YÜZLEŞME VE ACİLCİLER (2)
Doğru cevaba ulaşmak istiyorsanız, soruyu doğru sormak zorundasınız. Soru, cevabı belirler. Bu nedenle sorunun üzerinde düşünmek önemlidir.12 Eylül öncesi ve hemen sonrasıyla ilgili olarak sorulması gereken soru, “Neden yenildik?..” değildir. Aradan 32 yıl geçmiştir ve bunu sormak için çok geçtir. Doğru soru, “Neden bu kadar kötü yenildik?..” olmalıdır. Ya da daha doğru olarak sorulursa, “Neden yenilgi bile yaşayamadık, bozguna uğradık!..” diye sorulmalıdır.
Tarihte ilk yenilen devrimci hareket biz değiliz. Açık faşizmin gelmesi ve devrimcilerin üzerine açık şiddetle yürümesi sonucunda bugüne kadar çok sayıda ülkede devrimci hareket yenilmiştir. Savaşırsınız ve yenilebilirsiniz. Bizim sorunumuz, bireysel örnekler dışında doğru dürüst bir direniş gösteremeden yenilmiş olmaktır. Bunun nedenini araştırmalıyız.Başka bir deyişle, daha iyi yenilebilirdik. Ya da tıpkı 1972’deki gibi yenilebilirdik, ama yapamadık.
Bu sorunun birinci bölümüdür. İkinci bölümünü ise, neden bir türlü toparlanamıyoruz, sorusu oluşturmalıdır. 12 Eylül’ün üzerinden 32 yıl geçti ama devrimci hareket bir türlü kendine gelemedi. Başka bir deyişle 12 Eylül öncesinde yaşanılan olumsuz deneyimlerin ve ardından gelen bozgunun şoku halen sürüyor.
Önceki yazıda da belirttiğim gibi, yüzleşmede ilk adım, 12 Eylül öncesindeki dönemin ya da 1974-1980 döneminin genel ortalama olarak olumlu bir dönem olmadığını kabul etmektir. Bunu kabullenmenin zor olduğunu biliyorum. Büyük kahramanlıklar, özveriler gösterildi, devrimci hareket tarihinde görmediği bir kitleselliğe kavuştu. Bunların hepsi doğrudur ama sonuç da ortadadır, açık faşizm karşısında kısa sürede gelen bozgun...
12 Eylül öncesi devrimci hareket, hataları da barındırmakla birlikte, genelde olumlu özelliklere sahip olsaydı, faşizm karşısında yenilse bile bozgun yaşamaması gerekirdi. Bu girişten sonra, bize bozgun yaşatan ana etkenleri saptama noktasına geldik.
Birinci etken sol içi şiddettir. Solun yüzden fazla örgüte bölünmüş olması kendi başına açıklayıcı değildir. Nikaragua gibi üç milyon nüfuslu bir ülkede bile solda yaklaşık yüz örgüt vardı, ama birlikte davranabiliyorlardı. Sol içi şiddetin böylesine belirleyici olduğu bir ülkede solun –faşizme karşı olsa bile– birlikte davranması mümkün değildir.
Nitekim cezaevlerinde bile faşist askeri yönetimin doğrudan temsilcisi olan askeri cezaevi yöneticilerine karşı ortak tutum alınamamış, bir bölüm direnirken, bir bölüm anlaşma yolunu seçmiştir. Bazı askeri cezaevlerinin yöneticileri solun iç düşmanlıklarını çıkarları yönünde kullanmayı da başarmıştır.
Asıl mesele solun fazla bölünmüş olması değil, parçaların bir türlü bir araya gelememesi, gelenlerin de bir arada fazla duramamasıdır. ÖDP deneyimi ortadadır ve 1980 sonrasında devrimci hareketin bu en büyük birlik deneyiminin yürümemesinde, 12 Eylül öncesindeki Devrimci Yol - Kurtuluş çatışmasının 15-20 yıl sonrasına yansımasının önemli rol oynadığı bilinmektedir.
Açıkça hesaplaşma yapmamış iseniz, psikolojik etki zamanla silinmiyor. Olduğu gibi kalıyor ve uygun fırsat bulunca da ortaya çıkıyor. Faşistlerin şiddetini bir süre sonra unutabilirsiniz. İşkenceyi, hapishaneyi ve değişik eziyetleri de bir süre sonra unutabilirsiniz. Sonuçta karşılaştığınız normaldir. Burjuvazinin ve faşizmin başka ne yapmasını bekliyordunuz? Farklı görüşte olsanız bile sizinle aynı safta olması gerekenlerden, devrimcilerden görülen şiddet ise kolayca unutulmuyor.
Kendi geçmişimizle yüzleşirken sorulacak ilk soru şu olmalıdır: Devrimcilere karşı şiddet (örgüt içi şiddet dahil) kullandık mı, ya da bunu kışkırttık mı? Cevap “Evet!..” ise, “Bu iş neden ve nasıl oldu?..” diyeceğiz.
