HATIRLADIĞIM BİR KONUŞMA


Kaç yıl önceydi hatırlamıyorum ama epeyce önceydi. Zürih’e gitmiştim ve orada Haydar Yılmaz’ın kardeşi Halis’i de gördüm. 1977’de İbrahim Yalçın’ın evinde yakalanan ve gazetelerde “13 yaşındaki terörist!..” diye tanıtılan Halis Yılmaz. Tutuklanmamıştı ve şimdi kocaman adam olmuştu. Haydar tanıtmasa tanımazdım doğrusu.

Halis bana acayip bir tepki gösterdi. Söylediklerini kelime kelime hatırlamıyorum ama içerik olarak şöyleydi: “Gittiniz ve bu örgüt de bu hale geldi!..”

Diyorum ya, yıllar önceydi ve Mihrac Ural’ın son 4,5 yıldır ortaya serilen pisliklerinin büyük bölümü henüz bilinmiyordu. Ama örgüt adı altında rezaletin daniskasının bulunduğu yeterince açıktı.

Halis’in söylediklerini başka birkaç arkadaştan da duymuştum: “Gitmeseydin, bu örgüt de bu hale gelmezdi!..”

Hatamız olur, eksiğimiz olurdu ama Acilciler en azından Muhabarat’ın uzantısı bir suç örgütü durumuna gelmezdi. Haydar da aşağı yukarı aynı görüşteydi, bu şekilde ifade etmese bile.

Halis’in tepkisi anlaşılabilir bir şeydi. İşkence görmese ve tutuklanmasa bile polisle tanışması bu örgüt üzerinden olmuş, abisi bu örgüt için yıllarca hapiste kalmıştı. Ve doğal olarak örgütün içine düştüğü durum ona dokunuyordu. Haklıydı, söylenecek bir şey yoktu.

Haydar’a şöyle dediğimi hatırlıyorum: Evet, haklısınız, kalsaydım, zaman içinde Mihrac Ural’ı hallederdim. Herkesin çapı ortada, Mihrac’ın benimle baş etmesi mümkün değildi. Bunun için yaklaşık on yıl geçebilirdi. Belki biraz daha az ama kesinlikle birkaç yıldan uzun sürerdi. Mihrac beni ısrarla Suriye’ye çağıracaktı ve ben de tabii ki gitmeyecektim. Ve bu didişme içinde yüzde 70 oranında ben de biterdim. Buna da değmezdi.

Aşağı yukarı bunları söylemiştim. Haydar da, akıllı bir adam böyle düşünür, gibisinden bir şeyler söylemişti.

2007 sonrasında yine görüştüğümüzde ise, Haydar, “Örgütün bu kadar kirlendiğini düşünmemiştim!..” dedi. Ben de ayrıldığımda kirliliğin bu derecesini bilmiyordum.

Ben ayrılmadan önce olanlar; çok sonra öğrendiğimiz Mihrac Ural’ın yakalandığında polisle anlaşması, Ali Çakmaklı cinayeti ve yine çok sonra öğrendiğimiz 1976 yılında Muhabarat ajanı olarak aramıza girmesiydi.

Mihrac Ural ile birlikte Konya Cezaevi’nde yaklaşık yedi ay birlikte kaldım ve önemli bir yamukluğunu görmedim. Biraz dengesizdi, çabuk heyecanlanıyordu ama birlikte hareket etmeye de özen gösteriyordu. Dışarıdaki adamları ne yapıyordu, orasını bilemezdim ve bana bilgi ileten de yoktu. Sonra 1979 yazında kısa süre Selimiye Askeri Cezaevi’ne geldi ve mahkemesi olan başka bir ile gitti.

Daha sonra da Suriye’de karşılaştık. Buradaki bambaşka bir tipti ve Arapça bilmeyen ben bile Cemil Esad’a nasıl teslim olunduğunu ve Muhabarat ilişkisini görebiliyordum. Bunu görmemde Müntecep Kesici’nin olup bitene şiddetle itiraz etmesinin ve bunu açıkça yapmasının da payı vardı. Aramızdaki tek fark olup bitenden çıkardığımız sonuçlardı.

Bu iş bir yerden kopacaktı çünkü Müntecep itiraz ediyordu ama Muhabarat ile bütünleşme de sürüyordu. Muhabarat ilişkisini görüyorsanız, bu ülkede bir şey yapılamayacağını da görüyorsunuz demektir.

Suriye’ye gelmeden önce Adana’daki ve Antakya’daki durumu görmüş ve örgütün sözde bu en güçlü bölgesinin ne halde olduğunu gözlemlemiştim. Güney bölgesi hakkında aşırı bir abartı ve açıkça yalan vardı.

