THKP-C VE TARİHİMİZ (1)


Express’in 129. sayısında Işık Ergüden ile devrimci şiddet, 1970’li yıllardaki silahlı mücadele grupları, tarihimiz ve değişik konuları ele alan uzun bir söyleşi yayımlandı. Bu söyleşinin bazı bölümlerini yazının içinde aktaracağım ve bazı görüşler üzerinde durmaya çalışacağım. 

Işık Ergüden’i 1979’da İstanbul Selimiye Askeri Cezaevi’nden tanırım. Tanırım dediğim sadece gördüm, konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Selimiye’de üst bölümde kaldığımız zaman bütün koğuşların kapısı uzun bir koridora açılırdı ve herkes buraya çıkardı. Işık’ın o sırada MLSPB’den ayrılmış THKP-C Savaşçıları adlı örgütün içindeydi. Önemli olanlardan başlar isek, Işık Ergüden 1970’li yıllardaki sol içi şiddet ortamını ilgili soruyu cevaplandırırken şöyle değerlendiriyor: 

« Özellikle 1 Mayıs 1977 tartışmalarının ardından, sağın çeşitli renklerinden gazeteciler ve siyasetçiler solun şiddetle hesaplaşması gerektiğini buyurdular, 12 Eylül öncesinde hem sol hem sağ şiddetin derin devlet tarafından kışkırtıldığı tezi yinelendi, bir yandan da –bir ucu darbeciliğe ve ulusalcılığa, bir ucu da PKK’ye erişecek şekilde– solun bütününün şiddet yöntemiyle ilişkili olduğunu kabullendirmeye çalıştılar. Aynı sıralarda, Birikim’de bir yazıyla sol tarihte bir araç olarak şiddeti açıkça benimsemiş örgütlerden MLSPB’nin tarihine girizgâh niteliğinde bir yazı kaleme aldınız. Bu tartışmalar ışığında bu yazıya hazırlanırken muradınız neydi? 

Öncelikle 1 Mayıs 1977 tartışmalarında gündeme gelen “sol içi şiddet” açısından soruna bakarsak, paradoksal gibi gelebilir ama 70'li yıllardaki sol içi çatışmanın asıl muhatabı o dönemin silahlı sol grupları ya da silahlı propaganda grupları değildir. Sol içi şiddet diye adlandırılan şey, esasen, uluslararası boyutta SBKP-ÇKP ve daha sonra Arnavutluk'un da ayrı bir kutup olarak katıldığı çatışmanın Türkiye'ye yansımasıdır. O dönemin uluslararası komünist hareketinde birer odak olma iddiasındaki bu hegemonik güçlere bağlı olan, siyasi çizgilerini bir tür emir-komuta ilişkisi altında oluşturmaya çalışan ve bir yanda TKP'nin diğer yanda Aydınlık çizgisinin başı çektiği, birbirlerini “Maocu bozkurt” ve “sosyal faşist” olarak niteleyerek, muhtemelen olası bir hegemonyanın rakibi olarak görerek öncelikle birbirlerini yok etmeye çalışan grupların eseridir. THKP-C çizgisi ve bu çizgiden türeyen gruplar daha başından itibaren kendilerini bu uluslararası çatışmanın dışında konumlandırmaya ve mümkün olduğunca her iki odaktan da bağımsız bir çizgi geliştirmeye özen göstermişlerdir. Dolayısıyla böyle bir çatışmanın muhatabı THKP-C çizgisi değildir; bu çizgideki silahlı propaganda grupları hiç değildir. Onlar esas olarak güçlerini ve mücadelelerini “oligarşi” olarak adlandırdıkları iktidar blokuna yöneltmişlerdi, solun herhangi bir kesimini tasfiye etmeyi asla bir amaç olarak önlerine koymamışlardı. TKP ve türevleri ile Aydınlık ve türevleri ise, ağız birliği içerisinde silahlı propaganda gruplarını “sol sapma”, “goşist” vb. olarak nitelerken, birbirlerini de baş düşman görerek yok etmeyi amaç edinmişlerdi... Dolayısıyla, devlet açısından provokatif bir durum doğmuşsa, ki doğmuştur, bunun sorumlusu, tuhaf bir şekilde, öncelikle bugün de solu şiddete başvurmakla suçlayan kesimin kendisidir. Örneğin MLSPB, çatışma ortamının etkisiyle ’77 1 Mayıs’ına katılmama kararı almıştı… Dolayısıyla, sol içi şiddetin öznesi olmuş gruplarla siyasal iktidara, devlete karşı devrimci şiddeti bir yöntem olarak benimsemiş grupların farkını öncelikle ortaya koymak gerekir. İkinci olarak, solun şiddetle hesaplaşması gerektiğini buyuranların, özellikle de sol liberal kesim içinden bunu buyuranların sapla samanı kasıtlı olarak birbirine karıştırdığı ve olası liberalleşme beklentileriyle birlikte burjuvaziye, siyasal iktidarlara gösterdikleri hoşgörüyle ters orantılı olarak sol adını taşıyan neredeyse her şeye karşı bir nefret söylemi üretmelerini de tamamen sınıfsal konumlarına, hem maddi hem de entelektüel sermaye sahibi olmaya bağlıyorum... Dolayısıyla sorunu bu zeminde tartışmanın pek bir yararı olmayacak kanısındayım... Yazıyı neden yazdığıma gelince, 1970'li yıllardaki sol hareketlerin anlatısının büyük ölçüde eksik yapılmış olduğu, hayatlarını, gençliklerini bu mücadeye adamış, feda etmiş sayısız insana, arkadaşlarımızın anılarına haksızlık edildiği, cesetlerinin üzerine basıldığı gibi bir duygunun sonucu öncelikle. Bunlar da vardı, neden bunlardan söz etmiyorsunuz, deme isteği... Sol hareketlerin bu anlatısında da bir tür resmi tarih şekillenmesi yaşandığı, kitlesel ya da ana akım denebilecek hareketlerin kendi eksenlerinden tarihi aktardıkları, bugün kimi sol örgütlerde yer alan insanların kendi perspektiflerinden tarihi kurguladıkları görülüyor. Bu yüzden, başka olgulara da dikkat çekmek için özellikle o yazıyı kaleme aldım. Ayrıca, bugünün gençlerinin hem tarihsel belleğine katkıda bulunmak hem de ellerine farklı bir alet edevat sunmak gibi de bir amacım vardı. » 

