Geçenlerde Mehmet Avan ile konuşurken, Mihrac Ural’ın bana 33 yıldır büyük bir aşkla bağlı olduğunu anladım. Bunu şimdiye kadar neden anlamamıştım, hayret yani.
Mehmet Avan bana 33 yıl önce, yani 1977 yılında, Mihrac Ural’ın az çok da olsa örgütlü olduğumuz bütün bölgeleri dolaşıp aleyhimde propaganda yaptığını anlattı: “Böyle bir kişi liderimiz olamaz!..” demiş.
İyi demiş, itirazım yok. Tabii benim yerime kendisi “lider” olacak. Olabiliyorsa olsun, ona da itirazım yok. Ve ardından gariplikler başlıyor.
«1978’deki yakalanmalarda en az birkaç yüz kişi “Bizim liderimiz Mihrac Ural’dır” diye ifade verdi.»
Doğrudur! Bunu mutlaka Mihrac’ın kendisi de biliyordu ve buna rağmen tahliye olacağına inanıyordu. Böyle ifade verenler birkaç kişi değil ki, mahkemede ifadelerini değiştirince hakimler ikna olsunlar. Benim de Harbiye Akbank soygununa katıldığım konusunda şahitlik yapan 22 kişi vardı. Biraz uğraşsak, tehditle bunların tümünün ifadesini değiştirtebilirdik. Böyle yapabilsek bile, 22 kişinin mahkemede ifade değiştirmesine hakimler inanır mıydı? Tabii ki inanmazdı. Bu nedenle de, politik ifademin içinde banka soygununu da üstlendim. Mihrac Ural tahliye olacağına inanıyordu. Herhalde kendisine “fazla yatmazsın” diye garanti verenler olmuştu. Yoksa bu durumu başka nasıl açıklayabiliriz?
İkinci gariplik, Mihrac Ural 1978 yılının Mayıs ayı içinde Isparta Cezaevi’nde yanımıza geldiği zaman yaşandı. Adam süt dökmüş kedi gibiydi. Ben 1977 Ağustos darbesini açmaya çalışıyorum, o kapatıyor. “Bu konuyla halâ ne diye uğraşıyorsun, konu kapanmıştır!..” diyordu. Öyle değil mi Mihrac efendi...
Dışarıda iken benim hakkımda söylediklerini bana da açıkça söyleyebilseydin, yollarımız ayrılırdı, olur biterdi. Ama ne çare ki çapsız birisi olduğunun farkındaydın ve bu nedenle de yanımda bulunmayı seçtin. Sen de biliyordun ki, evet, Engin çok kötü birisidir ama, teorisi ve eylemiyle bir insan grubundan örgüt çıkarabilecek beceriye de sahiptir. Üstelik bunların hiç birisiyle hemşeri ya da akraba olmadığı halde...
Hayatının en büyük acısını 1982’de ayrılmam üzerine çektiğini biliyorum. Hiç beklemediğin bir gelişmeyle karşılaşmıştın. Sadece seninle değil, senin çevrendekilerle de bir yere gidilemeyeceğine karar verdim. O günlerde MK üyeniz Salih’in Paris’te dağıttığı bildiriyi hatırladıkça gülümsüyorum. “Tek başına ayrıldı!..” diye yazıyordu. Öyle değildi ama, öyle olsa ne olur. Ben her yerde kendimi üretirim. Bir sempatizan grubundan örgüt çıkarırım. Nitekim bunu TKEP’te de gösterdim.
Seninle ilişkim yoktu ama haberlerini sürekli alıyordum. Teslim Töre’ye koşuyordun ve benim hakkımda anlatıyordun da anlatıyordun. Almanya’daki Antakyalı hemşerilerine benim hakkımda anlatıyordun da anlatıyordun. Kısacası 33 yıldır bana olan hastalıklı aşkın kesintisiz olarak sürdü. Bu aşk bazen alevleniyordu, bazen sönüyordu. Biliyorsun büyük nefretle büyük aşk her zaman birlikte olur.
Bu durum giderek başkalarının da dikkatini çekti. Bazı PKK’liler bana, “aşığın yine hakkında yazı yazmış” dediklerinde önce anlamamıştım. Sonra anladım. Yazsın tabii canım. Mihrac Ural 33 yıldır bana sövüp sayarak var olmaya çalışan bir insan. O başka türlü var olamaz. Kabiliyeti yok ki var olabilsin. O ancak “Engin Erkiner’e sövüp sayan” birisi olarak var olabilir.
İki yıl öncesine kadar Mihrac Ural’ı neredeyse unutmuştum. Arada bir bana sövgülerini duyuyordum ve aldırmıyordum. Garibim, benim bu tavrımı çaresizlik zannetti. İnternet kullanmayı da öğrendi ya, ısrarla ve ısrarla saldırıyordu artık. Ne yapalım, kendi düşen ağlamaz derler. Mihrac Ural ille de rakip olarak karşıma çıkmak istiyordu. Hayatın neresinde olursa olsun beni yenebilmek adamın içindeki bir ihtiras. Yapamazsa gözü açık gidecek vallahi...
Nihayet o büyük anın geldiğini zannetti. Zannetti ama, bildiğiniz gibi çok kötü duruma düştü. Mesele benim için Mihrac Ural meselesi olmaktan çıkmıştır, THKP-C (Acilciler) tarihinin bütünüyle açıklanması meselesine gelmiştir. Bu örgütün tarihindeki her kuşkulu durum, her türlü pislik bir şekilde Mihrac Ural’a bağlanıyorsa, ben ne yapayım. Temiz bir insan olsaydı, bağlanmazdı.
Dünya devrim tarihinde kolay kolay rastlanamayacak bir durum karşısındayız: Mihrac Ural bilmem kaç yıldır kendisine “genel sekreter” diyor. Ben bu örgütten 28 yıl (yazı ile, yirmi sekiz yıl) önce ayrılmışım. İbrahim Yalçın ise 22 yıl (yazı ile, yirmi iki yıl) önce ayrılmış. Ve sen, bu iki kişinin de içinde bulunduğu 17 kişiye, aynı örgüt tarihini değişik yönlerden paylaşmış 17 kişiye karşı bir şey yapamıyorsun. Kabiliyetsizliğin bu kadarı da olmaz hani. Herkes senin yıllardır süren pisliklerinden bıkmış, cinayetlerinden iğrenmiş, Muhabaratçılığından uzak durmaya çalışmış.
THKP-C (Acilciler) 22 yıl önce tarihe karışmış bir örgütlenme. Ne yaparsan yap, örgüt varmış gibi gösteremiyorsun. Yanında kimse kalmadı ki. Birkaç tane yeteneksiz soytarıyla ne yapabilirsin ki.
Ve senin 33 yıllık büyük aşkın, büyük nefretin olan bendeniz, bu ülkenin devrimci hareketinde herkes tarafından bilinen bir insan olmayı sürdürüyorum. Geçenlerde yine bir arkadaş, bambaşka bir siyasetten, dedi ki: “Senin hakkında bize sürekli ileti geliyor. Ne diyorsun?”
“Ne söylüyorsa doğrudur” dedim. “Yok ya!” deyip güldü, “Biz Muhabarat’tan bilgi alacak kadar düştük mü yani!..”
33 yıllık bir aşk herkese nasip olmaz. Kendisinden doğum günümde bana çiçek göndermesini istiyorum. Sakın unutma, yoksa küserim...
19 Ocak 2010