İLLEGALCİLİK OYNAMAK


Oynadığınız oyun sona erdi beyler! Mihrac Ural için beş paralık değeriniz olmadığını halâ anlamış değilseniz, belki bundan sonra anlarsınız. Yine de anlamıyorsanız, sizi Mihrac Ural’ın Allah’ı ve de şeyhi Hüseyin Bin Hamadan kurtarsın. İşiniz onlara kalmış durumda... 

Sizler de kısa gözaltı sürenizde gördüğünüz ve başka pek çok örnekte de görüldüğü gibi, polis sorguda genellikle işkence yapmıyor. İstisnalar yok değil, var; ama polis işkencesinin eskisine göre önemli oranda azaldığını söylemek mümkün. 

Neden peki? Ülke demokratikleşti de ondan mı böyle oldu? Yoksa Avrupa Birliği’ne girmek umuduyla mı böyle yapılıyor? 

İkisi de değil... 

Eskiden polisin başlıca üç bilgi kaynağı vardı: 

Birincisi: Takip ve örgüte sızma. 

İkincisi: Örgüt militan ve sempatizanlarının değişik yerlerde gereksiz konuşmaları ve çevreye verdikleri bilgiden polisin de haberinin olması. 

Üçüncüsü: İşkence. 

Eskiden de polisin başlıca bilgi kaynağı işkence değildi. Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği adlı örgüt bu konuda güzel bir örnektir. Bu örgütten çok kişi yakalandıklarında büyük bir direniş sergilemişler ve polise bilgi vermemişlerdir. Gerçek direnişten söz ediyorum, Mihrac Ural’ınki gibi uyduruk direnişten değil… Buna rağmen polis, bu örgütün çok sayıda kadrosunu yakalayabildi. Tek açıklama, polisin başka bilgi kaynaklarının da bulunmasıdır. 

O günden bu güne ne değişti?

Eskiden fazla gelişmemiş olan “teknik takip” diye bir kavram gelişti. Bunu, örneğin, ilkel haliyle, Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in kuşatıldıkları Maltepe’deki evde görmek mümkündür. MİT, evin çatısından içerde yapılan tüm konuşmaları dinlemiştir. Keza bizim yakalanmamızda hepimizin fotoğraflanması bir başka örnektir. Yaklaşık 20 yıl önce Avrupa ülkelerinde uygulanmaya başlanan gelişmiş teknik takip, son beş on yıldır bizde de hayata geçirilmeye başlandı. 

Nedir bu teknik takip? 

Görüntülü  takip: Bir yerden bir yere gidiyorsunuz. Kentin içi ve kentler arasındaki yollar görünür ve görünmez kameralarla dolu. Takip için kişinin arkasına adam takmak eskidendi. Şimdi bir yerden bir yere giderken ister istemez çok sayıda kamera tarafından kayıt ediliyorsunuz. 

Cep telefonu takibi: Cep telefonları baz istasyonları temelinde çalışır. Telefon, verdiği sinyallerle en yakındaki baz istasyonuyla sürekli iletişim içindedir. Sizi arayanlarla ya da sizin aradıklarınızla da o baz istasyonları üzerinden temas kurulur. Yani cep telefonu sizin hangi gün ve hangi saatte nerede bulunduğunuzu sürekli rapor eder. Polisin tek yapacağı, telekomünikasyon şirketiyle temasa geçip, izlemek istediği numarayı vermektir. Bunu daha sonra da yapabilir, çünkü baz istasyonlarındaki kayıtlar hemen silinmez. 

İnternet takibi: İnternette kiminle yazıştığınız, kime ne gönderdiğiniz takip altındaysanız hemen, değilseniz de daha sonra bulunabilir. Sanal dünyada hiçbir şey kaybolmaz. Siz bilgisayardan sildiğinizi zannetseniz bile, o, görünürde kaybolmuştur. Sanal dünyanın dehlizlerinde yeniden bulunabilir. Sanal dünya kendisinden geçen her bilgiyi kopyalar. Bunu halâ bilmeyen varsa, bir an önce öğrenmesinde yarar vardır. Geçenlerde bir gazetede internet iletişimiyle ilgili bir kurulun başkanının açıklaması vardı: “İnternete bir kere giren bilgi bir daha yok olmaz. Bunu bilerek adımınızı dikkatli atın!..” diyordu. 