Bu değerlendirme pek doğru değil. Evet, solun şiddete başvurmamasını isteyen gruplar arasında, birbirini sosyal faşist - maocu bozkurt olarak adlandıranların arasındaki çatışma önemliydi; ama sol içi şiddet bundan ibaret değildi. THKP-C kökenli iki grubun, Devrimci Yol ile Kurtuluş’un arasındaki şiddet olaylarını atlamak doğru olmaz. Bu olaylar münferit olmadığı gibi bir-iki yere özgü de değildi. 1970’li yılların ikinci yarısında Halkın Kurtuluşu’nun sol içi şiddetin tırmanmasında özel bir yeri vardır. TKP, bildiğim kadarıyla kolay kolay açık şiddete başvurmazdı ve örtülü şiddet yollarını tercih ederdi. 

Zamanın Türkiye devrimci hareketinde Devrimci Yol, Kurtuluş, TKP, Halkın Kurtuluşu ve TKP-ML’i en büyük beş örgüt olarak kabul edersek; bırakalım öteki örnekleri, bu beş örgütten dördünün birbiriyle kavgalı olması, sol içi şiddetin yaygın olmasını açıklamak için yeterlidir. 

“THKP-C çizgisi sol içi şiddetin muhatabı değildir”  demek gerçek durumla bağdaşmaz. Devrimci Yol ve Kurtuluş’un THKP-C çizgisini (ki bu esas olarak silahlı propaganda demektir) savunmadıkları, ama o kökenden geldikleri ortada. Dolayısıyla kendisini bir şekilde THKP-C çizgisiyle ilişkilendirenlerin sol içi şiddetten uzak durduklarını söylemek mümkün değildir. 

Şöyle bir saptama yapılabilir: 

Sovyetçiler olarak bilinen kesimde (TKP, TİP, TSİP, TKEP, TKP-B, İşçinin Sesi) iç çatışma olmadı gibi bir şeydi. Sadece İGD ile İşçinin Sesi’nin çatışmasında bir kadının öldüğünü biliyorum. Anti-Sovyetikler olarak bilinen Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği, Aydınlık, TKP-ML kesiminde örgütler arasında çatışma olduğunu duymadım. Bunların dışında kalan ve “Üçüncü Yolcular denilen kesimde ise durum böyle değildi. Kesimin kendi içindeki iki örgüt arasında çatışma vardı. 

Sol içi şiddet konusu incelenirken değişik liberal ya da AKP yanlısı yazarlar tarafından sapla samanın birbirine karıştırıldığı doğrudur. Yazının konusu bu olmadığı için ayrıntısına girmeyeceğim. 

Burada eklenmesi gereken bir de “kör şiddet”  var. Kör şiddetten kastım, bulanık hedefleri olan şiddet eylemleridir. Örneğin, MHP’lilerin gittiği bir kahvenin taranması gibi. Burada MHP’li olmayanlar da bulunabilir. Malum, bizde kahve kültürü yaygındır ve sadece arkadaşını görmek için kahveye gidenler de az değildir. Bir dönem hayli artan bu kör şiddet eylemlerinin solda kimler tarafından yapıldığı pek açığa çıkmadı. Sol adına başkaları yapmış da olabilir. Bazı eylemler, silahlı propganda örgütlerinde olduğu gibi herhangi bir merkezi karar alınmadan, şu veya bu örgütteki bölgesel unsurlar tarafından rastgele yapılmış da olabilir. Her durumda 1970’li yılların özellikle ikinci yarısındaki sol içi şiddet konusunda THKP-C kökenli grupların herhangi bir rolü olmadığı savunulamaz. 

Burada sözü edilen Türk solu denilen kesimdir. Zamanın Kürt sol grupları arasındaki çatışmada ise çok kan döküldü. Adına ne derseniz deyin ama bunu da ülke solunun içinde bulunduğu durumu yazmak gerekir. 

Sürecek... 


4 Temmuz 2012