Birkaç noktayı kısaca belirteceğim: İlk olarak, yarın yaklaşık üç aylık aradan sonra televizyon programına katılacağım. Nuce TV kendisine verilen ceza nedeniyle üç ay kapalı kalmıştı. Medya Gündem başlığıyla yayınlanacak program yarın Avrupa saatiyle 13.30’da, Türkiye saatiyle 14.30’da başlıyor.
Bu program bana iki yıl öncesini hatırlattı. Suriye’de iç savaş yeni başlamıştı ve ben de bu savaşla ilgili olarak Esad rejiminin gericiliği ve gidiciliği konusunda katıldığım programda bir yorum yapmıştım. Mihrac Ural dinlemiş ve çok bozulmuş. Dediklerine göre, esip gürlemiş o zamanlar.
Aradan iki yıl geçti ve durum ortada. Benim fazla bir şey söylemem gerekmiyor. Suriye artık iflah olmaz. İç savaş ne yazık ki uzun sürdü ve daha da süreceğe benziyor. Yıkılan bir ülke, ayrıcalıklarını ve servetini bırakmamak için katliamın her türlüsünü göze alan bir azınlık ve öldürülen onbinlerce kişi.
Eskiden de yazmıştım: Yakın yıllarda insanlık, halkını bombalayan iki diktatör gördü. Bir tanesi Nikaragua’da Somoza, diğeri Suriye’de Esad’dır. Somoza kaçtığı başka bir ülkede de peşini bırakmayanlar tarafından suikast sonucu öldürülmüştü.
İkinci olarak, bugün dört yazı birden yayınlıyorum. Çünkü, çok erken yola çıkmak zorundayım ve artık Pazar gecesi hatta Pazartesi’den önce görüşemeyiz.
Üçüncü olarak, THKP-C/Acilciler’in tarihinin yazımıyla ilgili olarak yöntem konusu üzerinde durmak gerekiyor. Bu yöntem ne kadar uygulanabilir, bilemiyorum, çünkü uygulanabilmesi sadece bana bağlı değil.
Küçük bir örgüt değildik, burası açık. Ülkenin değişik bölgelerine yayılmış bir yapıydık ve bizi öteki silahlı mücadele örgütlerinden ayıran en önemli özelliğimiz de, esas olarak eylem kadrosundan ibaret olmamamızdı. Bu konuda ağır eleştirilerle karşılaştık, bazen bu eleştirilerin etkisinde kaldığımız bile oldu, ama sonuç olarak yolumuz yanlış değildi. Eksikler ve hatalar vardı ama yolumuz yanlış değildi.
Esas gücü İstanbul ya da İzmir’de olan tek kent örgütü olmadık. TDAS ulaştığı her yeri örgütlüyordu ve bazılarının varlığını hayli geç öğrendik. Bu nedenle, içimizdeki ajanın (Mihrac Ural) ve onun birkaç yandaşının çabaları bize önemli zarar vermekle birlikte, bizi çözemedi. Şu sitenin dört buçuk yıldır varlığı sayesinde genişliğimiz hakkında daha iyi bir fikir sahibi olabildik.
Dördüncüsü, bir örgütün tarihi esas olarak iki bölümde ele alınabilir: 1- Bu tarih belirli bir sistematiğe sahip olmak zorundadır. Bu sistematik ise ancak ana noktaların anlatılmasıyla sağlanabilir. 2- Buna ek olarak, kişisel tarihler vardır. Bu kişisel tarihler bir yönden genel tarihe bağlanır, ama o sistematiğin dışında kalan yönleri de vardır.
Bu ikisini birbirinden ayırmak gerekir. Kişisel tarihlerin toplamı antoloji olur. İçinde ne kadar çok sayıda kişisel tarih yer alırsa, o kadar iyidir. Ama bu kişisel tarihler size geneli vermez. Örneğin, bizim öteki silahlı mücadele örgütlerinden farkımız neydi, bu fark nasıl sağlandı sorularının cevabını kişisel tarihlerde bulmanız zordur.
Her kişisel tarih genel tarihe eklemlenir ve onu zenginleştirir, ama çok sayıda kişisel tarihin bir araya toplanmasıyla örgüt tarihi oluşmaz. Parçaların toplamıyla ulaşılacak genel, geneli eksik olarak verir.
Baştan bir doğrultu vardı ve kişisel tarihler bu doğrultu temelinde şekillendiler. O doğrultuyu şu veya bu yana doğru geliştirdikleri oldu, ama kişisel tarihlerin şekillenmesinde de o baştaki doğrultunun önemli yeri, yönlendiriciliği söz konusuydu.
Burada tarih yazma yöntemi önem taşır ki, ileride üzerinde duracağım.
Beşincisi, ne kaldı geriye. Miro Masalı’na bu yıl bitmeden önsöz yazacaktım ama bu konudaki sözümü biraz gecikmeli olarak tutabileceğim galiba. Gecikme dediysem belirsiz bir gelecek değil, Ocak ayı içinde yazarım.
28 Aralık 2012