MİHRAC URAL POLİTİK CESETTİR (3)


Üçüncü bölümle devam ediyoruz: CESEDE TOPRAK ATIN!..

Mihrac Ural’ın geçtiğimiz iki yılda politik cesetleşmesinin üç aşaması vardır. Bu üç aşama birbirinin ardı sıra gelmez, iç içe geçmiştir, ama yine de belirli bir sıra içinde ele alınabilir. İlk aşama, devrimci hareket çapında gerçekleşti. İkinci aşama, eski Acilciler ve HDÖ’lüler çapında gerçekleşti. Son aşamada, ki şimdi bu aşamadayız, Antakyalılar çerçevesinde gelişiyor. Mihrac Ural’ı ininin içine kadar kovalayacağımızı söylemiştik ve şimdi oradayız. 

İlk aşama en kısa ve en kolay aşamaydı. Yaklaşık 6 ay kadar sürdü ve 2009 başlarında bitti. Bu aşamanın kolay ve hızlı olması, önceden de belirtmiş olduğum gibi, Mihrac Ural’ın devrimci hareketi bilmemesinden kaynaklanıyordu. 20 yıl öncesinden bazı bilgileri vardı ve bu eksik bilgilerden ileriye gidememişti. 

1981-1987 yılları arasında devrimci hareketin merkezi Almanya sayılırdı. Yaklaşık 30 bin kadar politik mülteci değişik Avrupa ülkelerine gelmişti. Bunların büyük çoğunluğu, özellikle de yönetici kesimi Almanya’da idi. Ya bu ülkeden iltica almışlardı ya da Fransa’dan alıp Köln ve civarına yerleşmişlerdi. 

Ülke devrimci hareketinin bu büyük sahnesinde ben de bulundum ve doğrusu hiç de kötü bir performans göstermedim. Başlangıçtaki hareket tarzım şöyleydi: Mihrac Ural ne söylüyorsa doğrudur! Bundan sonra söyleyecekleri de doğrudur! Ve ben devam ediyorum. Bakalım ne yapacaksın. 

Şöyle bir panoramik hesap yaptım: Acilciler’in üç kurucusundan birisiydim. TDAS’ı yazmıştım. 1977’de örgütün adını ülke çapında duyuran eylemlerde büyük sorumluluk bana düşmüştü. Rıza ve Yüksel ile birlikte karar almıştık ama daha ilk adımda birisi ölmüş öteki yakalanmıştı. Öncü savaşına başlamak kararını ileriye götürmek de ağırlıkla bana düşmüştü. Bir örgüt için bu kadar şey yapmış olmak yeter, isterse kalanın hepsi kötü olsun. Böyle bir şey yok, ama isterse kalanın hepsi kötü olsun. 

1981 yılının ortasından beri Avrupa ülkelerinde idim ve Paris ev işgallerinden Almanya’da Demokratik Sosyalizm Partisi Frankfurt İl Yönetimi üyeliğine kadar başarıdan başarıya koşmuştum. Mihrac Ural istediği iddiada bulunabilir, bu kadarı bana fazlasıyla yeterdi. Tahminimden daha da fazla yetermiş. 

Şunu biliyordum: Aralarında görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, devrimci hareketin değişik örgütlerindeki yönetim kademesi arasında kolayca görülmeyen ama hissedilebilen bir bağ vardır. Bu insanların hepsi olmasa bile önemli bir bölümü birbirlerine bağlıdırlar. Sonuçta bu devrimci hareketin yükünü taşımışlar, büyük yenilgileri yaşamışlar, başarıları görmüşlerdir. Başka bir örgütten tanınan birisine karşı bir kampanya yürütüldü mü, buna iyi gözle bakmazlar. 

İyi gözle bakmamanın ötesinde, önceden düşünmediğim bir şey daha ortaya çıktı: “Engin ile beş –kimisi için on- yıl legalde birlikte çalıştım. Bir itirafçı ve özel harp dairesi elemanıyla bu kadar uzun zaman birlikte çalışacak kadar aptal değilim!..” dediler. Böyle bir tepkiyi önceden düşünmemiştim doğrusu. 

