NEBİL, NEBİL VE DE NEBİL


Bazı işler vardır, bitirince üzerinizden yük kalktığını hissedersiniz. Sol içi şiddet ve Nebil Rahuma olayı  kitabı da böyle oldu.

Burada sorun kitabın gecikmesi, yazılması ve basılması sürecinde değişik aksiliklerin ortaya çıkması değildi. Birden fazla kişinin yazdığı kitaplarda bu tür şeyler her zaman olur. Bazı yazıların gelmesini fazlasıyla beklersiniz, derken basımda aksilikler çıkar. Bunlar ilk defa bizim başımıza gelen şeyler değil. Tek kişinin yazdığı kitaplarda bile böyle sorunlar yaşanıyor.

Nebil Rahuma ile ilgili kitap, solda ilk kez yapılan bir örgütün kendi tarihiyle açıkça hesaplaşmasının sonuçlarından bir tanesidir. O süreç olmasaydı, bu kitap da olmazdı. Tersi de söylenebilir; bu kitap olmasaydı, bu kitabın hazırlanma süreci olmasaydı, geçmişle hesaplaşma süreci de olmazdı. Bu kitap, bir yanıyla yaşanılan sürecin ya da son beş yılın, bir yanıyla da 1978’den beri yaşananların ya da 35 yılın muhasebesinin ürünüdür. Bu bakımdan sayfa sayısının ve konularının ilerisinde bir içeriğe sahiptir. Hazırlanması 35 yıl sürmüş bir kitap da diyebilirsiniz.

“Nebil Rahuma’yı ve dolayısıyla bu kitabın hazırlanmasını örgütsel tarihimizle yüzleşme süreciyle bu kadar bütünleştiren nedir” diye sorulacak olursa; “bu kitap o sürecin önemli halkalarından bir tanesidir” denilerek cevap verilebilir. Nebil Rahuma’nın öldürülmesinin araştırılması bu süreci, bu süreç o cinayetin araştırılmasını karşılıklı olarak ileriye itmiştir.

Daha somut olarak anlatayım. Örgütsel tarihimizle hesaplaşmayı, klasik yöntem olan baştan sona doğru giderek değil, sondan başa doğru giderek yaptık. Sondan kastettiğim, 1980 sonrasındaki dönemdir.

Acilciler’in Suriye’de Muhabarat Acilcileri’ne dönüştürülmesi ve örgütün Muhabarat’ın devrimci hareket içindeki uzantısı durumuna getirilmesi fazlasıyla biliniyordu. Bunu sadece Acilciler militanları değil, 12 Eylül sonrasında Suriye’de bulunmuş başka siyasi hareketler de biliyordu.

Suriye’de Müntecep Kesici ile başlayan Mihrac Ural’ın cinayetleri de biliniyordu. Suriye’deki devrimci cinayetleri zincirinde eksik halkalar vardı ama asıl olan biliniyordu ve zamanla eksikler de tamamlandı.

Mihrac Ural Suriye’ye geldikten kısa süre sonra bu ülkenin vatandaşı yapılmış ve Muhabaratçılığı büyük bir hızla ortaya çıkmıştı. Bu işin öncesinin olması gerekirdi. Cevap ortadaydı: Mihrac Ural Muhabarattı.

Cevap vardı, ama soru yoktu.

Muhabaratçılılık bu kadar hızlı ortaya çıkıyorsa, bu işin öncesinin olması gerekirdi. Şubat 2009 başında yazdığım ve sitenin en çok okunan yazısı olma özelliğini açık farkla koruyan (12 bin tıklamanın üzerinde) “Mihrac Ural ajan mıydı?” yazısı bu soruyu soruyordu.

Artık ne arayacağımızı biliyorduk, ama bunu nerede arayacağımızı bilmiyorduk.

