KAZANMASINI BİLMEK


İnsanlar başarısızlık üzerine olduğu kadar başarı üzerine düşünmeyi de öğrenmek zorundadır. Şöyle de denilebilir: Başarısızlık üzerine herkes şu veya bu şekilde düşünür. Neden başarısız olduğunu ya da nerede hata yaptığını bulmaya çalışır. Başarı üzerinde ise pek düşünülmez. Başarılı olan, yaygın bir şekilde taklit edilmeye başlanır ve genellikle de kötü bir şekilde çuvallanılır. Hakkında düşünülmediği ve çözümleme yapılmadığı için, o başarının hangi koşullarda ve hangi yöntemlerle kazanıldığına dikkat edilmemiştir. Sonuç, bazen bedeli ağır olan başarısızlıktır. 

Şurası açık: Girdiğiniz her mücadeleyi kazanamazsınız. Nerede o bolluk! 

Kaybetmesini de öğrenmek gerekir. Kaybedeceksiniz, bu kayıp nedeniyle hasara uğrayacaksınız. Bu hasar bazen çok ağır olacak ve kendinizi toplayıp yeniden ayağa kalkacaksınız. Böyle yapabilmenin gerektirdiği en başta moral güce sahip değilseniz, evinizde oturun ve hiçbir şeye karışmayın. 

İnsan her şeyden önce kendisine karşı dürüst olmalıdır. Yeterli ve yetersiz yanlarını olabildiğince objektif olarak görmeli ve önündeki mücadele planını da buna göre yapmalıdır. Hiç kimse yüzde yüz objektif olamaz. Zaten gerçeklik biraz da ona ne yandan baktığınıza göre değişir. Böyle bile olsa, insan, yine de yüzde 70-80 oranında objektif olabilir ve bu kadarı da yeterlidir. Hata yapmaktan çekinmemek gerekir. Hatayı herkes yapar. Önemli olan o hatanın içinde sıkışıp kalmamak, o hatayı aşabilmektir. 

Buradan pratiğimize gelelim. Mihrac Ural’ın gerçek çehresinin ortaya çıkarılmasında, suçlarının ortaya dökülmesinde büyük başarı kazandık. Bunun nasıl olduğunu önceki yazılarda anlattım. Bu yazıda konunun başka bir yönü üzerinde duracağım. 

Ülkemiz devrimci hareketi yıllardan beri başarıya aç durumdadır. Elini neye atsa, elinde kalıyor. Bırakalım sınıflar mücadelesinde bir şeyler yapmayı, kendisiyle bile hesaplaşamıyor. Sürekli olarak kendisinden kaçıyor ve durumu genel geçer saptamalar ve ajitasyonla idare etmeye çalışıyor. 

Bu sitenin fazlasıyla tanınmasında kazanılan başarının da payı bulunuyor. Tek başına Acilciler fazla kimseyi ilgilendirmez. En fazla THKP-C kökenli grupları ilgilendirir, bunun fazla dışına çıkmaz. Eğer sorun Acilciler’in kendi geçmişiyle hesaplaşması çerçevesinden çıkmasaydı, konu fazla kişinin ilgisini de çekmezdi. Bizim, özel bir durumdan –kendi örgütsel tarihimizle hesaplaşma- genele gitmemiz –devrimci hareketin her bileşeninin bu hesaplaşmayı yapması gerektiği- belirli oranda ilgi çekse bile, yine de konu bu kadar yaygınlaşmayabilirdi. Kazanılan başarı, önemli bir dikkat çekici faktördür. 

İlk dönemde, “Bu işle uğraşmayın, buradan bir şey çıkmaz!..” diye düşünen arkadaşlar vardı. Çok haksız olduklarını söyleyemem. Devrimci hareket iddialı olarak başlayıp fiyasko ile sonuçlanmış çok sayıda tecrübe yaşamıştı. İnsanlarda başarıya olan inanç neredeyse kaybolmuştu. 

Bu sitede yazı yazmış veya yazmamış olsa da bu sürecin içinde bulunan çok sayıda arkadaşa bakıyorum, neşeleri yerinde, moralleri gayet iyi. Burada sorun sadece içlerinde yıllardan beri birikmiş olan öfkenin dışarıya dökülmüş olması değildir. Başardık! Ve bu başarı onun parçası olan herkese mutluluk veriyor. 

Devrimci bir örgüte sızmış bir Muhabarat ajanını deşifre ettik. 12 Eylül sonrasında sol içi cinayetlerde önemli rol oynamış Mihrac Ural’ın suçlarını ortaya çıkardık. Devrimci hareket içindeki büyük hırsızlığı, yaklaşık 20 Milyon Dolar paranın Mihrac Ural tarafından nasıl cebe indirildiğini açıkladık. Ve ek olarak, devrimci harekete yeniden sızmaya çalışan bu Muhabarat ajanının yolunu, onu deşifre ederek kestik. 

Elimizdeki malzemenin değerlendirilmesi maalesef daha bitmedi. Maalesef diyorum çünkü bu işin bitmesini biz de istiyoruz. Ama sonuna kadar gideceğiz, bu örgütün tarihinde Mihrac Ural ile şu veya bu düzeyde ilgili gizli kalmış hiçbir şey kalmayacak. Mihrac Ural ile ilgili her şeyi, onun Türkiye’deki geçmişini de Suriye’deki geçmişini didik didik ettik, daha da edeceğiz. 

Elimizi nereye atsak, biraz derinlemesine araştırsak, altından çapanoğlu çıkıyor. Bir insanın bu kadar yoğun suç işlemesi, suç makinesi olması normal değil. Suç işleyenler vardır, Mihrac Ural bu konuda tek değil. Ama böylesini ne gördüm ne de duydum. 

Mihrac Ural bazı konularda gerçekten de bir ilktir. Devrimci harekette yabancı istihbarat örgütünün hizmetine girmiş kaç tane örgüt yöneticisi bulursunuz? İşin içinde MİT ile ortak çalışma da var, ama bunu saymıyorum. Mihrac Ural’ın bu denli orijinal bir suç makinesi olması, onun bozuk ve hatta sakat karakteriyle yakından ilgilidir. 

28 Temmuz 2010 




ŞIMARIK OĞLAN ÇOCUĞU


Mihrac Ural sadece kriminal bir vaka değil. 1978 yılında yakalandığında MİT ile anlaşmış, polis de ifadesini uygun biçimde düzenlemiş. Hiç işkence görmemiş. Bütün kanıtlar bunu gösteriyor. Suriye’de ise Muhabarat ile açıktan içli dışlı ve belli ki bu ilişki önceden başlamış. Durum o kadar açık ve o kadar kişi tarafından görülmüş ki, ek kanıta gerek yok. 

Devrimcilerin katili. Ali Çakmaklı’dan başlayarak 12 Eylül sonrasındaki sol içi cinayetlerin önde gelen ismidir. Büyük bir hırsızdır. Örgütten yürüttüğü yüksek miktarda parayı zimmetine geçirmiştir. “Bu kadar para nereden çıktı Mihrac?..” sorusuna cevap veremiyor. 

