AHMET YILDIRIM VE İNSANINA SAHİP ÇIKMAK


İnsanına sahip çıkmamak devrimci hareketin ezeli derdidir. İnsanlar büyük özverilere katlanırlar ve bunu gönüllü olarak yaparlar. Gün olur zor duruma düşerler. Mesela, cezaevine düşerler ya da cezaevinden çıktıktan sonra geçimlerini nasıl sağlayacaklarını bilemezler. Bu durumda örgütlerinin onlara destek olması gerekir. Ya da taraftarlar bu kişilere destek olmak için ortaklaşa çaba gösterirler. Bunu da tabii ki örgütten bağımsız olarak yapmazlar. 

Cezaevindeki bir kişinin iki ihtiyacı önemlidir, maddi destek ve dışarıdan haber iletilmesi. Dışarıda çıkan ve genellikle illegal olan yayınların cezaevine sokulması... 

Örgütün cezaevlerindekilerin ihtiyaçlarının karşılanması konusunu kendisine dert etmesi gerekir. Bu konuda eksiklikler, yetersizlikler, yanlış uygulamalar olabilir. Ne ki bunlar yapılmaya çalışılan uygulamanın içindeki eksiklerdir. 

Bir de cezaevlerinde bulunanlarla hiç ilgilenmeyen örgütler vardır. Buradaki uygulamada eksiklik değil açıkça ilgisizlik söz konusudur. 

Kendimden örnek vereyim... 1977 Eylül’ünde Sağmalcılar cezaevinden önce Eskişehir’e ve oradan da Isparta’ya sürüldük. Değişik siyasi örgütlerden yaklaşık 40 kişiydik. Birlikte kaldığımız dönemde kasa bendeydi. Kime ne kadar para gelirse kasaya teslim edilirdi ve ortaklaşa harcanırdı. Sağmalcılar’da iken ortak komün yoktu ama Isparta’da vardı. Kime kaç para geldi, bunun lafı edilmezdi. Arkasından çoğu kişi tahliye oldu ve sayıca az kaldık. 

Konya Cezaevi’nde ekonomik yönden biraz sıkıntı çektik. Ben, Mihrac, Ali, Zafer ve bir de Zafer’in akrabası Tahsin birlikte kalıyorduk. Çoğunlukla bana para gelirdi ve ortak harcanırdı. Böyle şeylerin lafı da edilmezdi. Devrimcisin ve tabii ki ortak harcayacaksın... 

Mihrac Ural adlı soytarı bu cezaevine annesinin yemek getirdiğini söylüyor. “Böyle şeylerin lafı edilir mi?..” derseniz, bu soytarı eder. Bunu bile kullanmaya kalkar. O kadar çaresiz durumda ki, bunu bile kullanmaya kalkar. 

1979 yılı yaz aylarında İstanbul’daki Selimiye Askeri Cezaevi’nde iken Kayseri’de büyük bir soygun yapıldı ve kısa süre sonra bize de bir miktar para ulaştı. Dışardakiler, ellerinde olanak olunca içerdekileri ihmal etmiyorlardı. Başka cezaevlerinde de mutlaka benzeri uygulamalar olmuştur. 

12 Eylül darbesinden sonra cezaevleriyle ilişki kurmak zorlaştı. Dahası, dışarıdakilerin feci bir şekilde paraya ihtiyacı bulunduğu için cezaevlerindekilere sık sık gerekli destek yapılamadı. Bu durumda sempatizanlar devreye girdiler. Eksiklikler ve aksamalar kuşkusuz yaşandı ama çok sayıda örgüt elinden geldiği oranda şu veya bu oranda cezaevindeki insanına destek oldu. 

Arkasından tahliyeler geldi. Büyük oranda 1991 sonrasında çıkan infaz yasasıyla birlikte çok sayıda tahliye yaşandı. Sanırım Ahmet yıldırım da bu dönemde tahliye olmuştur.  http://thkp-c-acilciler.blogspot.com ’da ANTIOCHIA rumuzuyla yazan arkadaşın belirttiğine göre, Ahmet Yıldırım çıkınca ciddi geçim zorluklarıyla karşılaşmış ve geçimini sağlamak için düzenin bazı pisliklerine bulaşmak durumunda kalmış. 

Yazıyı yazan ve geçmişinde Acilci olmadığını söyleyen bu arkadaşa gerçekçi belirlemesi için teşekkür etmek gerekir. Biz “Kör ölür, badem gözlü olur!..” mantığına sahip insanlar değiliz. İnsanlar yanlışları, eksikleri ve hatalarıyla birlikte vardır. İnsan bir bütündür ve bütün yönleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Kişinin iyi ya da kötü şu veya bu yönünü alıp genelleyerek objektif bir değerlendirme yapamazsınız. 

Size iki küçük örnek vereyim: Deniz Gezmiş, 1970 yılında Ankara’da ODTÜ’ye gelinceye kadar kemalistti. 1969 yılında Samsun-Ankara 19 Mayıs Mustafa Kemal Yürüyüşü’nün düzenleyicileri arasındadır. Deniz Gezmiş’in bu özelliği alınıp genelleştirilebilir mi? Böyle yapanlar var. Siyasi çıkarları için böyle yapıyorlar. Gerçekte olan ise, Deniz’in politik bir evrim geçirdiği ve düşüncelerinin değiştiğidir. 