Cahil cesaretine sahip insanlarla uğraşmak zor... 

Hatırlarsınız, yaklaşık bir yıl önce Mihrac Ural’ın blogunda kendisine gelen övgü dolu mesajlar yayınlanıyordu. Garibim, bu mesajları gönderen bilgisayarların IP numaralarının bulunabileceğini bilmiyordu. Bulundu ve hepsi aynı bilgisayar çıktı. Yani, Mihrac Ural kendi kendine övgüler yazıyordu!.. 

Haydar Kılıç olsun, başka arkadaşlar olsun, Suriye’deki posta iletişim adresinin yıllardan beri denetim altında olduğunu, buraya giden bütün mektupların örneğinin poliste bulunduğunu, dahası Suriye’den gelen mektupların da izlendiğini değişik kereler yazdılar. Bunlar neredeyse 20 yıl önce oluyor. O zaman bile durum böyle. Ya sonra?.. 

Sonrası daha basit: Mihrac Ural’ın yanına kim, ne zaman gitti? Telefonla ne konuştular, internette neler yazıştılar, hepsi bellidir. Zaten polisin elindedir ya da istediği zaman bulabilir. Bu durumda polis neden işkence yapsın? 

İşkencede bu kadar bilgi alamaz. Kişi yalan söyleyebilir, bazı olayları gizleyebilir, ama teknik takipte gizlemek mümkün değil. Her şey açık olarak belli; ister kabul et, istersen etme. 

Bunlar yıllardan beri bilinen uygulamalar. 15 yıl kadar önce İsviçre polisi ülkedeki bütün cep telefonlarını izleyebilen bir sistemi devreye sokmuştu. Yani, ülkede bulunan ve cep telefonu taşıyan herkesin ne zaman nereye gittiği izlenebilecekti. 

Cep telefonuyla, internetle illegalite olmaz. Olsa olsa illegalcilik oynanır. Mihrac Ural ve birkaç kişilik takımının geçtiğimiz aylarda yaptığı gibi... 

Silahlı propagandayı temel alarak örgütlenmeyi savunan bir örgütten imişler, Acilci imişler... Yahu siz ne yaptığınızın farkında mısınız? 

Biz “Bu örgüt 22 yıl önce tarihe karıştı!..” diyoruz; siz, “Hayır, halen devam ediyor!..” diyorsunuz. Ve de bunu açıkça yapıyorsunuz. İnternette yapıyorsunuz, bloglarda yazıyorsunuz. Yetmiyor, bir de fotoğraflar yayınlıyorsunuz. Cep telefonlarıyla, internetle bu konuda haberleşiyorsunuz. Ve de resmen illegalcilik oynuyorsunuz... 

Önceden de yazmıştım, tekrarlayayım: Birisi kalkıp da “Ben MLSPB’liyim!..” derse, bunun bedeli vardır. “Ben Acilciyim!..” demek de aynı şeydir. 

Belki unuttunuz, hatırlatayım: Acilciler, silahlı propagandayı temel alan bir örgüttü, yani bir silahlı mücadele örgütüydü. Adını yerli yersiz ağzına alanları, onun adıyla oyun oynamaya kalkanları fena halde yakar. 

Mihrac Ural Suriye’de ve Muhabarat’ın himayesinde, “Bana bir şey olmaz. Ötesi de umurumda değil. Kullandığım kadar kullanırım, artık işe yaramayanı da çöpe atarım!..” diye düşünüyor. 

Haydar Kılıç’ın deyimiyle “süzme acilciler” çöplüğü, neyi savunursanız savunun, ama önce biraz adam olun adam. Ve de illegalcilik oynamayın. Sonra fena çarpılırsınız... 

13 Nisan 2010