Mihrac Ural aynı zamanda psikolojik bir vakadır. Şımarık oğlan çocuğudur. MSN’lerinde anlatmıştı: şımarık bir oğlan olarak büyümüş. Arap bir ailenin tek erkek çocuğu. Araplarda erkek çocuğun özel bir önemi vardır. Araplarda baba kendi adıyla değil, büyük oğlunun babası olarak çağrılır. Mesela, Mihrac’ın babasının adı Zeki değil, Ebu Mihrac’dır. Suriye Araplarında bu durumu yaygın olarak görebilirsiniz. 

Tek erkek çocuk el üstünde tutulur, annesi bir taraftan, babası bir taraftan, ablası bir taraftan, şımartır da şımartır. Bu çocuk huysuzlanarak, ısrar ederek, gerekirse bağırıp çağırarak istediğini elde etmeye alışarak büyür. Büyüdüğünde de aynısını yapmaya çalışır: sürekli övgü ister, el üstünde tutulmak ister. Onu öven olmazsa, o kendisini över. Hatırlarsınız, iki yıl önce Mihrac Ural sahte isimlerle yazılar yazarak kendisini övüyordu. Sonra yazıların aynı bilgisayardan geldiği ortaya çıktı. 

Korkunç denilebilecek boyutta ihtirasa sahip. Ama buna uygun çap yok. Buna uygun yetenek yok. O zaman ne yapacak? Her pisliğe başvuracak. Yeter ki dikkat çeksin. Yeter ki birileri onu övsün. Şu anda karşımızdaki durumu bu gerçeği bir kere daha gösteriyor. Debeleniyor, çırpınıyor, oradan oraya başvuruyor, bir çıkış yolu arıyor. Neden? Çünkü kaybetmeyi kaldıramıyor! 

O kendini lider sanan bir soytarı. Öyle büyütülmüş. Kaybetmesini öğrenmemiş. Kazanmasını bilmeyen kaybetmesini de bilemez. İnsan girdiği her mücadeleyi kazanamaz, kaybetmesini de bilmek gerekir. Mihrac Ural 54 yıllık hayatı boyunca kendi emeği ve yeteneği ile neyi kazanmış ki, kaybetmesini de bilsin! 

Hayatı baştan aşağıya yalan ve palavra dolu. Bu nedenle kendini ispat ihtiyacı hiç bitmiyor. O kadar şaşırıyor ki, bazen beni ölmüş anasına şikâyet ediyor!!! 

Yakında, “Baba, şu Engin’i dövsene!..” derse şaşmayacağım! 

Hele, “Gözlerine dikkat edin!..” cümlesi var ki, beni çok güldürdü. 

Evladım! Ayağımızın altında paspas gibi oldun! Paspastan da beter oldun! Bütün numaraların suçların ortaya çıktı. Biz bitirmek istiyoruz ama bitmiyor ki, daha da çıkıyorlar. Normal bir insan bu boyutta bir suç makinesi olamaz. Ancak gözü dönmüş bir ihtiras insanı bu noktaya getirebilir. Kifayetsiz muhteris olmanın iyileştirici ilacı yoktur. 

Gel sana yapılan öneriyi kabul et: Acilciler’in ilk ve son kongresi 1987’de yani 23 yıl önce yapıldı. Gel, o kongreye katılmış olanların önünde hesabını ver. Sana yönelik kanıtlı ağır suçlamaları cevaplandırabiliyorsan cevaplandır. Yoksa paspas olmaya devam edeceksin. 

NOT: Benden çok korktuğunu biliyorum. Cümlelerin arkasını okumasını bilen biriyim. Bu nedenle de afili söyleminin arkasında büyük bir korkunun yattığını görüyorum. Korkma, seni yemem. Bu sitede yazılanlardan da görüldüğü gibi, 1982 sonrası için konuşacak fazlasıyla arkadaş var. Bu nedenle seni ben sorgulayacak değilim. 

20 Temmuz 2010 




SACİLCİLER VE ACİLCİLER


Sacilciler ya da Suriye derin devleti ve Acilciler. Sacilciler ile Acilciler farklıdır. Suriye derin devletinin hizmetine giren Acilciler’e Sacilciler denilir. Sacilciler, Suriyeli Acilciler'dir. Mihrac Ural, Sacilci’dir, Acilciler ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Mihrac Ural ve küçük çevresi de diyebilirsiniz. Bunlar Sacilci’dir, Acilci değildir. 

Aşağıda yıllar sonrasında bile anlamakta zorlandığım bir konuyu belirteceğim. Anlamış olan varsa, bana da anlatsın. 

1981 yılı Nisan ayı sonunda, ben Suriye’den ayrılırken, Mihrac Ural ve adamlarıyla Muhabarat’ın ilişkisi görülebilecek kadar açıktı. Sonraki yıllardaki kadar açık değildi ama Arapça bilmeyen benim gibi birisinin bile görebileceği kadar ortadaydı. 

Bu durumu görmemde Şıh’ın (Müntecep Kesici) rolü de vardı. Şıh sürekli olarak Suriye devletiyle içli dışlı olunmasına, komünistleri hapse atan Cemil Esad ile yakın ilişki geliştirilmesine itiraz ediyordu. Cevap hep aynıydı: Biz onu kullanıyoruz!.. 

Bir devletin topraklarında o devleti, üstelik de derin devleti, nasıl kullanabileceğiniz açık olsa gerek: Sizin onu kullandığınızdan çok daha fazla o sizi kullanacaktır. 

Nasıl kullanır: 

1) Suriye’de bulunan çok sayıda Kürt ve Türk devrimci örgütleri hakkında bilgi toplamanızı ister. Mihrac Ural ve tayfası bu işi iyi becermiştir ama Türkiye devrimci hareketi de aptal değildir. Durumu anlamış ve Sacilciler’in yanında konuşmamaya özen göstermiştir. 

2) Acilciler adının kullanılarak Suriye derin devletinin Hatay’da ve giderek Türkiye devrimci hareketi içinde örgütlenmesini sağlamak. 

3) Türkiye hükümetlerine karşı gerektiğinde Sacilciler’i kullanmak. Örneğin, ANAP binalarının bombalanması Muhabarat eylemidir. Acilciler adıyla lanse edilmiştir. Bu eylem üzerine Turgut Özal’a hitaben yayınlanan bildiri, belli ki, Cemil Esad’a danışılarak hazırlanmıştır. Sözüm ona devrimci bildiri, Turgut Özal’a “Eline, beline, diline hakim ol!..” demektedir. 

4) Acilcilerin hayatlarını Suriye’nin çıkarlarına kurban etmek. Dört devrimci, Suriye’nin çıkarları için, Filistin örgütleri arasındaki savaşa, Suriye tarafında sürüldüler. Selahattin Kaya, Vedat Erdal, Süleyman Kılıç, Kuvvettin Külekçi, Arafat’a bağlı El Fetih militanları tarafından Kasım 1983’te öldürüldüler. Bu gerçeğin Türkiye devrimci hareketinin Filistin tarihinde yer alması gerekir ve alacaktır da. 

Filistinliler Türkiyeli devrimcilerden kimleri öldürdüler ve neden öldürdüler? Sorunun kendisi bile yeterli... 

Mihrac Ural, “Yoldaşlarımız İsrail tarafından öldürüldüler!..“ diye anma tertiplemek istiyor. Malum ya, Türkiye devrimci hareketi de aptal, bir şeyden haberi yoktur! Anmaya hiç bir örgüt katılmıyor. 

