KAÇ KİŞİYİZ ACABA?


İbrahim Yalçın’ın “Biz kaç kişiyiz?..” sorusuna kendi açımdan cevap vermeye çalışayım. “Biz kaç kişiyiz?..” sorusunun cevabı, duruma göre değişir. Ya da yapılacak işe göre değişir. Filanca işi şu kişilerle falanca işi öteki kişilerle yapabilirsiniz. Yapılacak işe göre kaç kişi olduğumuzun cevabı da ayrışıyor. 

Gerçeği olduğu gibi görmek gerek. İnsanlar büyük bir ayrışma yaşadı. Dağılmanın ve çürümenin çok sayıda örneğini gördük. Bu nedenle, insanları 30-35 yıl önceki durumlarına göre değerlendirmek büyük yanlış olur. İnsanlar çok değişti ve “kaç kişiyiz” diye sorulduğunda bu değişimin dikkate alınması gerekir. 

“Kaç kişiyiz?..” sorusunun önemli bir başka yanı, ne için sorulduğudur. Geçmişi yüceltmek, övmek anlamında mı kaç kişiyiz, yoksa önümüzdeki dönemde şu veya bu işi yapmak için mi kaç kişiyiz? 

Kendi açımdan esas olan ikinci bölümdür. 30-35 yıl öncesine bakışta tümüyle ortak bile olsak, bunun bugün ve gelecek için fazla anlamı bulunmuyor. Geçmişe yönelik güzellemenin her çeşidini gördük ve bu çeşitlere bir yenisini daha eklemenin anlamı yoktur. 

Geçmiş güzellemeleriyle bugünü kurtaracağını sananlara yönelik ciddi bir soru var. Geçmiş bu kadar güzelse, 12 Eylül sonrasında neden bozguna uğranıldı ve aradan 32 yıl geçmiş olmasına rağmen neden ciddi bir toparlanma sağlanamadı? 

Devrimci hareket 32 yıldır her yola başvurarak bu sorudan kaçıyor ama soru da onu sürekli olarak kovalıyor. Geçmişin düzeltilerek ve abartılarak güzellenmesi daha önce durumu kurtarıyordu, ama artık herkese bıkkınlık geldi. “Geçmiş bu kadar güzelse neden yıllardan beri bu durumdayız?..” ya da “Geçmişi bırakın da bundan sonra ne yapacağız, onu konuşalım!..” anlayışı gelişiyor. Geçmişe sığınmak artık çürümenin bir çeşidi durumuna geldi. 

“Yapmak!..” dediğimizde, yapılacak işler konusunda konuşmadan önce pratiğe yönelik önemli bir ilke üzerinde anlaşmak gerekir. Bir şey söyledin mi yapacaksın ve söyleyip de yapmayanı ciddiye almayacaksın. İçinde bulunduğumuz koşullarda bu ilke son derece önemlidir. Devrimci harekette konuşmak, tartışmak, karar almak ile o kararı yapmak birbirinden oldukça ayrı şeylerdir. 

Teori giderek gevezelik yapmak haline gelmekte ve pratikten ya da teorinin uygulanmasından kopmaktadır. Bu kopuş kendine yabancılaşmanın, çürümenin önemli itici güçlerinden bir tanesidir. Kişi konuşur ve hele az biraz içkiliyse iyi de konuşur. Eski deyimle mangalda kül bırakmaz ve hatta mangalın kendisi bile ortada kalmaz. Kısa süre sonra da konuştuklarının, verdiği sözlerin hepsini unutur, ta ki yeni bir palavra atma ortamına kadar. 

Hepimiz politik insanlarız. Politika, yapmaktır. Kendini ve çevreni ajite etmek ise, yapmak değildir. Kendini ve çevreni ajite edersin ya da herkes birbirini ajite eder; sonra yorulursunuz ve bir oranda yapmış gibi de olursunuz. Kendinizi biraz iyi hissedersiniz ve gelecek ajitasyon ortamına kadar köşenize çekilirsiniz. 