Önceki dönemle ilgili olarak Ali Çakmaklı’nın katledilmesinden başka bilgiye sahip değildik. Bu cinayet Mihrac Ural’ın doğrudan yönlendirmesiyle işlenmişti, bunu biliyorduk. Nebil Rahuma’nın bu cinayete misilleme olarak öldürüldüğünü de biliyorduk, ama ötesi yoktu.

Nebil Rahuma’nın Mihrac Ural tarafından yakalatılması ve bunu yakın arkadaşlarına iletmesi, bu bilginin ortaya çıkması, aradığımızı nerede bulabileceğimizin de ortaya çıkması demekti. Örgüt tarihinde karanlıkta kalmış büyük polis operasyonu incelenmeliydi; 1978 Mart operasyonu...

Bu operasyonda polis örgüt tarihinde ilk kez olarak bir bölgeden girmiş, ötekinden çıkmıştı. Yaklaşık yüz kişinin yakalandığı bu operasyonda Mihrac Ural ve yakın adamı Ali Fuat da vardı.

Artık neyi nerede arayacağımızı biliyorduk. Biliyorduk ama durum hiç kolay değildi. Aradan 30 yıl geçmişti ve bu operasyonda yakalananlar zamanında bize herhangi bir bilgi vermemişlerdi, ya da o zamanki bilgiler fazlasıyla soyuttu. Bu karanlığın aydınlatılmasında Mihrac Ural’ın epeyce katkısı oldu.

Öyle bir paniğe kapıldı ki, bu kadar olur.

Yalan üzerine yalan üretmeye başladı ve bizim yaptığımız da bu yalanları ortaya çıkarıp açıklayarak yeni yalanlar üretmesini ve dolayısıyla gittikçe daha fazla batmasını sağlamak oldu. Söylediği yalanlar birbirini tutmuyordu. Biz yalanları ortaya çıkardıkça daha fazla battı, battıkça daha fazla söyledi ve bir nokta geldi, sermaye bitti. Mihrac Ural sustu. Artık ne konuşacaktı ki?

Konunun aydınlanması ilk olarak Mihrac Ural’ın polis ifadesinden başladı. Bu ifade, zamanında bize gösterdiği kadarıyla yarım sayfa kadardı ve içinde Nebil Rahuma ile ilgili tek kelime yoktu.

Aklımıza bu ifadenin polis tarafından düzenlendiği geldi. Bu varsayımı araştırdık ve ifadesini istedik. “Kayboldu, arşive kalktı” gibi cevaplarla karşılaştık. Hiç kimseninki ne kaybolmuş ne de arşive kalkmıştı, ama Mihrac Ural’ınkine böyle olmuştu!!!

Konu üzerinde derinleşmeye devam ettik. Nebil Rahuma, Mihrac Ural’ın el yazısıyla yazılmış bir pusula kendisine iletildikten sonra orada yazılı adrese gitmiş ve yakalanmıştı. Mihrac Ural, “biz pusula ile haberleşmezdik” dedi. Aynı dönemde yakalanan Mehmet Avan, “Mihrac’ın kendisine pusula vererek İstanbul’a gönderdiğini” açıkladı.

Mihrac Ural hiç durmadan yalan söylüyordu. Mihrac Ural, 1978 operasyonuyla ilgili olarak yarattığı efsaneyi, “beni üç hafta dolaştırdılar, ağır işkence gördüm, her tarafım parçalandı” hikâyesi üzerine kurmuştu. 1978 ortasında Isparta cezaevine geldiğinde bize böyle şeyler anlatmamıştı ve dahası hepimizden önce spora kalkacak kadar da sağlıklıydı. Bunu belirtmenin ötesinde yalanın üzerine gitmek yolunu şetçik. “Demek seni üç hafta dolaştırdılar. Nerelere götürdüler?..” diye sorduk, cevap yok!

Gezmeye götürmeyeceklerine göre ya yer göstermeye ya da yüzleştirmeye götürdüler. Şuraya götürdüler dese, arkasından başka soru geleceğini biliyordu, bu nedenle konuşamadı. Panik içindeydi.

