BENİ ŞAŞIRTAN OLAYLAR VE 1 MAYIS
Yaklaşık dört yıldır Mihrac Ural ve çetesinin suç defterini açıklıyoruz. Bu suç defterinde yer alan olayların büyük bölümü beni şaşırtmadı. Mihrac Ural ile Muhabarat ilişkisinde şaşıracak yan yoktu. 1980’li yıllarda Suriye’deki Türkiyeli devrimciler hakkında Mihrac Ural tarafından Muhabarat’a bilgi ve rapor verildiği, o yıllarda orada yaşamak zorunda kalan devrimciler tarafından biliyordu. O yıllarda Acilciler, Muhabarat örgütü olarak tanınıyordu.
Suriye’de Müntecep Kesici ile başlayan cinayet silsilesine de şaşırmadım. Mihrac Ural, Ali Çakmaklı gibi kendisi için tehlikeli olarak gördüğü herkesi öldürtüyordu. Suriye’de Muhabarat ile olan ilişkisi kendisine dokunulmazlık sağlıyordu. Buna şaşırmadım, ama öldürülen yoldaşların Mihrac Ural ile Muhabarat arasındaki ilişkinin boyutunu neden anlamadıklarına doğrusu şaşırdım.
Mihrac Ural’ın örgüt mallarını üzerine geçirmesine de şaşırmadım. Sonuçta o da velinimeti Cemil Esat gibi büyük bir hırsızdı. Muhabarat ile herkesi susturmaya çalışan ve eline geçirdiği her şeyi cebine atan bir hırsız.
Mihrac Ural’ın Abdullah Öcalan’a yönelik başarısız suikast teşebbüsüne katılmasına da şaşırmadım. Abdullah Öcalan’ın öldürülmesiyle elde edeceği çıkarlar bir yana, hareketin başına kendisinin geçeceğini filan düşünüyordu. Bu özelliğini biliyorum. Kendisini lider olarak görür. 1981 yılında ben oradayken Türkiye devrimci hareketinin lideri olmayı hayal ederdi. Daha sonra liderlik alanının değişmesine şaşırmamak gerek.
Liderlik ihtirası şuradan da bellidir ki, Abdullah Öcalan’ın yıllarca evinde kaldığını ve ona gerekli taktikleri verdiğini söyler. Mihrac Ural utanmasa PKK’yi de ben kurdum diyecek. İnsanların yutacağına inansa hiç çekinmez böyle de der.
Mihrac Ural’ı tanımış iseniz, bunları normal bulabilirsiniz. Ama eminim ki, Cemil Esat’ın Acilciler’in fahri başkanı yapılmasına hayret edersiniz. “Acilcilerin fahri başkanı kimdi?..” yazımda bunu anlattım. Yani pes. Ne diyeyim! Mihrac Ural puştluğun kitabını yazmış denilebilir ancak.
Beni en fazla şaşırtan ve kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek öteki olay ise, Abdullah Çatlı’nın Acilciler’in referansıyla Fransa’dan politik iltica almasıdır. Referansı veren Salih (Kemal Bayram), THKP-C/Acilciler genel sekreter yardımcısı. Bunun için kaç para aldığını bilmiyorum, yüklüce bir para almış olsa gerektir. Bu paranın bir bölümünün Mihrac Ural’a gittiğinden de eminim.
Faşistlerin, derin devletin, önde gelen bir kişisine referans vererek politik iltica almasını sağlamak ağır suçtur. Mihrac Ural, Mehmet Yavuz’un Mehmet Ağar ile yakın ilişkisini normal karşıladığına göre, bunu da normal karşılamış olmalıdır. Abdullah Çatlı’ya destek olmak suç değil ise, Mehmet Ağar ile ilişki neden suç olsun?
Bu konunun değerlendirilmesinde Erdem Şahin arkadaşımıza katılamayacağım. Abdullah Çatlı’ya referans verilerek politik iltica hakkı almasının sağlanmasının para için yapılmış olabileceğini söylüyor. Unutulmaması gerekir ki, devrimcilerin asla yapmayacakları şeyler vardır. Devrimciler uyuşturucu ticareti, kadın ticareti gibi faaliyetleri yapmazlar. Paraya çok ihtiyaçları olsa bile yapmamalıdırlar.