Yine geçenlerde ODTÜ’de benim de üyesi olduğum Sosyalist Fikir Kulübü’nden arkadaşlardan birisi arşivinde eski bir fotoğraf bulmuş. Yıl 1969 başları. ODTÜ’de ABD Elçisi Komer’in arabası yakılmış. Bundan birkaç gün sonra bir grup önlerinde Türk bayrağıyla üniversitenin giriş kapısına doğru yürüyüş yapıyorlar. Gruptakilerden bir tanesi Yusuf Aslan. Üç yıl sonra idam edilecek olan Yusuf Aslan ise başka bir insandır... 

Ahmet Yıldırım’a dönelim. Yoldaş bu örgüt için yıllarca hapis yatmış. Bu arada sağlık durumu da bozulmuş. Hapisten çıkıyor, anlaşıldığı kadarıyla tek başına kalıyor. Durumu kötü, geçinebilmek için düzenin pisliklerine bulaşıyor. 1990’lı yıllarda bile anlı şanlı Hatay örgütünün durumunu görüyor musunuz? “Acilciler’in Hatay bölgesinden tanınmış bir militanına bile sahip çıkamayacaksan, sen ne işe yararsın?..” diye sorarlar adama. 

Bir işe yaramıyor. Gerçekte ise böyle bir örgüt bulunmuyor artık. Örgüt artık olmasa bile bu işin başka yolu yok mudur? Vardır ve çok sayıda devrimci örgüt aynı yolu kullanmıştır. Hapisten çıkan ve ülkede yaşama imkânı bulunmayan ya da zor olan kişi ülke dışına çıkartılır. Almanya, Fransa, İsviçre ya da başka bir ülkeye götürülüp iltica başvurusu yapılır. Kişinin muameleleri tamamlandıktan sonra hayat yine kolay değildir ama en azından Türkiye’deki kadar zor da değildir. Kişinin kaçak olarak ülke dışına çıkarılması ve bir Avrupa ülkesine ulaştırılması, 1990’lı yılların parasıyla 5-8 bin DM’ye malolur. Bir de gidilen ülkede bu kişinin barınma ve iltica işleriyle ilgilenecek en fazla birkaç kişi gerekir. Hepsi bu kadar. Bu işin “zahmeti” bu kadardır. 

Ahmet Yıldırım’ın ülkede yaşamasının ve geçinebilmesinin bir yolu bulunamıyorsa, ülke dışına çıkarılabilirdi. Yapılmamış, zira kimse ilgilenmemiş. İlgilenenler olduysa da gerekli kaynağı bulamamışlar. Bu ne acı bir durumdur. Bu nasıl bir rezalettir. Sonraki yıllarda kendisine ve de oğluna tanesi en az 40-50 bin Avroluk (80-100 bin DM) jipler alan Mihrac Ural, bu kadar parayı bulamaz mıydın? Bal gibi bulabilirdin, ama yapmadın. Ahmet Yıldırım’ı kendi amaçların için kullanabileceğine aklın yatmadı, bu nedenle de ilgilenmedin. 

Ya Fransa’daki sözüm ona Acilciler. İşyerleri olan Acilciler. Bu kadarcık parayı bulamaz mıydınız? Fazlasıyla bulurdunuz ama ilgilenmediniz. Sözüm ona Acilciler’in Avrupa’daki örgüt sorumlusu olan dolandırıcı Salih, neden ilgilenmedin Ahmet Yıldırım ile. Gerçi sen Ahmet Yıldırım için insanlardan para istesen bile sana kimse para vermezdi. Çünkü bilinirdi ki, birkaç günde parayı harcardın. 

Bunlar bu işte. Yok devrimciymiş, yok Acilciymiş, hepsi palavra. 

Mihrac Ural, Alevi imiş, Antakyalı imiş, genel sekreter imiş. Bak sen hele şu soytarıya. Hazreti Ali sağ olsaydı, “Bu Alevi ise, ben değilim!..” derdi. Zülfikâr’ıçeker, seni 40 parçaya bölerdi. Bunların yıllardan beri insanlıkla bile ilişkisi kalmamış. 

Evet, devrimci örgütler kendi insanlarına yeterince sahip çıkamadılar. Ama hiçbir örgüt de bu kadar düşmedi. Polis öldürmüş ve yıllarca hapis yatmış bir insanını kimse böyle ortalıkta bırakmadı. 

“Ne örgütü!..” demek gerekir aslında. 1990’lı yıllarda Acilciler yoktur, “Mihrac Ural and Co.” vardır. Bunu “Mihrac Ural ve çakalları” olarak okuyabilirsiniz. Dertleri ceplerini doldurmaktı. 

Ne örgütü!.. Bunlarda bırak devrimciliği daha o yıllarda dahi insanlık bile kalmamış. Ahmet yıldırım konusu Acilciler tarihinin yüzümüzü kızartması gereken sayfalarından bir tanesidir. Burada yüzü kızarması gereken bizleriz, Mihrac Ural ve Çakalları değil... 

11 Haziran 2010