Fena halde canımın sıkıldığını söylemeliyim. Kimse bana bilgi iletmiyor, kendi kafasına gidiyor, ardından da benim kalmamı istiyor!

Yok canım!

Ağustos 1982 ortalarında Paris’teki büyükçe bir grupla birlikte ayrıldım ama belli başlı insanlar ayrılığa birkaç ay önce karar vermiştik. Mihrac ve çetesi nasıl bir tutum takınacak, onu bekliyorduk. Sağ olsunlar istediğim gibi hareket ederek, yani açık savaş açarak işimi kolaylaştırdılar.

Ayrılıktan iki hafta kadar sonra Paris’te yolda karşılaştığım Salih o muhteşem zekâsıyla bana, “Yaptığın hiç de öyle aniden alınmış bir karara benzemiyor!..” demişti, ben de gülüp geçmiştim. Önceden hazırlık yapmayı sadece kendilerine ait bir özellik sanıyorlardı!

Ayrılmayıp kalsaydım, bu savaşı karşı tarafın istediği koşullarda kabullenmek zorunda kalacaktım. Planlarını da benim mutlaka kabulleneceğim üzerine kurmuşlardı. Bilinen aptallık işte! Karşısındakinin de asgari bir zekâsı olduğunu düşünmüyor.

Merkez Komitesi Örgütlenme Sekreteri Zafer (gülmeyin rica ederim) benden yazılı özeleştiri istiyordu. Hatta özeleştiriyi verdikten sonra cezam bile hazırdı: MK üyesidir ama yetkileri alınmıştır.

Kim almış? Geri kalanlar ya da Mihrac, Ali, Salih ve Zafer…

Ne diyeyim, alacak birini bulursanız alın tabii. Ben gidiyorum ve ne haliniz varsa görün. Gelen gelsin, öyle olmaz ama tek başıma bile kalacak olsam gideceğim. Bir tek ben bile ayrılsam, bu ayrılığın altından kalkamazlar. Hepsini biliyorum, çaplarını da biliyorum. Bunlar devrimci bir örgütü yönetemezler.

1982’de, son yıllarda ortaya çıkardığımız işlenmiş suçları ve yapılmış rezaletleri bilmiyordum. Dahası, Suriye’de büyük bir kopuşun eli kulağında olduğunu da bilmiyordum. Bunu ayrıldıktan sonra öğrendim.

Sonrası biliniyor. Sonraki aylarda bütün arkadaşlara birkaç kere söyledim: Uğraşmayın bu tiplerle. Kendinizi yeniden üretin, asıl enerjinizi buna verin. Bunların en fazla beş yıllık ömrü var. Gerçekten de öyle oldu. Ben malımı bilmez miyim?

İyi ki gitmişim, hem de hiç beklemeden gitmişim. Pisliğin içinde durup da o pisliğe bir şekilde bulaşmamak mümkün değildir. Mihrac Ural’ın pisliklerine bulaştıkları, suç ortağı oldukları için bugün konuşamayanlara bakıyorum da açıkçası acıyorum.

“Yanlış yaptım!..” diyecek cesaret de yok ve sanıyor ki kimse de bilmiyor. Bu örgütün tarihinde önemli her pisliğin, ihanetin dönüp dolaşıp uzandığı yer Mihrac Ural’dır.

Bitmedi, daha ortaya çıkarılacaklar var. Aklınız varsa kendiniz çıkın derim. Biz neyi aradığımızı gayet iyi biliyoruz. Kimlerin nesini aradığımızı da biliyoruz. Bazı tipler yanlış düşünüyorlar ve boşuna korkuyorlar. Kimsenin emniyet ifadesi bizi ilgilendirmiyor. Şu veya bu bölgede yapılmış şu veya bu hata da bizi ilgilendirmiyor. Bir sürü iş yapıldı, tabii ki hata da olacaktır. Bunlardan bazıları kötü hatalar da olabilir. Bunlarla ilgilenmiyoruz.

Bizi ilgilendiren ihanetlerdir. Bizi ilgilendiren örgüt parasını zimmetine geçirenler ve kişisel ihtiyaçları için kullananlardır. Bunlar hata değildir, resmen suçtur.

Bizim sorunumuz, örgüt tarihindeki suçları ortaya çıkarmaktır. Samandağ Ziraat Bankası soygunundan alınan ve büyük bölümü ortadan kaybolan paranın kimlerin cebine nasıl indiğini ortaya çıkardık. Ve bu tek örnek değil.

Bakalım daha neleri çıkarırız ortaya…

11 Aralık 2012