Bu soytarı aynı anmayı iki yıl önce de yapmak istemişti. Gerçeği açıklayıp engelledik. Unutuldu sanıyordu aklı sıra. Diyeceksiniz ki, puştluğun bu kadarı da olur mu? Bunun adına sadece namussuzluk, alçaklık denilmez; resmen puştluk denir. Olur, Mihrac Ural bu, yapar. Yersen. 

Tutmazsa vazgeçer, başka bir yol denemeye çalışır. İki buçuk yıldır elinden gelen bütün yolları denedi. Tutturamadı. Ve artık umudu da kalmadı. 

Anlamakta zorlandığım nedir?1982 yılını anlayabiliriz. Müntecep Kesici’nin hazırlanmış bir kaza ile öldürülmesi ilk olaydır. İki örgüt militanının kaçırılması –Aydın ve Ahmet-  ilk olaydır. Ya sonrası? 

Mihrac Ural ve çetesinin Suriye derin devleti ile birlikte çalıştığını yıllarca görememek ve Suriye’de bu kişiye karşı mücadele etmek yapılacak iş midir? Yabancı bir ülkedesiniz, gizlenme olanaklarınız çok kısıtlı ve o ülkenin derin devletiyle mücadeleye giriyorsunuz. Bu yapılacak iş midir? 

Ya da bunun kesinlikle Suriye’de yapılmaması gerekir. Orada kazanamazsınız. Mihrac Ural boşu boşuna muhaliflerine “kaçtılar” diye saldırmıyor. Onun bütün yöntemleri gibi bu yöntemi de basittir: İnsanları gaza getirmek... 

“Suriye’den gitmeyin!..” demek istiyor. “Ben ancak Suriye derin devletinin yardımıyla kazanabilirim, bunun dışında hiçbir şey yapamam!..” demek istiyor. Suriye’den gidenlere “kaçtılar” demesi bu nedenledir. 

Bu “akıllı” aynı yöntemi 1988’de Fransa’da da uygulayabileceğini zannetti. Yanında birkaç Muhabarat adamıyla birlikte Paris’e geldi. İnsanlara tehditler yağdırmaya ve bazılarını kaçırmaya başladı. “Burasını da Suriye gibi yapacağız!..” sözünü ben Almanya’dan bile duyuyordum. Cahil cesareti işte, ne yaparsınız! 

Fransız polisi bekler, bilgi toplar ve vurur. Öyle de oldu! Sonuçta kıçlarına tekmeyi yiyip Suriye’yi boyladılar. Sacilcilik Avrupa ülkelerinde bitti. Nasıl bitmesin? 

Mihrac Ural hayatı boyunca kendi yeteneğiyle neyi becermiş ki, Avrupa ya da Türkiye’de örgütlenmeyi becersin. Tek becerisi, Suriye derin devletinin hizmetine girmektir. MİT, Muhabarat içinde örgütlüdür ya da Suriye derin devletini tanır. 

Daha önce de yazmıştım. Muhabarat ile Teslim Töre toplantı yaparlar. Muhabarat birlikte çalışmayı önerir, Teslim Töre reddeder. MİT, 1993 yılında Teslim Töre İstanbul’da yakalandığında bu konuşmayı kendisine aynen aktarır. İşte budur! 

Bu bildiğimiz örnek ve daha kim bilir ne örnekler vardır. Bu nedenle Muhabarat olmak ve MİT ile de dirsek teması içinde bulunmak hiç garip değildir. Görüyorsunuz değil mi? 

Mihrac Ural’ın teşhir ve tecritini Suriye dışında gerçekleştirdik. Ne Mihrac Ural’ı ne akrabalarını ve ne de artık birkaç tane kalmış Sacilci’yi ikna etmek gibi bir sorunumuz olmadı. Amaç, Sacilciler ile Acilciler’i ayırmaktı. Bunu başardık... 

Acilciler Suriye’de nasıl Sacilciler’e dönüştü? Bu süreci ana hatlarıyla biliyoruz. Eğer susmakta ısrar edenler de konuşurlarsa, ayrıntıları da öğreneceğiz. 

16 Temmuz 2010 



ŞARKILARLA TÜRKÜLERLE MİHRAC URAL


Bir arkadaş uyardı. “Üç gündür üst üste ağır yazılar yazıyorsun. Böyle yapma, araya biraz zaman koy...” dedi. Haklı olabileceğini düşünüyorum, bu nedenle de en az iki tanesi daha sırada bekleyen “ağır yazılar”ı sürdürmek yerine, bugün size daha hafif bir yazı sunuyorum. 

Bilindiği üzere hepimiz fani insanlarız. Hata yapmak fanilere özgüdür. Sonuçta biz lider doğuran anadan, lider doğurtan babadan gelmiyoruz. Normal insanlarız, sadece kafamız biraz iyi çalışıyor olabilir. Hepsi bu kadar... 

Önceden de yazmıştım: Kafası normal çalışan bir mücrim ne yapar?.. 

“Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime” durumuna düşmemek için, “Sesimi kesip oturayım da bildikleriyle kalsınlar, ötesini öğrenmesinler!..” diye düşünür. 

Nedir bilinenler? Ya da en azından geniş bir çevre tarafından bilinenler diyelim. Mihrac Ural Muhabarat elemanıdır. Bu durum yıllardan beri geniş bir çevre tarafından biliniyordu. Ali Çakmaklı’nın katledilmesinin baş sorumlusudur. Müntecep Kesici’nin hazırlanmış bir kazaya, bir provokasyona kurban gitmesinden sorumludur. Zihni Alan’ı öldürtmüştür. Hepsi bu kadardı! 

Zatın suç karinesi epeyce kabarıktı ama “büyük lider” bağrını açarak ortaya çıkınca, bunların üzerine yeni ekler geldi. Öyle ekler geldi ki, eskisi tali kaldı, gelen ekler çoğunluğa geçti. 

− Dört yoldaşın Mihrac Ural’ın emriyle ve Suriye’nin çıkarlarına uygun olarak El Fetih’e saldırmaları ve bu saldırıda ölmeleri, hiç bilinmeyen bir olgu değilmiş aslında. Ama daha sonra geniş bir çevre tarafından bilindi. 

− Hanna Maptunoğlu’nun normal bir trafik kazasında öldüğünü zannediyorduk. Öyle değilmiş. Hanna, Mihrac Ural ile kavgalı ve trafik kazası da bindiği arabanın frenleri boşaltılarak önceden hazırlanmış. 

− Mihrac Ural’ın polisle anlaşarak Nebil Rahuma’yı yakalattığını bilmiyorduk, öğrendik. 

− Mihrac Ural’ın polis ifadesinin düzmece olduğunu ve polisle anlaşılarak hazırlandığını, kendisinin de –iddialarının aksine- hiç işkence görmediğini öğrenmiş olduk. Polis kendisiyle anlaşana neden işkence yapsın? 

− Mihrac Ural’ın uyuşturucu ticaretini öğrendik. 

− Mihrac Ural’ın büyük miktarda örgüt parasını cebine indirdiğini öğrendik. 

− Gökhan Sac’ın (Sami) öldürülmesini öğrendik. 