En hoş tavır Kürtlerin tanınmış bir gazetecisinden geldi. Daveti üzerine sitesinde yazı yazıyordum. Mihrac Ural önce hakkımda değişik açıklamalar göndermiş. Adam tepki göstermemiş. Mihrac Ural, bunun üzerine oturup özel bir mektup yazmış. Yine tepki yok. Bir daha mektup yazmış Mihrac Ural... Bir gün baktım ki, sitesinde bir tarafta kendi fotoğrafı var. Öteki tarafa da benim fotoğrafımı koymuş. Olay bitti tabii... 

Bunlar başlangıçta olanlar. Zaman geçtikçe Mihrac Ural’ın açıklamalarının etkisi iyice azaldı. Son değerlendirme şöyle: “Ben Muhabarat’tan bilgi alacak kadar düşmedim!..” 

Bu kadar!.. Bunlar benim bildiklerim ve bilmediklerim de mutlaka vardır... Sonuçta hepsi aynı kapıya çıkıyor: Mihrac Ural’ın aleyhimdeki kampanyası devrimci hareket genelinde fiyaskoyla sonuçlandı. Kendisinden yılmayıp devam etmesini talep ediyor ve çabalarında başarılar diliyorum! Yani başka ne diyeyim... 

VE MUHABARAT KONUSU... 

Burada, Mihrac Ural’ın politik cesetleşme sürecinin yine bize özgü bir yanıyla karşılaşıyoruz. 1975-1980 döneminde devrimci hareketin büyük bölümü gizli koşullarda çalışıyordu. Bu gizlilik oldukça laçka bir gizlilikti. Çok kişinin çok şeyi bildiği bir gizlilikti ve örgütü polisten gizlemekten ziyade, örgüt elemanlarının birbirlerinden gizlenmesine yardımcı oluyordu. 

1975-1980 döneminde, bu koşullarda, aynı örgüt içindeki insanların birbirlerini tanıması kolay değildi. İnsanlar açık ilişkiler içinde kendilerini gizleyemezler. Açık ilişki iki yerde olur: Hapishanede ve ülke dışında... Bu alanlarda insanın kendisini gizlemesi mümkün değildir. Ne olup ne olmadığı hemen ortaya çıkar.  

Mihrac Ural’ın gerçek çehresinin ortaya çıkmasında, ardından politik teşhirinde ve cesetleşmesinde ülke dışının, somut söylersek Suriye’nin, belirleyici yeri vardır. Başka örgütlerin içindeki Mihrac Ural’ların ortaya çıkarılmasında –varsa eğer- ülke dışından hareket etmeye başlamak daha kolay olabilir. Orada olaylar çok sayıda kişinin gözleri önünde olmuştur. 

Burada şöyle bir soru sorulabilir ve bu soru Mihrac Ural’ın politik cesetleşmesinde büyük öneme sahiptir: Bazı şeyleri, örneğin Muhabarat konusunu, neden yeterince hızlı değerlendiremedik? Bırakalım başka koşullardaki 30 yıl öncesini, yakın zamana kadar neden yeterince hızlı değerlendiremedik? 

Biliyoruz, insanlar zaman içinde değişebilirler. Sadece ülke dışında değil ülkede yaşadıklarında da zamanla değişebilirler. Ancak bu değişim en az üç ile beş yıl gerektirir. Türkiye’de iken devrimci olan bir kişi, başka bir ülkede, diyelim beş yıl sonra, o ülkenin polisiyle birlikte çalışmaya başlayabilir. Bunun örneklerini değişik Avrupa ülkelerinde gördük.  

Ne ki, Mihrac Ural için böyle bir zaman aralığı söz konusu değildi. Suriye’ye gelir gelmez Muhabarat ile bağlantıya girmiş ve değişik olanaklar elde etmişti. Sağ kolu sayılan ve “Türkiye sorumlusu” olarak gördüğü Tacettin Sarı, Suriye’ye gelir gelmez polis olarak çalışmaya başlamış, daha sonra “yükselerek” Muhabarat’ta subay olmuştu. 

