İnsanlar arasında normal olarak bugün ve gelecek ile ilgili konular tartışmalıdır. Başka bir deyişle, çıkış yeri bugündür ve bugünün geçmişte uzantıları olduğu oranda da geçmişle ilgilenilir. Geçmiş yaşanmış bitmiştir ve herkes kendisine göre dersler çıkarmıştır. Artık asıl konu, bugün ve gelecektir.
Burada normal durumdan söz ediyorum. Bizde ise, yıllardan
beri normal olmayan bir durum yaşanıyor. Çok kişi kendisine daha iyi bir geçmiş
arıyor. Bu amaçla da sürekli olarak geçmişle uğraşıyor, onun değişik yanlarını
düzeltiyor ve böylece kendisine oluşturduğu daha iyi geçmişle bugün ve yarında
yer almak istiyor.
İnsanlar neden kendilerine daha iyi bir geçmiş arar?
Bugünü yoktur, geleceği de yoktur. Bu amaçla geçmişi
düzeltip süsleyerek bugün ve gelecekte var olmaya çalışır. Kendine daha iyi bir
geçmiş aramak, bugün bitmişliğin yerine ikame edilmeye çalışılır.
Kendine daha iyi bir geçmiş aramanın en kolay yolu,
geçmişte hayatını kaybetmiş bir devrimci ile kişi arasında yeni ilişkiler
uydurmaktır. Bu ilişkiler gerçek olsa ne olur, orası ayrı, ama gerçek de
değildir.
Örneğin, “Yüksel Eriş bize saatli bomba yapmayı
öğretmişti.”
Bununla öğünmek utanç verici bir şeydir. Diyelim ki
öyledir, ne var bunda!
Kaldı ki öyle de değil...
1976 yılı sonunda Yüksel Eriş bir grupla birlikte,
Hamdullah Erbil’in ailesinin kullandığı yaylaya gider. Orada kendisine nasıl
saatli bomba yapılacağı gösterilir. İyi öğretilmemiş olsa gerektir ki, Yüksel
Eriş aradan iki ay bile geçmeden Trabzon’da saatli bomba yaparken patlama
sonucu ağır yaralanacak, daha sonra da hayatını kaybedecektir.
“Yüksel bize şöyle demişti...”
Ne yapalım yani, öyle demiş ise!..
Yanlış bir şey söylemişse, yanlış söylemiştir. Yüksel
Eriş de herkes gibi yanlış yapardı.
Bunlar çok basit şeyler ama, bitmiş bugünlerini ve
geleceklerini geçmişten toplayacakları güzellemelerle ayakta tutmak isteyenler
de basit insanlar zaten.
Güzellemeler bitmedi...
“Ben Yüksel’in filancası olurum.”
Ne yapalım yani! Yüksel’in şusu ya da busu olmak senin
elinde olan bir şey miydi?
Hiç kimse kimin akrabası olacağını kendisi belirlemiyor,
bir ortama doğuyor. Önemli olan kişinin şunun ya da bunun nesi olduğu değil,
kendisinin hayatı boyunca ne yaptığıdır.
Akrabalığıyla öğünmek, milliyetiyle öğünmek gibi aptalca
bir şeydir. Bu durumun ortaya çıkmasında kişinin hiç payı yok, orada doğmuş;
başka yerde de doğabilirdi. Hayatın boyunca ne yaptın, onu anlat ve bir şey
olmak istiyorsan kendi yaptıklarına dayanarak bir şey ol.
Yaş olmuş en az 50, hatta daha yukarısı. Kişinin
hayatında bir şey yok, kayda değer bir şey yapmamış. Ama yapmış gibi görünmek
de istiyor. Ne yapsın?
Başkalarını kullanacak. Başka çaresi yok.
Şunu düşünemiyor bu insanlar: Sen eğer hayatın boyunca
gerçekten bir şeyler yapmış isen, geçmişte hayatını kaybetmiş filanca kişiyi
tanımış olman öncelikle onu yüceltir, seni değil.
Sen zaten ilgili kişinin ölümünden sonra geçen uzun
sürede –diyelim 35 yılda- yapacağını yapmışsın. Senin yüceltilmeye ihtiyacın
yok, bunun için “filancayı tanırdım” diye özel vurguda bulunmaya da ihtiyacın
yok. O’nu tanıman, birlikte mücadele
etmiş olman, birlikte şunu ya da bunu yapmış olman senden çok onu yüceltir.
Böyle olmasaydı, diyelim 35 yılın boş geçmiş olsaydı,
yaptığın dikkate alınır hiçbir şey olmasaydı; o zaman geçmişe sığınırdın,
hayatını kaybetmiş o insanların üzerine basarak bugün bir şey olmaya
çalışırdın.
Bugünün geçmişe itibar kazandırması konusunu başka bir
örnekle açıklayayım.
1970’li yılların başından itibaren Deniz Gezmiş, devrimci
hareketin küçük olmayan bir kesimi tarafından tutulan bir insan değildi. TKP,
TİP, TSİP kendisine iyi gözle bakmazdı. Evet, idamları yanlıştı ama bu kişiler
yanlış işler de yapmışlardı. Yine büyük bir örgüt olan Halkın Kurtuluşu ise
Denizleri “küçük burjuva maceracı” olarak görürdü.
Bu karşıtlık, Mahir’e karşı daha da fazlaydı.
Şimdi ise Deniz bütün devrimci hareketin ortak değeri
durumundadır. Mahir ise, ülke analizindeki teorik katkılarıyla daha fazla kabul
görmektedir.
Eğer 1975 sonrasında bu ülkede silahlı mücadele hareketi
olmasaydı, onların teorilerini ve anılarını canlı tutanlar olmasaydı, böyle bir
durum acaba ne oranda ortaya çıkardı?
TDAS’ın Mahir’in teorik görüşlerine özel bir katkısı
olmamış mıdır?
Geçmişteki bugün kendi geçmişine böyle değer kazandırdı.
Bazı örgütler Beylerderesi’ni bize karşı kullanmaya
kalktılar, kullanma süresi dolunca da unutup gittiler. Beylerderesi’nden sonra
bir örgütün varlığını sürdürmesi ve adını bütün ülkede duyurması olmasaydı, bir
süre sonra Beylerderesi de unutulup giderdi. Sonraki olay öncekine değer
kazandırdı.
Somuta gelelim...
Yüksel Eriş unutulup gitmişti. O kadar çok kişi unutuldu
ki, aralarında Yüksel’in de bulunması şaşırtıcı değildir.
O’nu herkes anabilir ama anmadan anmaya fark vardır. Solda
yıllardan beri faaliyeti bilinen, düzeyi bilenen insanlar anınca, bu anma O’na
değer kazandırır. Herhangi bir faaliyeti olmamış insanlar anarsa, Yüksel değer
kazanmaz ve zaten bu ananların asıl amacı da kendilerini değerli kılmaktır.
Herhangi bir teorik yapıtı bulunmayan, silahlı çatışmada
hayatını kaybetmemiş Yüksel Eriş şimdi biliniyor. Neden, çünkü örgütsel
tarihleriyle ilk kez ve açık olarak hesaplaşanlar O’nu andılar. Yüksel Eriş
büyük bir başarının insanlarınca anılınca gündemleşti. Bunu anlamayan kafasızlar ise, “Biz de anarız, aynısı
bize de olur!..” sandılar ve olmayınca da çok şaştılar.
Olabildiğince fazla insan ansın. Niyeti bozuk olanlar o
anmanın altında kalıyor.
23 Ocak 2013
*