Dahası var ama saymayayım. Mihrac Ural bağrını açıp ortaya atlamasaydı, bana karşı kampanya açmasaydı, bütün bunlar da ortaya çıkmayabilir ya da ortaya çıkmaları yıllar sonra gerçekleşebilirdi. Bilinen suçları da zaten fazlaydı ama bunların üzerine gelenler eskiden bilinenleri gölgede bıraktı. Bir insan bu kadar aptal olabilir mi? 

Hele de İrfan Dayıoğlu’nun işaret ettiği noktayı da dikkate alırsak: Mihrac Ural’ın en az 15 yıldır devrimci hareketle bağlantısı bulunmuyor. Ve ardından, üstelik de Suriye’den direktifler vererek, Türkiye’de örgüt kurmaya kalkıyor. Bu uygulama, azıcık aklı olan birisinin yapacağı iş değildir. Bırakın aklı, adamın bir de ortaya çıkmamış suçları var. Buna rağmen bağrını açıp ortalığa atlıyor... 

Dedik ya, iki nedeni var: Muhabarat, “harekete geç” diye işaret vermiştir. Ek olarak da Mihrac Ural son derece ihtiraslı bir insandır. İhtirasları gözünü kör etmiştir. Lidere bak lidere! Bundan değil lider, liderin soytarısı bile olmaz... 

Gelelim Mihrac Ural’ın durumuna uygun şarkılara türkülere... “Kendim ettim kendim buldum...” sözü edilebilecek ilk türküdür. Kendi cesetleşme sürecini kendisi başlattı ve iyi ki de böyle yaptı! Halimem türküsünü de unutmamalı. “Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi? Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?..” sözlerini içeren türküyü. Bunun ardından, “Fincanı taştan oyarlar!..” türküsü söz konusu olabilir. Orhan Gencebay’ın, “Yediğimiz silleleri sayamadık ki...” sözleri geçen bir şarkısı vardır. Hangisi hatırlamıyorum ama bu sözler Mihrac Ural’ın durumuna uyar. 

Büyük bombayı sona sakladım. Kafam yorulunca Power Türk diye bir kanal var, sürekli Türk pop müziği yayını yapar, açar ona bakarım. O kanalda, Yalın isminde bir şarkıcı var. Mihrac Ural’ın gençliğini andıran bir tip. “Ah be kardeşim, başına ne geldi?..” diye bir şarkısı var ki, dinlerken beni gülme tuttu. Şu sözlere bakın: “Fişi çek, dükkanı kapat. Git patlat bu kafayı şimdi…” 

Uygun sözler...  Git patlat bu kafayı şimdi… Bir arkadaş, “Bunu da nereden buldun?..” diye sordu. Hep Haydar Kılıç bulacak değil ya, biraz da ben bulayım yani… 

25 Haziran 2010 



MİHRAC URAL POLİTİK CESETTİR (3)


Üçüncü bölümle devam ediyoruz: CESEDE TOPRAK ATIN!..

Mihrac Ural’ın geçtiğimiz iki yılda politik cesetleşmesinin üç aşaması vardır. Bu üç aşama birbirinin ardı sıra gelmez, iç içe geçmiştir, ama yine de belirli bir sıra içinde ele alınabilir. İlk aşama, devrimci hareket çapında gerçekleşti. İkinci aşama, eski Acilciler ve HDÖ’lüler çapında gerçekleşti. Son aşamada, ki şimdi bu aşamadayız, Antakyalılar çerçevesinde gelişiyor. Mihrac Ural’ı ininin içine kadar kovalayacağımızı söylemiştik ve şimdi oradayız. 

İlk aşama en kısa ve en kolay aşamaydı. Yaklaşık 6 ay kadar sürdü ve 2009 başlarında bitti. Bu aşamanın kolay ve hızlı olması, önceden de belirtmiş olduğum gibi, Mihrac Ural’ın devrimci hareketi bilmemesinden kaynaklanıyordu. 20 yıl öncesinden bazı bilgileri vardı ve bu eksik bilgilerden ileriye gidememişti. 

1981-1987 yılları arasında devrimci hareketin merkezi Almanya sayılırdı. Yaklaşık 30 bin kadar politik mülteci değişik Avrupa ülkelerine gelmişti. Bunların büyük çoğunluğu, özellikle de yönetici kesimi Almanya’da idi. Ya bu ülkeden iltica almışlardı ya da Fransa’dan alıp Köln ve civarına yerleşmişlerdi. 

Ülke devrimci hareketinin bu büyük sahnesinde ben de bulundum ve doğrusu hiç de kötü bir performans göstermedim. Başlangıçtaki hareket tarzım şöyleydi: Mihrac Ural ne söylüyorsa doğrudur! Bundan sonra söyleyecekleri de doğrudur! Ve ben devam ediyorum. Bakalım ne yapacaksın. 

Şöyle bir panoramik hesap yaptım: Acilciler’in üç kurucusundan birisiydim. TDAS’ı yazmıştım. 1977’de örgütün adını ülke çapında duyuran eylemlerde büyük sorumluluk bana düşmüştü. Rıza ve Yüksel ile birlikte karar almıştık ama daha ilk adımda birisi ölmüş öteki yakalanmıştı. Öncü savaşına başlamak kararını ileriye götürmek de ağırlıkla bana düşmüştü. Bir örgüt için bu kadar şey yapmış olmak yeter, isterse kalanın hepsi kötü olsun. Böyle bir şey yok, ama isterse kalanın hepsi kötü olsun. 

1981 yılının ortasından beri Avrupa ülkelerinde idim ve Paris ev işgallerinden Almanya’da Demokratik Sosyalizm Partisi Frankfurt İl Yönetimi üyeliğine kadar başarıdan başarıya koşmuştum. Mihrac Ural istediği iddiada bulunabilir, bu kadarı bana fazlasıyla yeterdi. Tahminimden daha da fazla yetermiş. 

Şunu biliyordum: Aralarında görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, devrimci hareketin değişik örgütlerindeki yönetim kademesi arasında kolayca görülmeyen ama hissedilebilen bir bağ vardır. Bu insanların hepsi olmasa bile önemli bir bölümü birbirlerine bağlıdırlar. Sonuçta bu devrimci hareketin yükünü taşımışlar, büyük yenilgileri yaşamışlar, başarıları görmüşlerdir. Başka bir örgütten tanınan birisine karşı bir kampanya yürütüldü mü, buna iyi gözle bakmazlar. 

İyi gözle bakmamanın ötesinde, önceden düşünmediğim bir şey daha ortaya çıktı: “Engin ile beş –kimisi için on- yıl legalde birlikte çalıştım. Bir itirafçı ve özel harp dairesi elemanıyla bu kadar uzun zaman birlikte çalışacak kadar aptal değilim!..” dediler. Böyle bir tepkiyi önceden düşünmemiştim doğrusu. 

En hoş tavır Kürtlerin tanınmış bir gazetecisinden geldi. Daveti üzerine sitesinde yazı yazıyordum. Mihrac Ural önce hakkımda değişik açıklamalar göndermiş. Adam tepki göstermemiş. Mihrac Ural, bunun üzerine oturup özel bir mektup yazmış. Yine tepki yok. Bir daha mektup yazmış Mihrac Ural... Bir gün baktım ki, sitesinde bir tarafta kendi fotoğrafı var. Öteki tarafa da benim fotoğrafımı koymuş. Olay bitti tabii... 