Yalan atıyor, sonra ben ne söyledim diye düşünüyordu. “Ağır işkence gördüm, diyorsun. Nasıl işkence yaptılar, anlatsana!..” dedik. Bu soruya cevap vermeden duramaz, sonuçta söyleyen o, biz de söylediklerinden hareketle soruyoruz. “Şalterli elektrik işkencesi”ni anlattı. Anladık ki, Mihrac Ural değil işkence görmek, işkenceyi anlatan kitap bile okumamıştı.

Bu şekilde adım adım ilerleyerek Mihrac Ural’ın 1978 operasyonunda polisle işbirliği yaptığını ortaya çıkardık. Bu işbirliği daha sonra da sürmüştü.

Açıkça yapıldığı için artık herkesin bildiği ve ilgiyle izlenen bir süreçte dışımızdan da önemli yardımlar aldık. Mihrac Ural ile birlikte İstanbul emniyetinden adliyeye götürülen kişi, onun işkence görmemiş olduğunu söyledi.

Mart 1978’de Bursa’da yerel bir gazetede Mihrac Ural’ın genelev önünde sıra beklerken bir fotoğrafı yayınlanmıştı.

Mihrac Ural Bursa’da polis tarafından izlendiğini ve fotoğraflarının çekildiğini kabul etti. İyi güzel de, senin o yarım sayfalık ifadende Bursa ile ilgili tek kelime yoktu. Sen de bize Bursa ile ilgili hiçbir şey söylememiştin. Polis senin Bursa’da fotoğrafını çekecek, ama sana konuyla ilgili bir şey sormayacak!

Bu nasıl iştir?

Sorulmuş, sen de anlatmışsın ama ifadeye yazılmamış...

Durum anlaşılıyordu. Mihrac Ural-MİT işbirliğinin birden fazla kanıtı vardı. Bütün soruların cevapları, Mihrac Ural-MİT işbirliğini açık olarak ortaya koyuyordu. 1978 operasyonunda yakalananlar Samandağ’daki banka soygunuyla ilişkilendirilmek için Antakya’ya götürülürken, Mihrac Ural’ın bu kente –en azından açıkça- götürülmemiş olduğunun ortaya çıkması, bu işi bitirdi denilebilir.

Bu arada Mihrac Ural’ın 1976’da Muhabarat tarafından içimize sızdırılmış bir ajan olduğu da ortaya çıktı. Nasıl oldu derseniz, kendisi gerekli belgeleri bize verdi!

Bu site ( www.enginerkiner.org ) yayına başlamadan önce internette tanımadığı kişilerle yazışıyor ve samimiyeti biraz ilerletince de –kendini ispat için- bu hiç tanımadığı insanlara Suriye’de Muhabarat’tan ayrı düşünülemeyecek Uruba hareketinin önde gelenleriyle birlikte çekilmiş fotoğraflarını gönderiyor, kendisini de “genç Urubacı” olarak tanıtıyor. Bir insan bu kadar kompleksli ve bu kadar aptal olabilir mi derseniz, oluyor işte.

Bu site yayına başladıktan sonra söz konusu insanlar, “ben ne yapmışım” diye düşünerek ilgili yazışmaları bize ilettiler. Bunları  www.thkp-c-acilciler.blogspot.com ’da yayınladık. Mihrac Ural bunlar için “yalandır” diyemedi. Zaten nasıl diyecekti ki, ayan beyan ortada.

Yüksel Eriş’e yaptığı “Hatay, Suriye’ye bağlanmalıdır” (Urubacıların temel talebidir) propagandasını da kendisi itiraf etmek zorunda kaldı.

Bu arada, babasının Muhabarat’tan ayrı düşünülemeyecek eski bir Urubacı olduğunu, dayısının MİT’ten emekli olduğunu yine kendisinden öğrendik.

