18 Mart dünya ölçeğinde politik tutsaklar günüdür. Bugün, değişik ülkelerde, örneğin bugün Berlin’de, dünyanın değişik ülkelerindeki politik tutsakların durumlarının ele alındığı toplantılar yapılır. Bu toplantıların ana temasını değişik Avrupa ülkelerindeki politik tutsaklar oluşturmakla birlikte, Türkiye’deki durum da sürekli olarak gündemde yer alır.
Avrupa ülkelerindeki politik tutsaklar denilince öncelikle kastedilen Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu’ndan ve Fransa’da Doğrudan Eylem örgütünden olan ve 20 yıldan fazla zamandır hapiste bulunan kişilerdir. Almanya’da hapiste bir kadın kaldı ve 20 yılı geride bıraktı. Muhtemelen gelecek yıl serbest bırakılacak. Kendisinden önce yine 20 yıldan fazla hapis yatan öteki tutsaklar gibi o da “terörizmi lanetlemediği için” erken tahliye olmadı.
Fransa’da durum daha da kötü. Doğrudan Eylem örgütünün önderlerinden Jean Marques Brouillon 24 yılı geride bıraktı, sağlık durumu gün geçtikçe bozuluyor ama devrimci görüşlerinden vazgeçmemiş olması nedeniyle serbest bırakılmıyor. Kendisi, bizim 1982 başındaki Paris ev işgallerinde başlangıçta önemli rol oynamış bir kişidir. Natalie Meningon ise yaklaşık 20 yıllık hapis yaşamından sonra iyice bozulan sağlık durumu nedeniyle serbest bırakılmıştı. O da işgal binalarına sık sık gelip giderdi. Sağlam karakterli ve iyi insanlardı.
Politik olarak ayrı dünyaların insanlarıydık. Fransa’da silahlı propagandanın zemininin bulunmadığını ve hele de göçmenlerin devrimciliğine hiç güvenilmemesi gerektiğini elimden geldiğince anlatmaya çalışmıştım ama sonuçta ayrı dünyaların insanlarıydık. Burjuvalaşmış Fransa işçi sınıfına karşı, göçmenlerin devrimciliğine umut bağlamışlardı ki, olacak iş değildi.
Bu insanlardan öğrenebileceğimiz iki şey var:
Birincisi: kişilik olarak sağlam insanlar. Başlarına oldukça kötü şeylerin gelmesi -20 yıl hapishanede ve tecrit koşullarında kalmak gibi- psikolojik olarak onları yıkmıyor.
İkincisi: bu insanlara, Fransa ve Almanya gibi silahlı mücadelenin hiçbir zaman önemli bir taraftar kitlesi toplayamamış olduğu toplumlarda bile sahip çıkanlar var. Bu sahip çıkanlar onların örgütlerinden değiller. Zaten bu örgütler yıllar önce koşulların değiştiğini belirterek kendilerini feshettiler. Burjuvaziye karşı mücadele etmiş olmanın ve bu yolda önemli bir bedel ödemiş olmanın değerini bilen ve bu nedenle de onlara sahip çıkan insanlar. İçerde açlık grevi yapılınca destek olurlar. Onların dışarıya olan mesajlarını yayınlarlar. Mesela, 24 yıl cezaevinde kalan Christian Klar, iki yıl önce Berlin’deki bir toplantıya yolladığı mesaj nedeniyle az kalsın tahliye olamıyordu. Hırıstiyan Demokratlar ve Liberaller “bu daha akıllanmamış” gerekçesiyle kısa süre sonraki şartlı tahliyesine karşı çıkarlarken, SPD, Sol Parti ve değişik kuruluşlar Klar’ın görüşlerini ifade etme özgürlüğüne sahip çıktılar.
Bu insanlar hapse girdiklerinde bambaşka bir dünya vardı. SSCB ve sosyalist ülkeler yıkılmamışlardı. Çıktıklarında ise çok daha değişik bir dünya ile karşılaşacaklarını biliyorlar.