Bunlar başlangıçta olanlar. Zaman geçtikçe Mihrac Ural’ın açıklamalarının etkisi iyice azaldı. Son değerlendirme şöyle: “Ben Muhabarat’tan bilgi alacak kadar düşmedim!..” 

Bu kadar!.. Bunlar benim bildiklerim ve bilmediklerim de mutlaka vardır... Sonuçta hepsi aynı kapıya çıkıyor: Mihrac Ural’ın aleyhimdeki kampanyası devrimci hareket genelinde fiyaskoyla sonuçlandı. Kendisinden yılmayıp devam etmesini talep ediyor ve çabalarında başarılar diliyorum! Yani başka ne diyeyim... 

VE MUHABARAT KONUSU... 

Burada, Mihrac Ural’ın politik cesetleşme sürecinin yine bize özgü bir yanıyla karşılaşıyoruz. 1975-1980 döneminde devrimci hareketin büyük bölümü gizli koşullarda çalışıyordu. Bu gizlilik oldukça laçka bir gizlilikti. Çok kişinin çok şeyi bildiği bir gizlilikti ve örgütü polisten gizlemekten ziyade, örgüt elemanlarının birbirlerinden gizlenmesine yardımcı oluyordu. 

1975-1980 döneminde, bu koşullarda, aynı örgüt içindeki insanların birbirlerini tanıması kolay değildi. İnsanlar açık ilişkiler içinde kendilerini gizleyemezler. Açık ilişki iki yerde olur: Hapishanede ve ülke dışında... Bu alanlarda insanın kendisini gizlemesi mümkün değildir. Ne olup ne olmadığı hemen ortaya çıkar.  

Mihrac Ural’ın gerçek çehresinin ortaya çıkmasında, ardından politik teşhirinde ve cesetleşmesinde ülke dışının, somut söylersek Suriye’nin, belirleyici yeri vardır. Başka örgütlerin içindeki Mihrac Ural’ların ortaya çıkarılmasında –varsa eğer- ülke dışından hareket etmeye başlamak daha kolay olabilir. Orada olaylar çok sayıda kişinin gözleri önünde olmuştur. 

Burada şöyle bir soru sorulabilir ve bu soru Mihrac Ural’ın politik cesetleşmesinde büyük öneme sahiptir: Bazı şeyleri, örneğin Muhabarat konusunu, neden yeterince hızlı değerlendiremedik? Bırakalım başka koşullardaki 30 yıl öncesini, yakın zamana kadar neden yeterince hızlı değerlendiremedik? 

Biliyoruz, insanlar zaman içinde değişebilirler. Sadece ülke dışında değil ülkede yaşadıklarında da zamanla değişebilirler. Ancak bu değişim en az üç ile beş yıl gerektirir. Türkiye’de iken devrimci olan bir kişi, başka bir ülkede, diyelim beş yıl sonra, o ülkenin polisiyle birlikte çalışmaya başlayabilir. Bunun örneklerini değişik Avrupa ülkelerinde gördük.  

Ne ki, Mihrac Ural için böyle bir zaman aralığı söz konusu değildi. Suriye’ye gelir gelmez Muhabarat ile bağlantıya girmiş ve değişik olanaklar elde etmişti. Sağ kolu sayılan ve “Türkiye sorumlusu” olarak gördüğü Tacettin Sarı, Suriye’ye gelir gelmez polis olarak çalışmaya başlamış, daha sonra “yükselerek” Muhabarat’ta subay olmuştu. 

Mihrac Ural, Suriye’ye geldikten 6 ay sonra bu ülkenin vatandaşı yapıldı. Önceden ilişki olmadan böylesi gelişmeler mümkün değildir. Öncesi neresi, Türkiye... 

Mihrac Ural’ın Türkiye’de iken Muhabarat ile ilişkisi vardı. Aksi durumda Suriye’de olup biteni açıklayamazsınız. Bu kadar hızlı gelişme, önceden ilişki olmadan mümkün değildir. 
Bu ilişkinin babası Zeki Ural vasıtasıyla nasıl kurulduğunu da http://thkp-c-acilciler.blogspot.com ’da açıkladık. Ama yine de bu konuda kafamızın yavaş çalıştığını söyleyebiliriz. 

Aynı yavaşlığı başka bir konuda daha gösterdik. Mihrac Ural, kendi ifadesiyle, üç hafta gözaltında kalmış ve bu sürede Ankara-İstanbul arasında dolaştırılmıştı! Antakya’nın adı geçmiyordu ve bu durum uzun zaman dikkatimizi çekmedi. Antakya’yı hayatında görmemiş olanlar bile sorgu için ve Samandağ Ziraat Bankası soygunuyla ilişkilendirilmek için bu kente götürülecekler, Mihrac Ural –en azından açık olarak- buraya götürülmeyecek. Olacak şey değil... 

Mihrac Ural’ın hiç işkence görmediği, polisle anlaştığı ortaya zaten çıkmıştı ve Antakya konusu da meselenin tuzu biberi oluyordu. 

Mihrac Ural’ın Antakya’ya götürülmemesinin garipliğini –Ankara’da yakalanan ve Antakya’ya götürülenlerin hiç birisi kendisini burada görmemişti- İbrahim’e telefonla söylediğim zaman, ikimizin de aklına aynı soru geldi: Bu kadar açık bir şeyi bugüne kadar neden göremedik? 

“Benim Antakya’da davam yoktu, onun için götürmediler!..” açıklaması, Mihrac Ural’ın panikleyerek yine herkesi salak yerine koymasının göstergesidir. Biz mahkeme sürecinden ya da cezaevi sevkinden değil, polis sorgusundan söz ediyoruz. Antakya’da bilinen bir kişi olduğun halde, nasıl olur da seni sorgu için bu kente götürmezler? Bu kadar açık soruyu geç görmemizin nedeni, eski bir alışkanlıktan kurtulamamış olmaktır. Mihrac Ural’ın hainliğini, devrimci katilliğini, Muhabarat ajanlığını, örgüt parasını cebine indirmesini biliyoruz. Ama kafamızın gerisinde sürekli olarak bu kişinin bir zamanlar devrimci olduğu düşüncesi kalmış. O düşünceden gelen alışkanlık, bizim apaçık kanıtları değerlendirmemizi yavaşlatmış... 

Bu sitede yer alan çok sayıda yazıyla ve kanıtlarıyla açıklandı: Mihrac Ural baştan itibaren Muhabarat elemanıdır. 1976’de Yüksel Eriş’e Hatay’ın bağımsızlığı konusunu empoze etmeye çalıştığı zamandan beri, en geç bu zamandan beri Muhabarat ile ilişkidedir. 1977’de benim yakalanmamı fırsat bilip, 21 yaşındayken kendisinin örgüt lideri olduğunu bütün ilişkileri dolaşarak yaymaya çalışması, ancak Muhabarat’ın isteği temelinde anlaşılabilir. Muhabarat, kendi elemanının “lider” olmasını istiyordu!.. 

Mihrac Ural hiçbir zaman devrimci olmadı. Onun devrimciliği, zorunluluk sonucu SSCB’den yana olmuş Suriye’nin devrimciliği gibidir: SSCB’ye selam, dümenimize devam!.. 