Bu konuda açık bir yüzleşme yapılması geçmişe yönelik bütün sorunları çözmez, ama önemli bir adımdır. Burada açık kelimesinin altını çizmek gerekir. Yüzleşme açık olmalıdır. Yoksa değerini önemli oranda kaybeder. Biz de bu sitede geçmişimizle yüzleşirken açık olduk.
Geçmişle yüzleşirken sorulması gereken ikinci soru şudur: Örgüte polis sızmış mıdır?.. Bu çok önemli bir sorudur. 12 Mart öncesinde darbecilerin arasına sızmış olan polislerin bir bölümü mahkemelerde açığa çıktı. Ankara’daki öğrenci eylemlerinde de –örneğin, ODTÜ’de– kimlerin nasıl provokasyonlar düzenlediği daha sonra isim isim ortaya döküldü. Bilmediğim başka örnekler de mutlaka vardır.
Örgüte sızan polis sadece kadroları yakalatmaz, örgütü provokatif eylemlere sürükleyebilir. Bunun en tanınmış örneği İtalya’daki Kızıl Tugaylar olsa gerektir. Bu örgüt, İtalyan Komünist Partisi ile koalisyon kurulmasını savunan sağ politikacı Aldo Moro’yu kaçırıp öldürdü. Daha sonra bu eylemin İtalyan gizli servisinin yönlendirmesiyle gerçekleştiği ortaya çıktı.
12 Eylül öncesinde yapılan hedefsiz şiddet eylemlerinin –kahve taramak, meskun yerlerde patlayıcı kullanmak gibi– yapılmasında polisin yönlendirmesinin payı olduğuna inanıyorum. Bu tür anlamsız ve hedefsiz şiddet eylemleri halkı bıkkınlığa sürükledi ve 12 Eylül için psikolojik zemin hazırladı. Bunun üzerine yaygın sol içi şiddet de gelince devrimcilerin halkın güvenini kaybetmesi kaçınılmaz oldu. Çok sayıda devrimcinin, sayısız kitle ilişkisine rağmen, 12 Eylül sonrasında kalacak yer bulamadığı biliniyor. Devrimcilere güven sadece görünüşteydi. Neden dersiniz?
Geçmişle yüzleşmede bu iki konu üzerinde özellikle durulması gerekiyor. Başka türlü eksiklikler ve yanlışlıklar diğer ülkelerdeki devrimci örgütlerde de bol miktarda bulunur. Eksiklik ve yanlışlık bize özgü değildir. Ama yaygın sol içi şiddet bize özgüdür. Garip yakalanmalar, nasıl olduğu bilinmeyen operasyonlar ve hiç de az olmadığı tahmin edilen polis sızması biraz bize özgüdür.
Örgütler tarihlerindeki büyük ve garip operasyonları ortaya çıkarmalıdır. En kötü şey, operasyonun nereden başlayıp nasıl geliştiğinin bilinmemesidir. Bilinen operasyon kötü olabilir, yine de bilinemeyen operasyondan kat be kat iyidir.
Şunu unutmayalım: Bir operasyonun nasıl geliştiği, tek tek kişilerin polisteki durumu en sağlıklı biçimde aynı operasyonda yakalanan kişilerden öğrenilir. İçinde olmadığınız operasyon hakkında fikir yürütmek, hariçten gazel okumaya benzer. Ne olup bittiğini en iyi bilecek olanlar, o operasyonda gözaltına alınanlardır.
Tekrar belirtiyorum. Asıl sorun karanlıkta kalmış operasyonlardır. Bunları aydınlatabilirseniz, örgüt içindeki bazı önemli gerçekleri de ortaya çıkarabilirsiniz. Aynı şeyi biz yaşadık. Büyük bir polis operasyonu, 1978 Mart operasyonu, yıllarca karanlıkta kaldı. Polis ülke çapında örgütün bir ucundan girdi öteki ucundan çıktı. Bu nasıl oldu, bilinmiyordu. Yıllarca bu operasyonun aydınlatılmaması için elden ne geliyorsa yapıldı ve dikkatler sürekli başka tarafa çekilmeye çalışıldı. 1978 operasyonu aradan 30 yıl geçtikten sonra aydınlatılabildi ve örgüt içindeki polisi de yakaladık: Mihrac Ural. Tek değil, başkaları da var, ama belirleyici rol ona ait...
Bize şunu sorabilirsiniz: Bu durumu zamanında neden anlayamadınız? 1978 operasyonunun karanlık bir operasyon olduğunu ve Mihrac Ural’ın polisle anlaşmasını zamanında neden anlayamadınız?..
Haklı bir sorudur ve yöneticilerden özellikle de 1978 operasyonunda yakalanan yoldaşlara kadar hepimizin bu konuda sorumluluğu vardır. Gelecek yazıda neden ve nasıl böyle olduğunu anlatacağım..
4 Nisan 2012