Klar, silahlı mücadeleyi savunmayan ama solda duran bir kişi olarak tahliye oldu. Peki, bu kişi tahliye olunca ne yapabilir? Kim ona iş verir, hangi işi yapabilir, geçimini nasıl sağlar? Bunlar yetenekli insanlar, mesela uzun hapislik yıllarında meslek öğreniyorlar. Dahası, tahliye olduklarında onları ekonomik olarak destekleyecek, iş bulacak ya da iş verecek küçük kolektifler var. İnsanlardan kahramanlık bekleyin ama onlara gerekli desteği de verin.
Klar, pişmanlık göstermiş olsaydı, kimse yüzüne bakmazdı. Buna karşılık olarak da, geçmişteki mücadelesini kötülemeyi reddeden ve solda durmayı sürdüren insana, “iyi yapıyorsun, haydi ne halin varsa gör” denilmez. Ortada örgüt kalmamış olsa bile, ona destek olan bir kamuoyu vardır. Küçük kolektifler vardır. 24 yıl sonra tahliye olduğunda ne ailesine ve akrabalarına sığınmak zorunda kalır, ne de kendi başına ortalık yerde kalır. Bizde zayıf olan bir özellik...
Örgüt olduğunda bir dereceye kadar olabiliyordu. Mesela TKEP üyesi bir kişi yıllarca hapis yattıktan sonra tahliye olduğunda, kişiyi yalnız bırakmazlar, gerekirse – öncelikle aynı bölgeden olanlar – aralarında para toplayıp gönderirlerdi. Acilciler’de ise durum tam bir rezalettir. Bırakın tahliye olana destek olmayı, hapishanedekilerle bile ilgilenen olmamıştır.
Mihrac Ural, 1980’den sonra geçen 30 yıl içinde yaklaşık 15-20 milyon dolarlık bir servet sahibi oldu. Örgüt parasını cebine indirerek, hapishanedekilerin adını kullanıp kendilerine hiçbir şekilde destek olmayarak bu paranın sahibi oldu.
Ülke hapishanelerinde sağlık durumu ciddi şekilde bozuk olan çok sayıda tutsak var. Gerekli para olursa bunların en azından bir bölümünün tedavisi sağlanabilir.
Mihrac Ural’a, bu parayı hapishanede her gün ölüme biraz daha yaklaşan hasta tutsakların tedavisi için kullanıma vermesini istiyoruz; herifin umurunda bile değil. Devrimci öldürmeye alışmış bir kere. Birkaç kişi de hastalıktan ölsün, umurunda mı herifin.
Hapishanelerde her tutsak öldüğünde; bunun sorumlusu sadece hükümet ve devlet değil, aynı zamanda devrimci hareketin parasını gasp etmiş Mihrac Ural’dır diye ilan edeceğiz.
THKP-C (Acilciler) 22 yıl önce örgüt olarak sona erdi. Acilciler’in sahip olduğu herşey devrimci harekete aittir. Mihrac Ural bu kadar parayı nereden bulduğunu açıklayamıyor. Açıklayamaz da. Örgütten yürüttüğü paradır. 22 yıldır devrimci harekete ait olan bir paradır. Bu para ile sülalene ziyafetler çekebilirsin. Oğluna ve kendine jip, yeni Mercedes araba alabilirsin. Yeni evler ve villalar yapabilirsin. Tependen inmeyeceğiz, bunu da bilesin...
“Benim üzerimde para yok, para Malak’ın üzerinde” yalanlarını sen papatyalarına anlatsın. Korkuyor herif. Korktuğu için yalan söylüyor…
Bu büyük servet, www.thkp-c-acilciler.blogspot.com 'daki sofra resminde evde hizmetçi rolünde görülen Malak Fadal’ın üzerindeymiş. Sen onu benim külahıma anlat…
18 Mart 2010