Bu konu kafamızda iyice açıldığında, gözümüzdeki ince de olsa perde kalktı. Zahmetli bir süreç oldu, ama yapabildik. Daha çabuk yapabilirdik kuşkusuz... 

Sürecek... 

24 Haziran 2010 




MİHRAC URAL POLİTİK CESETTİR (2)


Yaklaşık iki buçuk yıl önce Mihrac Ural bana karşı açık bir savaş başlattı. Savaşı iki iddiaya dayanıyordu. İtirafçıdır ve özel harp dairesiyle birlikte çalışmaktadır. Bu iddiasını (kendince kanıtlarla besleyerek) sadece eski Acilci ve HDÖ’lülere değil, devrimci harekette ulaşabildiği herkese gönderiyordu. 

Başlangıçta bu adamın ne yapmak istediğini anlayamadım. Evet, bana karşı savaş açıldı, savaşa da girerim, ama bu adamın ne yapmak istediğini anlayamıyorum. Benim bildiğim, birisine savaş açarken ya da açılan bir savaşa girerken, karşınızdakini analiz edersiniz. Hedefi nedir, kullandığı yöntemler nelerdir, nereden nereye doğru hareket ediyor, vb. 

Mihrac Ural’ın hareket tarzına baktığım zaman, benim sahip olduğum verilerle kendisinin hareket tarzını üzerine kurduğu verilerin birbiriyle hiç uyuşmadığını görüyordum. Ben verilerimin doğruluğundan eminim, öyle ise ne yapıyor bu adam?..  

Eski Acilcilerin ve HDÖ’lülerin bir bölümü görüşlerini ifade edecekleri bir site kurmuşlar ve Mihrac Ural tüm çabasına rağmen buraya alınmamıştı. Yıllardan beri Suriye’den o kadar pis koku yükseliyordu ki, insanlar bu tiple birlikte görünmek istemiyorlardı. 

Mihrac Ural, acaba, Acilciler’in toparlandıklarını ve benim de onların lideri olacağımı mı düşünüyordu? Saldırısının bir nedeni bu muydu? Böyle düşünen devrimci hareketi bilmiyor demektir. Dünya, ülke ve devrimci hareket 30 yıldır çok değişmişti. İnsanlar da değişmişti. 30 yıl önce belirli görüşler çevresinde birlikte bulunmak, 30 yıl sonra da böyle olmasını hiç ama hiç gerektirmezdi. 

Bir bölüm insan bir araya gelince “örgüt kuruluyor” zannetmek ancak devrimci hareketi bilmeyen birisinin düşüncesi olabilirdi. Hele de bu saldırıyı eski Acilciler ve HDÖ’lülerle sınırlı tutmamak ve devrimci hareket çapında gerçekleştirmek, akıllı bir insanın yapacağı iş değildi. 

Devrimci hareket çapındaki bir savaşı kaybetmem mümkün değil. Saldırısını eski Acilciler ve HDÖ’lüler kapsamında sınırlı tutsaydı, burada alacağı sonuca göre daha büyüğe yönelmeyi deneseydi, başarı şansı daha fazla olabilirdi. Sonraki gelişmeler gösterdi ki, burada da şansı yokmuş, ama devrimci hareket genelinde yürütülen bir saldırıda kazanma şansı hiç yoktu. 

Mihrac Ural bu ülkenin devrimci hareketini tanımıyordu. Son bilgileri 1988 yılına aitti. Onların da ne kadar sağlıklı oldukları kuşkuludur, ama ondan sonrası için genel geçer sözlerin ve eyyamcılığın ötesinde bilgisi yoktu. 

Bunu anlamam biraz uzun sürdü. Aslında sadece benim değil hepimizin anlaması biraz uzun sürdü. Peki ama neden? 

Ben Mihrac Ural’ı kendisini son gördüğüm yıl olan 1981’e göre düşünüyordum. Öteki arkadaşlar da 1988’e göre. Normal, başka neye göre düşüneceğiz. Kafamızda hangi bilgi varsa ona göre düşüneceğiz... 

Ama böyle düşünmek doğru değil, zira o bilgi değişmiş ve biz bunu ancak zaman içinde anlayabildik. Eski bilgiden kurtulmamız ve yenisini öğrenmemiz zaman aldı. 1988 sonrasındaki 20 yıl içinde önemli değişimler yaşanmıştı. Bunlar bu ülkenin devrimci hareketinde de kendisini göstermişti ve Mihrac Ural’ın bunlardan haberi yoktu. Haberi olsaydı, benim bu değişim süreci içinde –öncesinde de olduğu gibi- değişik alanlarda ön planda bulunduğumu ve bana karşı devrimci hareket çapında savaş açan birisinin de bu nedenle iyice düşünmesi gerektiğini bilirdi. 

Mihrac Ural zaferi kazandığından emin bir sarhoşluk içinde saldırıyor, konuşuyor ve konuştukça da açık veriyordu. Mesela benim “çok sayıda örgüt değiştirdiğimi” söylüyordu. 1990’lı yılların ortalarında kurulan ve merkez yayın organı SÖZ Dergisi’nin Avrupa sorumlusu olduğum Birleşik Sosyalist Parti’de bulunan değişik bileşenlerin, örgütlü yapılarına son vermeden burada yer aldıklarını, BSP’lilerin daha sonra Devrimci Yol’un bir bölümüyle birlikte ÖDP’yi kurduklarını ve tümüyle bu partide yer aldıklarını bilmiyordu. ÖDP ile BSP, BSP’liler açısından farklı bir örgüt değildi, sadece bileşim genişlemişti. 

Bu ülkenin devrimci hareketinde bir dönem önemli işlev görmüş bu örgütler hakkında temel gerçekleri bile bilmiyordu. Devrimci hareketle 20 yıldır ilgisi bulunmayan bunları nasıl bilsin?.. 

Daha sonra, bu adamda Suriye kültürünün belirleyici olduğunu görmeye başladım. Korkunç düzeyde yalan söylüyordu ve duruma göre karşısındakini iltifatlara boğuyordu. Bu iki özellik de Suriye kültüründe bulunur. Türk veya Kürt iki kişi karşılıklı oturunca önce hal hatır sorarlar. Bu hal hatır sormak birkaç cümlede biter, bilemediniz birkaç dakika sürer. Suriye’de ise, iki insan karşılıklı oturdu mu, hal hatır sormakla yetinmez. Birbirine uzun uzun övgüler düzer. Bu karşılıklı yıkama-yağlama faslı en az yirmi dakika sürer. Ondan sonra konuya girilmeye başlanır. 

Karşılıklı iltifatların hepsi yalandır ve o an öyle gerektirdiği için söylenmiştir. Birbirlerini uzun uzun yıkayıp yağlayan bu kişiler, ayrıldıktan biraz sonra, eğer durum öyle gerektiriyorsa, birbirlerine sövmekten hiç çekinmezler. 

Bu sitenin yeni faaliyete geçtiği günlerdi. Mihrac Ural başka bir sitede yazı yazmaya başlamış ve yaklaşık yüz kişi “bu adamla birlikte görünmeyelim” diye siteyi terk etmişti. Normalde işaretleri okumayı bilen birisi için fazlasıyla açık bir işaret. Suriye’den yükselen pis kokular herkesin burnuna ulaşmış demek ki... 