“Biz kaç kişiyiz”in içine bu tür insanların sokulmaması gerekir. İstedikleri gibi düşünebilirler, eleştirebilirler, suçlayabilirler, bunları dikkate almamak gerekir. 

Onlar konuşur, biz yaparız. Aramızdaki başlıca fark budur ve bu da yeterince büyük bir farklılıktır. Yapılmayacak, yapılamayacak sözleri neden ciddiye alalım ki! 

Konuşmak, tartışmak ve hatta karar almak ile yapmak arasındaki bu büyük açı, çürümenin, kendine yabancılaşmanın başlıca göstergelerinden bir tanesi durumuna gelmiştir. Bir işi yapmayı istemek, o işi nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, fazla anlam taşımaz. Konumu ve ortamı iyi analiz etmek, iyi bir planlama ve yapma süreci içinde ortaya çıkabilecek değişikliklere karşı duyarlı olmak; bütün bunlar bir işi yapmanın olmazsa olmazlarıdır. 

Bunları yapsanız bile başarılı olmanın garantisi yoktur, başarısız da olabilirsiniz, ama iki farkla: Birincisi, başarılı olma oranı yüksektir. İkincisi, başarısız bile olsanız, neden başarısız olduğunuzu bilirsiniz ve aynı hataları bir daha yapmazsınız. Yeniden denersiniz ve başarı ihtimaliniz iyice yükselir. 

Şimdi “Biz kaç kişiyiz?..” sorusuna daha somut cevap verilebilir. Kaç kişi olduğumuz önemli değil. Şu veya bu işe başlamak için yeterli sayı her zaman vardır. Her iş bir süreçtir. İyi başlar ve sürdürürseniz sayınız da artar. Ek olarak, sayıyı fazla önemsemeyin. O sayının kendisi değil, içeriği –başka bir deyişle kalitesi– önemlidir. 

Çoğalmayı istemeyen mi var, herkes istiyor.Ama nasıl çoğalınacak? Var olanla başlarsınız. İyi bir planlama yaparak ve kapasitenizi bilerek başlarsanız, başarılı adımlar atabilirseniz, bir şeyler yaptıkça çoğalırsınız. İnsanları ettikleri laf ile değil, yaptıkları iş içinde görürsünüz. Konuşulana değil, yapılana bakarak değerlendirme yaparsınız. Devrimci hareket başarıya susamış durumda. Haksız da sayılmaz, zira yıllardır elini neye attıysa elinde kaldı, beceremedi. Bu nedenle, başarılı olmak önemlidir ve başarı kadar inandırıcı başka hiçbir şey yoktur. Çapınızı bileceksiniz, sınırınızı aşmayacaksınız. 

Biliyorsunuz, yaklaşık dört yıl boyunca kendi örgütsel tarihimizle hesaplaştık ve bu konuda önemli, dikkat çekici başarı kazandık. Bizi övgülerle, ajitasyonla başka alanlara, başka örgütlerin tarihinin araştırılmasına da sokmaya çalışan olmadı mı, oldu; ama girmedik. Kendisi yapamıyor, o örgütteymiş ama yapamıyor ve bizim üzerimizden bir çıkış yapmak istiyor! 

Biz bilmediğimiz sularda yüzmeye kalkacak kadar aptal değiliz. O iş başkalarının işidir, bizim işimiz değildir. Bir işi yapar gibi görünüp de yapmamanın en iyi yolu, o işi yapılamayacak kadar büyütmektir. Sonuçta, ortada büyük olmasa bile sadece laf kalır; o da ne kadar kalırsa. 

Sonuçta, yapılan kalır. Yapılanın eksikleri olabilir, mutlaka vardır. Daha iyisini yapmak isteyeni de tutan yok. Yapsın ve yaptıktan sonra konuşsun. Daha iyisinin yapılmış olmasından hiç gocunmayız, tersine öğrenmiş oluruz. Yapılanın hepsi devrimci hareketin içinde bulunduğu rezil durumdan çıkışına katkıdır ve daha iyisinin yapılması bizi ancak sevindirir. 


5 Ağustos 2012