Para için uyuşturucu ticareti yapan örgütler olduğunu biliyoruz. Kilolarca eroinle yakalanan örgütleri biliyoruz. Bunlar çok yanlış işlerdir. Bazı şeylerin fiyatı yoktur. Satın alınamazlar, para için yapılamazlar. Bu işleri yapmamak devrimciliğin asgari ölçütüdür. Tanınmış bir faşiste para karşılığı yardım etmek de buna benzer. Denilebilir ki, “Mihrac Ural Suriye devletinin ajanıdır. Salih’i de ondan ayrı düşünmemek gerekir. Bunlar para için her şeyi yapar.”
Evet, para için her şeyi yaparlar. Ama bana yine de garip geldi. Bu kadarını düşünemezdim doğrusu. Abdullah Çatlı, “ben Acilciyim” diye pasaport alıyor. Acilciler’in genel sekreter yardımcısı referans veriyor. Durum ortaya çıkınca da referansçı Salih hakkında hiçbir şey yapılmıyor. Durum örtbas edilmeye çalışılıyor. Acilciler’de yaşanan kirlenme ve çürümenin ulaştığı boyutlar hakkında daha iyi bir örnek zor bulunur.
Yazının sonunu başka bir konuyla bağlayacağım. Dün 1 Mayıs idi. Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, 1 Mayıs 1977 konusu yeniden gündeme geldi. 1 Mayıs 1977 derin devlet operasyonuydu. Yapılmasından hedef saptırılmasına kadar böyleydi.
1 Mayıs 1977 günü Taksim’deki Sular İdaresi’nin üzerinden kalabalığa ateş açan kişilerin fotoğrafları yayınlandı. Hiçbir savcı bu konuda soruşturma açmaya cesaret edemedi, soruşturma başka konuda açıldı. Taksim Meydanı’ndaki kargaşa sonrasında yakalananlar mahkemeye verilerek haklarında 33 kişiyi öldürdükleri gerekçesiyle idam istendi. Sağmalcılar, ardından kısa süre Eskişehir ve uzun süre Isparta olmak üzere bu davadan yargılananların bir bölümüyle birlikte yattım. Sonuçta hepsi tahliye oldu, kalabalığın üzerine kimler ateş açmıştı, belli olmadı.
Tutuklu sanıklardan bir tanesinin adını hatırlıyorum: Derya. Mahkemede bir polis aleyhinde şahitlik yapıyor. Derya’yı ateş ederken ve bomba atarken gördüğünü söylüyor. Avukat soruyor, “Bir insan nasıl hem ateş edip hem de bomba atabilir?..” Polis cevaplıyor, “Bir eliyle ateş ediyordu, öteki eliyle bomba atıyordu!..” Derya beraat ediyor...
Halil Berktay’ın 1 Mayıs 1977 ile ilgili sözlerini okudum ve hayretle karşıladım. 1 Mayıs 1977 derin devlet operasyonu değil, solun iç hesaplaşmasıymış!..
Derin devlet, solun iç çelişkilerini bu operasyon için kullanmıştır. Halkın Kurtuluşu grubu alana girerken kortejin içinden silah sesleri duyulmuş ve ardından da kitle üzerine ateş açılmıştır. DİSK ve İGD tarafından haftalardan beri “onları alana sokmayacağız” söylemi gündemdeydi. Halkın Kurtuluşu ise alana gireceklerini ve “Kahrolsun sosyal faşistler!..” diye bağıracaklarını ilan ediyordu. İGD ile HK arasında çatışma zaten vardı ve alanda gerçekleştirilen katliamda bu çelişki kullanılmıştır.
Derin devlet kendisini solun iç çelişkilerinin arkasına gizlemiştir. Bu bir şeydir, alanda solun iki grubunun kapıştığı ya da katliama yol açanın solun iç hesaplaşması olduğu görüşü başka bir şeydir.
Kitleye ateş açılan binalardan bir tanesi Intercontinental oteliydi ve sonraki aylarda bu otele karşı yaptığımız eylem de otelin 1 Mayıs’taki bu işleviyle ilgiliydi. Otelin alana bakan bazı odalarının meçhul kişiler tarafından kiralanmış olduğu gibi ayrıntılar sonraki günlerde gazetelerde yer almış, sonra da konunun üzerine gidilmemişti. Bunlar o dönemde yaşı uygun olan herkesin bildiği konulardır. Bu nedenle de kimse bize, “Intercontinental ile ne işiniz vardı?..” gibi bir soru sormadı.
5 Mayıs 2012