O siteden bir kadın daha sonra bana ilginç bir şey sordu: Mihrac Ural bir ara yazıştığı bu kadına acayip iltifatlar ediyor ve hatta hediye olarak kefiye göndereceğini söylüyordu. Kadın soruyordu: “Bu ne demek?..” 

Mihrac Ural’ın durumunu anlar gibi oldum. Bu adam Suriye kültürüne sahipti. Başka bir bakış açısı ve değerlendirme formatı vardı. Rasyonellikle ilgisi yoktu ve bu nedenle de ben onun ne yapmak istediğini anlamakta zorlanıyordum. Mihrac Ural söz konusu kadına karşı Suriye kültürüne göre hareket ediyordu: hediye sözleri, iltifatlar, vb. Türkiye kültüründe ise sadece sanal alemde tanıdığınız bir kadına karşı böyle yaptığınızda, kadın, doğal olarak, “bu adam bana asılıyor herhalde” diye düşünür. 

Bu bilgilerden şu sonuçlara vardım: 

Birincisi: Devrimci hareket içinde çok kişinin Mihrac Ural hakkında epeyce kötü duyumları var. Oldukça kötü bir pozisyonda bulunuyor ama kendisi bunu değerlendiremiyor. Bu da normal çünkü 20 yıldır devrimci hareketle herhangi bir bağı bulunmuyor. Oradan buradan duyduklarını bilgi sanıyor. 

İkincisi: Mihrac Ural başka bir kültürün insanı olmuş. Benim önemsemediğim bir kültürün insanı. Suriye kültürünün düşük düzeyde bir insanı. Düşünce yapısı bilimsel ve rasyonel değil. İnsan bilimsel ve rasyonel bir düşünce tarzı içinde hatalar yapabilir. Mihrac Ural için söz konusu olan hata yapmak değildi; o, bu düşünce tarzının içinde değildi. Dolayısıyla Mihrac Ural’ın ne düşündüğü, neye inandığı hiç önemli değildi. O bizim dışımızda ve daha aşağı bir formatta bulunuyordu. Bu tipler ikna edilmez, ancak ezilirdi. 

Bunları düşünürken ve anlamaya çalışırken savaş ufaktan sürüyordu. Saldıran oydu ve benden fazla ses çıkmıyordu. Bu durumda bile beklediği sonucu alamayacağı, zafer kazanamayacağı görünmeye başlamıştı. Artık onu ininin içine kadar –kapısına kadar değil, içine kadar- kovalama dönemi başlıyordu. 

Buraya kadarki iki yazının özeti olarak şu söylenebilir: Aradan en az 20 yıl geçmişti. Mihrac Ural da değişmişti, biz de değişmiştik. Biz değişimi öğrendik. Karşımızdaki kişinin ne yönde değiştiğini öğrendik ve bunu öğrenirken de ciddi bir hata yapmadık. 

Mihrac Ural ise sahip olduğu her şeyle saldırıya geçmek gibi büyük bir hata yaptığı için karşısındakileri yani bizi analiz edemedi. Edebilseydi bu işe hiç girmezdi! Suriye’nin savaş anlayışına ne kadar benziyor, değil mi!.. 

Bilimsellik değil, eyyamcılık. Bol miktarda palavra ve ajitasyon. Gerçek bir güce değil de kumpasçılığa dayanmak. 

Mihrac Ural bize çatmıştı işte. Artık onu ininin içine kadar kovalama dönemi başlıyordu... 

Sürecek... 

24 Haziran 2010 




MİHRAC URAL POLİTİK CESETTİR (1)


Önceki yazıda Mihrac Ural’ın politik cesetleşmesi sürecini anlatmaya çalışacağımı söylemiştim. Oldukça ilginç bir süreçtir. Başlarken hemen belirteyim, bu sayfayı izleyen ve değişik örgütlere bağlı olan sosyalistler anlatacaklarımı öncelikle bilgi edinmek gözüyle okusunlar. 

Yıllardır hepimiz taklit etmekten çok çektik. Başarısızlık üzerine herkes düşünür ve ders çıkarır. Bu bilinir. Ama başarı üzerine düşünmek ve o başarının ayırıcı yanlarını irdelemek bizde pek görülmez. Bunun yerine başarılı olanı, o başarının hangi koşullarda ve nasıl kazanıldığına dikkat etmeksizin taklit etmeye yöneliriz. Ve sonuç, kaçınılmaz olarak başarısızlık olur. 22 yıl önce tarihe karışmış bir silahlı mücadele örgütünün kendi tarihiyle hesaplaşması, kendi tarihindeki karanlık adamı ortaya çıkarması ve aralarında merkez yöneticilerinin de bulunduğu 20 kişinin yazılarıyla teşhir etmesi, kendine özgü bazı yanlara sahiptir. 

Bu özgül yanları, görebildiğim kadarıyla açıklamaya çalışacağım. Devrimci hareket içinde yer alan örgütler geçmişle teorik hesaplaşmada –yetersiz de olsa- bazı adımlar attılar. Geçmişle örgütsel hesaplaşmada ise pek az adım atıldı. Bu konu bir çeşit tabu sayıldı. Tabu sayılmasının nedeni, her örgütün geçmişinde bulunan kahramanlıkların ve özverilerin yanı sıra pis işlerin de bulunduğunun ortaya çıkmasının istenmemesiydi. Üstelik bu “pis işler” hiç bilinmeyen şeyler de değildi. Bunların açıkça ortaya dökülmemesi, konuşulmaması, bunlarla hesaplaşılamaması, çok sayıda devrimcide rastlanan “örgüte güvensizlik” psikolojisinin ana nedeniydi. 

Biz sosyalistiz. Kapitalizmi yıkmaya çalışıyoruz. İşimiz zor ve sert. Böyle bir mücadelede birbirine güven olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Yanlış yapılır, bazen vahim hatalar olur. Açıkça konuşulabilmeleri, gizlenmemeleri gerekir. En kötü gerçek bile, eğer açık olunursa, insanların en fazla bir dönem morallerini bozar. Ama karanlık işler, insanları örgütten de mücadeleden de soğutur. Her şeyden kuşkulanmak noktasına geldiğiniz zaman, artık birlikte yürümek de imkânsız duruma gelir. 

THKP-C/Acilciler, Halkın Devrimci Öncüleri, Devrimci Savaş örgütlerinin hepsi tek kökenden doğdular. Bugün bu örgütlerin hiç birisinin bulunmadığı artık söylenebilir. Hepsinin başlangıç yılı 1974’tür. Acilciler için sona eriş yılı 1988’dir. Diğerleri için değişik tarihler verilebilir. 

Yaşamış olduğumuz kendi tarihiyle hesaplaşma süreci, esas olarak Acilciler’i kapsamıştı. Bu hesaplaşmanın başka örgütlerde bulunamayacak özgül yanları vardır. 

Birincisi: Tarihimizden öylesine pis kokular yükseliyordu ki, insanın burnunun direği kırılıyordu. İleride daha ayrıntılı örneklerini vereceğim. Acilciler’in açık olarak 1981 yılından başlayarak Suriye’de Muhabarat’ın hizmetine sokulduğu, 12 Eylül 1980 sonrasında bu ülkede bulunmak zorunda kalmış bütün devrimci örgütlerin bildiği bir gerçekti. Suriye’de Muhabarat’ın da yardımıyla Acilciler içindeki muhalifler öldürülmüş ve farklı devrimci örgütlerin militanları hakkında Muhabarat’a raporlar verilmişti. Bunlar tümüyle olmasa bile büyük oranda biliniyordu. Pisliğin bu kadar koktuğu başka bir örgüt bulamazsınız. 