Mihrac Ural, Suriye’ye geldikten 6 ay sonra bu ülkenin vatandaşı yapıldı. Önceden ilişki olmadan böylesi gelişmeler mümkün değildir. Öncesi neresi, Türkiye... 

Mihrac Ural’ın Türkiye’de iken Muhabarat ile ilişkisi vardı. Aksi durumda Suriye’de olup biteni açıklayamazsınız. Bu kadar hızlı gelişme, önceden ilişki olmadan mümkün değildir. 
Bu ilişkinin babası Zeki Ural vasıtasıyla nasıl kurulduğunu da http://thkp-c-acilciler.blogspot.com ’da açıkladık. Ama yine de bu konuda kafamızın yavaş çalıştığını söyleyebiliriz. 

Aynı yavaşlığı başka bir konuda daha gösterdik. Mihrac Ural, kendi ifadesiyle, üç hafta gözaltında kalmış ve bu sürede Ankara-İstanbul arasında dolaştırılmıştı! Antakya’nın adı geçmiyordu ve bu durum uzun zaman dikkatimizi çekmedi. Antakya’yı hayatında görmemiş olanlar bile sorgu için ve Samandağ Ziraat Bankası soygunuyla ilişkilendirilmek için bu kente götürülecekler, Mihrac Ural –en azından açık olarak- buraya götürülmeyecek. Olacak şey değil... 

Mihrac Ural’ın hiç işkence görmediği, polisle anlaştığı ortaya zaten çıkmıştı ve Antakya konusu da meselenin tuzu biberi oluyordu. 

Mihrac Ural’ın Antakya’ya götürülmemesinin garipliğini –Ankara’da yakalanan ve Antakya’ya götürülenlerin hiç birisi kendisini burada görmemişti- İbrahim’e telefonla söylediğim zaman, ikimizin de aklına aynı soru geldi: Bu kadar açık bir şeyi bugüne kadar neden göremedik? 

“Benim Antakya’da davam yoktu, onun için götürmediler!..” açıklaması, Mihrac Ural’ın panikleyerek yine herkesi salak yerine koymasının göstergesidir. Biz mahkeme sürecinden ya da cezaevi sevkinden değil, polis sorgusundan söz ediyoruz. Antakya’da bilinen bir kişi olduğun halde, nasıl olur da seni sorgu için bu kente götürmezler? Bu kadar açık soruyu geç görmemizin nedeni, eski bir alışkanlıktan kurtulamamış olmaktır. Mihrac Ural’ın hainliğini, devrimci katilliğini, Muhabarat ajanlığını, örgüt parasını cebine indirmesini biliyoruz. Ama kafamızın gerisinde sürekli olarak bu kişinin bir zamanlar devrimci olduğu düşüncesi kalmış. O düşünceden gelen alışkanlık, bizim apaçık kanıtları değerlendirmemizi yavaşlatmış... 

Bu sitede yer alan çok sayıda yazıyla ve kanıtlarıyla açıklandı: Mihrac Ural baştan itibaren Muhabarat elemanıdır. 1976’de Yüksel Eriş’e Hatay’ın bağımsızlığı konusunu empoze etmeye çalıştığı zamandan beri, en geç bu zamandan beri Muhabarat ile ilişkidedir. 1977’de benim yakalanmamı fırsat bilip, 21 yaşındayken kendisinin örgüt lideri olduğunu bütün ilişkileri dolaşarak yaymaya çalışması, ancak Muhabarat’ın isteği temelinde anlaşılabilir. Muhabarat, kendi elemanının “lider” olmasını istiyordu!.. 

Mihrac Ural hiçbir zaman devrimci olmadı. Onun devrimciliği, zorunluluk sonucu SSCB’den yana olmuş Suriye’nin devrimciliği gibidir: SSCB’ye selam, dümenimize devam!.. 

Bu konu kafamızda iyice açıldığında, gözümüzdeki ince de olsa perde kalktı. Zahmetli bir süreç oldu, ama yapabildik. Daha çabuk yapabilirdik kuşkusuz... 

Sürecek... 

24 Haziran 2010