ÖRGÜTLENME SORUNUMUZ (2)


Mihrac Ural’ın çetleşmelerinde okudunuz. Almanya’ya bir gitmiş, ülkeyi bir uçtan bir uca örgütlemiş, dernekler kurmuş falan filan... 

Haziran 1982 sonlarında oradaki arkadaşların çağrısı üzerine bu ülkeye gittim. Mihrac efendinin bu ülkeden geçmesinden 8 ay sonraydı. Ne örgütlenmesi kardeşim! Acilciler adı çevresinde bir grup insan bir araya gelmiş. Birkaç gece yapmışlar, tabela derneği türünden galiba iki de dernek vardı, yürüyüşlere katılmışlar. Faaliyetin tamamı Türkiye’deki faşist cuntanın teşhir edilmesi üzerine kurulmuştu. Almanya’da idiler ama bu ülkeye yönelik kalıcı bir çalışmaya girmek söz konusu değildi. Yıllardır bu ülkede kalanların bile yaşadıkları yeri tanıdıkları söylenemezdi. 

O sırada Almanya’nın değişik kentlerinde Türkiye’deki baskıları protesto etmek amacıyla açlık grevleri yapılıyordu. Benzeri bir eylem Fransa’da yapılmamıştı. Nedeni ise, büyük kentlerin özellikle de Paris’in yaz nedeniyle boşalmasıydı. Kendi kendimize eylem yapacaktık ve bunun da anlamı yoktu. Sadece biz değil herkes aynı düşüncedeydi. 

Mihrac efendi Suriye’den haber göndererek “derhal açlık grevine başlansın” buyurmuştu ve Paris’tekiler kendisini dikkate almak gereğini duymamışlardı. Almanya’da ise birkaç siyasetin katıldığı açlık grevleri vardı. Ne yazık ki, hiç de uygun olmayan bir zamanda eylem yaptıklarını başladıktan sonra fark etmişlerdi. Ama artık başlanmıştı ve bir süre sürdürülmesi gerekiyordu. Yaz aylarında propaganda imkânları özellikle kısıtlı olduğu için bu açlık grevinin kayda değer bir etkisi olmadı. 

Almanya’daki arkadaşlar sıkıntı içindeydiler. Sıkıntı, ne yapacaklarını bilememekten kaynaklanıyordu. Suriye’den şöyle yapın böyle yapın diye zırt pırt emirler geliyordu ama bu emirleri yerine getirebilecek örgütsel güç yoktu ve emredilenlerin hayatın o günkü gereklerine uygun değildi. 

Daha ilk gittiğimde, Mihrac Ural’ın benim Almanya’ya gelmemden Hazreti Ali’den korkar gibi benden korktuğunu anladım. Nereye gitsem oraya telefon edip bana ulaşıyor ve hemen Fransa’ya dönmemi istiyordu. Ben de “işim ne zaman biterse o zaman dönerim” diyordum. Telefonda bile panik içinde olduğu belli oluyordu. 

Mihrac Ural sekiz ay önce Almanya’dan bir çekirge sürüsü gibi geçmişti. Örgütlemek ne kelime, var olanı da tahrip etmiş, bir sürü olanağı da alıp Suriye’ye götürmüştü. Avrupa ülkelerine sağılacak inek gibi bakmak Türkiye devrimci hareketinde yaygın bir olgu olmakla birlikte, Mihrac Ural bu anlayışı çapulcuk düzeyine vardırmıştı. Almanya’da esaslı bir temele dayanmayan örgütlenme de bu çapulculuktan doğal olarak zarar görmüştü. 

1982 yılının yaz aylarında Almanya’da keşke daha geniş bir örgütlenme olsaydı. İki ay sonra ayrılık vardı ve Almanya’nın yaklaşık üçte ikisini alırdım. Böylece 1982-84 arasında yaşadığım ciddi sıkıntılar da azalmış olurdu. 

12 Eylül faşizmini tartışırsınız, öncü savaşını tartışırsınız; bunların hepsi iyi de, bu ülkede ne yapacaksınız? Bunu da tartışmanız gerek. Bu ülkede o zaman iki milyon Türkiyeli göçmen işçi yaşıyordu. Burada nasıl bir çalışma yürüteceksiniz? Bu konuda kafa yormadan ve çözümlere ulaşmadan az çok kalıcı bir örgütlenme yapamazsınız. 