İkincisi: Bu nedenle, üç yıl öncesine kadar, Mihrac Ural, bizim açımızdan üzerinde konuşulmaya değmeyecek bir insandı. Acilciler diye bir örgüt de zaten yoktu. 

Burada çok enteresan bir noktaya geliyoruz. Mihrac Ural ve çevresindeki az sayıda kişinin bilinen marifetleri vardı: Muhabarat ajanlığı, devrimci katilliği gibi. MİT ile işbirliği, uyuşturucu ticareti, yüksek miktarda örgüt parasının cebe indirilmesi, gizli kalmış devrimci cinayetleri henüz bilinmiyordu. 

Kendinizi Mihrac Ural’ın yerine koymaya çalışın ve “Böyle bir durumda ne yapılması gerekir?..” diye sorun. Kafası normal çalışan bir insan, böyle bir durumda, mümkün olduğu kadar ortaya çıkmamayı tercih eder. O dönem başkalarının bilmediği ama kendisinin bildiği henüz ortaya çıkmamış başka suçlar vardır. Dikkat çekmeyerek bunların üzerini örtmeye çalışırsınız. Böyle davranmak için fazla akıllı olmak gerekmez. Kafası normal çalışan bir insan bile bunu düşünebilir. 

Ne ki, böyle olmadı. Mihrac Ural ortaya atladı. Katil, dayanamadı, cinayet yerine geri döndü. Böylesi bir gelişmeyi başka bir örgütsel çevrede bulmak zordur. Suçlu, kendini ve suçlarını gizlemeye çalışır. Bizde ise suçlu, bağrını açıp ortaya çıktı. Bir insanın kendisinin cesetleşmesi sürecini başlatması, kendi idam sürecini harekete geçirmesi pek rastlanan bir olay değildir. Ama bizde böyle olmuştur. Peki ama neden?.. 

Birkaç etken sayılabilir: 

Birincisi: Mihrac Ural’da rasyonel bir düşünme sistemi bulunmuyor. Başka türlü söylenirse, Mihrac Ural’da Türkiye insanında eksikleriyle de olsa bulunan rasyonel düşünme sistemi bulunmuyor. Mihrac Ural’ın kafası tipik bir Suriyeli gibi çalışıyor. Mihrac Ural bir Suriye Arabıdır. Türkiye’nin değil Suriye’nin kültürel formasyonu Mihrac Ural’da ağır basmaktadır. 24 yaşında bu ülkeye gitmiştir ve 30 yıldır da orada yaşamaktadır. Bir Muhabarat elemanı olarak Suriye’nin esasen cılız olan soluyla herhangi bir ilişkisi yoktur. 

Türkiye devrimci hareketi 1980 sonrasında bir dönem bulunduğu Suriye’yi 1990’lı yılların başlarında terk ettiğinden, sol ile ilgisi, ancak çevresindekilerden aldığı duyumlarla sınırlıdır. O çevresindekilerin de devrimci hareketle herhangi bir ilişkisi yoktur. Bu durum, Mihrac Ural’da büyük bir yanlış hesaplamayı ve bununla birlikte de kendisiyle ilgili olarak yaptığı vahim hataları getirmiştir. Peşpeşe vahim hatalar yapmasaydı, doğru veriler ve neden-sonuç ilişkisi içinde düşünebilseydi, politik cesetleşme süreci uzayabilir ve belki de bugünkü aşamasına ulaşmazdı. 

Mihrac Ural üç yıl önce de politik olarak bir şey değildi. Muhabarat ajanlığı ve öteki marifetleri, bugünkü boyutuyla olmasa bile, biliniyordu. Ortamı tümüyle yanlış değerlendirerek çıkış yapmaya kalktı ve dünyanın kaç bucak olduğunu da gördü. 

İkincisi: Muhabarat, Mihrac Ural’ı çıkış yapmaya zorlamış olabilir. MSN’lerini yayınladık. Orada, “düzenli rapor vermek zorunda olduğunu” söylüyor. Muhabarat düzenli rapor istiyor. Acilciler’in Hatay örgütlenmesinin canlandırılarak Muhabarat’ın kolu olarak faaliyete geçmesi istenmiş olabilir. Güney illerinde yaşayan birkaç milyon Arap kökenlinin sesi olarak harekete geçmesi istenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. 1988’de yaşanılan büyük ayrılık, aynı zamanda Acilciler’in de tarihe karışması anlamına geliyordu. Ortada bırakın Merkez Komitesini, kongre delegeleri bile kalmamış, büyük çoğunluk ayrılmıştı. 

17-18 yıl kadar uzun bir süre boyunca Mihrac Ural’ın sesi soluğu duyulmaz. Sonra ortaya çıkar yeniden devrimci harekete girmeye kalkar. (Bunu nasıl yapmaya çalıştığını gelecek yazıda ele alacağım). Bu 17-18 sene hem Türkiye’de, hem dünyada ve hem de devrimci harekette önemli değişimlerin yaşandığı yıllardır. Bu yıllarda devrimci hareketten tümüyle uzak kalıp, sonra da hiçbir şey değişmemiş zannederek dönmeye kalkmak, azıcık aklı olan birisinin yapacağı iş değildir. Azıcık aklı olan insan, harekete geçmeden önce, “ben yokken burada neler oldu acaba?” diye sorar ve öğrenmeye çalışır. Anlaşılan, Muhabarat’ın zorlaması ve aşağıda ele alacağımız Mihrac Ural’daki büyük ihtiras buna fırsat vermemiştir. 

Üçüncüsü: Mihrac Ural ileri derecede ihtiraslı bir insan. MSN’lerinde okudunuz. Kendisini “küresel militan”, düzeyine ulaşılamaz bir “lider” olarak görüyor. Bunları ona Muhabarat yazdırmış olamaz. Kendisini gerçekten öyle görüyor. Muhabarat’ın “artık harekete geç” isteğiyle, büyük ihtirası uyum içinde. Harekete geçiyor ve papazı buluyor! 

İhtiraslarıyla yetenekleri arasında büyük bir uçurum var. Zaten bu büyük uçurum olmasaydı bu kadar hazırlıksız olarak da harekete geçmezdi. Kifayetsiz muhteris’in bundan daha ileri örneğini bulmak zordur. Hayatında doğru dürüst bir eyleme girmemiştir, ama kendisini bir silahlı mücadele örgütünün önderi zanneder. İnsanların aklında kalmış tek yazı yazamamıştır, ama kendisini teorisyen zanneder. İhtiraslarla yetenekler arasında bu kadar büyük açık olunca, kişiye, ihtiraslarının amaçlarına ulaşmak için pisliğin her çeşidine başvurmaktan başka yol kalmaz. Bu durum insanları kaçınılmaz olarak vahim hatalara götürür. 

Başka bir örgütte böyle bir tipi biraz zor bulursunuz... 

Sürecek... 

23 Haziran 2010