O bunları başka amaçla anlatıyordu ama biz bu bilgileri genel tablonun içine yerleştiriyorduk ve konu gittikçe daha fazla açıklığa kavuşuyordu. İnsanın babasının ve dayısının şöyle ya da böyle olması kendi başına fazla anlam taşımaz. Sonuçta, o çevrede doğmuş olmak sizin elinizde olan bir şey değildir. Babasıyla ilgisi bulunmayan çok sayıda insan var. Örneğin, 12 Mart muhtıracılarından zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un oğlu Enis Batur gibi. Ama babanızla durmaksızın övünüyorsanız ve baba ile amcanın ilişkileri içine girdiğiniz öteki olaylarla da uyuşuyorsa, bu ilişkiler genel tabloda tamamlayıcı işlev görür.

Özel Harp Dairesi’nin ülkede en iyi örgütlendiği iki alan Karadeniz bölgesi ve Hatay’dır. Bu iki bölgedeki yüksek kozmopolitlik ÖHD’nin bu bölgelere özel önem vermesinin nedenidir.

Bu sırada 1977 İstanbul yakalanmasının nedeni olan polis takibinin de Antakya’dan başladığı ortaya çıktı.

Başlangıçta iğne ile kuyu kazıyorduk. Bir süre sonra kazdığımız çukur birden genişledi ve kazma-kürek aşamasını atlayarak doğrudan dozerle kazma aşamasına geçtik. Mihrac Ural bitmişti!..

Tahmin edilebileceği gibi, iyi debelendi. Normal, adamın yıllarca yalan ve ajitasyon üzerine kurduğu bütün hayatı gitti. Sol harekette bitti. “Kapsama alanım” dediği Hatay’da bile tutunamadı.

Bizi esas ilgilendiren, sadece bizi değil, Mihrac Ural’ın öldürdüğü yoldaşların yakınlarını ve değişik şekillerde zarar verdiği çok sayıda kişiyi ilgilendiren, bu yaptıklarının yanına bırakılmayacağıdır.

Yanına kalmadı, öldürülmekten beter duruma düştü. 57 yaşındaki bir insanın, ömrünün 37 yılında ajan olduğunun ortaya çıkarılması az şey midir?

Bu sefile karşı ne yapılsa yine de azdır...

Acilciler küçük bir örgüt değildi. Tek kent ile sınırlı bir örgüt olsaydık, burası büyük kent bile olsa, içimize sızdırılmış bu ajan bizi bitirirdi. Örgütün genişliği ve çok sayıda ilde örgütlü olması, teorik düzeyinin yüksek olması ve sol içi çatışmaya bulaşmaktan itinayla kaçınması sonucu bu ajan bize önemli zarar verdi ama 12 Eylül öncesinde örgütü bitiremedi.

Dikkat edilsin, Acilciler’in bulaştığı bütün devrimci cinayetleri Mihrac Ural ile ilgilidir.

Nebil Rahuma’nın katledilmesine kadar Mihrac Ural adı doğrudan ya da dolaylı olarak 12 Eylül sonrasında bizimle ilgili bütün sol içi cinayetlerde vardır. Hepsini tek tek açığa çıkardık.

Mihrac Ural arada bir kafasını kaldırmaya ve onu gömdüğümüz çukurdan çıkmaya çalışıyor. Yumruğumuz hazır bekliyor. Kafasını kaldırdığı an indiriyoruz ve bu sefili layık olduğu yere yeniden yolluyoruz. Normal, hayatı bitti, başka ne yapacaktı?

Mehmet Koç bu sürecin sonlarına yakın hayatını kaybetti. Bu günleri gördü ve başka şeylerin yanında bu günleri de görerek mutlu olarak hayata veda etti.

Ve Sol İçi Şiddet ve Nebil Rahuma Olayı kitap olarak yayınlandı. Bu kitap anlatılan nedenlerle 35 yılın ürünüdür.

25 Şubat 2013



*