani!..
Mesele ortaya iyice çıkmıştır: Mihrac Ural hiç işkence görmedi ve polisle anlaştı...
Burada başka bir soru gündeme geliyor: Hangi hizmetleri karşılığında anlaştı? Polise hizmetlerinden bir tanesi, Nebil Rahuma’nın yakalatılmasıdır. Başka hizmetlerinin de bulunması gerek...
Samsun, Bursa, Antakya, Adana, Niğde ve belki başka şehirlerdeki arkadaşlar da kendilerine şu soruyu sormalılar: 1978 Mart operasyonunda garip bir şekilde ortaya çıkmış, kimden kaynaklandığı bugüne kadar bulunamamış neler var? Mihrac Ural’ın polise yaptığı ve henüz bilmediğimiz öteki hizmetleri bu garipliklerin içinde bulabiliriz. Bu hizmetler Mihrac Ural’ın öteki ifadesinde, düzmece olmayan gerçek ifadesinde yazılıdır. Hafızalarınızı zorlayın bakalım...
Mihrac Ural, aradan 32 yıl geçtikten sonra, bizim ortaya çıkarmamız üzerine, Bursa’ya gittiğini ve orada polis tarafından izlendiğini ve fotoğraflandığını kabul etti. Bu fotoğrafları da Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde kendisine göstermişler. Daha önce bunlardan hiç söz etmemişti. Sadece bu bile, Mihrac Ural’ın polis ifadesi konusunda yıllardan beri yalan söylediğini ortaya koyuyor. İyice sıkışınca, başka çaresi kalmayınca kabul ediyor. Olayları karmaşık hale getirmek için elinden geleni yapıyor; başka çaresi kalmayınca da ya susmak zorunda kalıyor ya da kabul ediyor...
Mihrac Ural’ın polise yaptığı öteki hizmetleri somut olarak ortaya çıkarmak için hafızalarınızı zorlayın arkadaşlar. Mart 1978 operasyonunda oldukça garip şeyler olduğunu biliyoruz. Büyük tablo ortaya çıktı: Mihrac Ural polisle anlaştı. Ayrıntıları birlikte tamamlayalım...
29 Nisan 2010