Mihrac efendinin böyle bir sorunu yoktu. Buraya gelen merkez yönetim üyelerinin de böyle bir sorunu yoktu. Zaten bu konuda kafa yorabilecek  bilgi ve kültür düzeyine de sahip değillerdi. En önemli becerileri para toplamak ve bu parayı örgütün içinde “kaybetmekti”. Hepsi profesyonel devrimciydi ama ne işe yarıyorlardı da profesyoneldiler, orası belirsizdi. 

1982-1987 yılları arasında Türkiye devrimci hareketinin merkezi Köln sayılırdı. Akla gelebilecek her örgütün merkez kadrosu bu kentte ya da bunun civarındaydı. Diyarbakır’da olan her olay bir saat sonra Köln’de duyulurdu. Aynı olayın İstanbul’da duyulması bazen bir hafta alıyordu. 25-30 örgütün katıldığı ortak eylem planlama toplantıları yapılırdı. Saatlerce süren tartışmalar, eylemden çekilenler, eylemin örgütlenmesi... 

Bu arada da kendinizi sadece bu alana hapsetmemeniz ve bu ülkedeki göçmen işçilerle ilgili çalışmalara yönelmeniz gerekiyordu. Bir konu açıktı: Bu ülkede sürekli Türkiye’deki duruma yönelik propagandayla örgütlenme yapamazdınız. Politik çalışma esas olarak ilticacılara değil, ikinci kuşak göçmen işçilere dayanmalıydı. İlticacılar tabii ki olacaktı, ama yürütülen çalışmada bu kesim temel alınmamalıydı. Bunu herkese kabul ettirmek hiç kolay değildi. Direnişle de karşılaşıyordu.. 

Bir bölüm insan Türkiye’de iken devrimci harekette daha ön planda imişler, ama Almanya’da hiçbir işe yaramıyorlardı. Her şeye yabancı idiler. Konumlarının daha geri planda olmasını da kabullenemiyorlardı. Tek sermayeleri anti-faşist propaganda idi ve kaçınılmaz olarak küçük bir çevrenin dışına çıkamıyorlardı. Boşluk duygusu kaçınılmaz olarak çürümeyi de getiriyor ve bir bölümü giderek pis işlere bulaşıyordu. 

Almanya’ya geldiğimde TKEP’in yaklaşık 300 kişilik bir taraftar kitlesi vardı. Bunların yaklaşık 200 kadarı Köln’de idi ve tam da yukarıda saydığım özelliklere sahipti. 1983 başlarında bu kesimle ilişkimizi kestik. Kolay bir karar değildi tabii... 

Politik bir örgüt taraftar kitlesinin üçte ikisiyle bağını kesiyor. Bu insanlarla politik çalışma yapılamazdı. Kararı tek başıma almadım, Almanya Komitesinin kararıydı ve geriye kalan yaklaşık yüz kişinin de en büyük güvencesi, ikinci kuşak temelinde örgütlenebileceğimize inanmalarıydı. Birkaç ay içinde bile yapılanlar bu inancı doğurmuştu. Nitekim bir yıl kadar sonra yaklaşık 400 kişilik bir kitleye sahiptik ve bunun ağırlıklı kesimini de Türkiyeli göçmen işçilerin ikinci kuşağı oluşturuyordu. Bunun için yayın çıkarmanız gerek, çok sayıda konuyu da öğrenmeniz gerek. Örneğin, göçmen işçi çocuklarının eğitim sorunları vardı. Bu konuda politika üretebilmeniz için Almanya’nın eğitim sistemini öğrenmeniz gerekliydi. Bunun gibi akla gelebilecek her konuda politika üretilmesi gerekiyordu. Belirli eksiklikler taşımakla birlikte bunu yapabildik. Haydi bakalım, sıkıysa boz bu örgütlenmeyi... 

Konuyu daha fazla uzatmadan şu kadarını söyleyeyim: Mihrac Ural bir yerdeki örgütlenmeyi bozabiliyorsa, bunun esas nedeni onun becerisi değil, oradaki örgütlenmenin zayıflığıdır. 

21 Mayıs 2010