37 YIL SONRA BEYLERDERESİ VE SPEKÜLASYONLAR


Aradan 37 yıl geçmiş. 26 Ocak 1976 ve 26 Ocak 2013. Konuyla ilgili olarak her şey yazıldı aslında. Aynı şeyleri tekrarlamanın gereği de bulunmuyor. Bu kez konuya farklı bir yandan yaklaşmaya çalışacağım.

Başlıkta yer alan spekülasyonlar Beylerdere’sinden sonra söz konusuydu. Amaç, konuyu çıkar amacıyla kullanmaktı. Çıkar için kullanılacak yanı kalmayınca o şahsiyetler de Beylerdere’sini unutuverdiler.

Spekülasyonun merkezlerinden bir tanesi zamanın Devrimci Gençlik’i (sonraki adıyla, Devrimci Yol) idi. Bu kesimin öteki spekülatörlerden farklı bir yanı vardı. En azından spekülasyon merkezi Ankara’da duyduğum kadarıyla böyle biliyorum. Başka bölgelerde farklılıklar ortaya çıkmış olabilir.

Devrimci Gençlik, “Beylerderesi’nde ölenler bunlardan değildir, bağımsız bir gruptur!..” gibi bir söyleme girmedi ya da ben duymadım. Bunun yerine “Parti olmadan böyle işler yapılır mı?..”, “Ellerinde tek 14’lü varmış, bu kadar az donanımla yola çıkmak maceracılıktır!..” ve hatta “İlker psikolojik olarak dengeli birisi değildi, şizofreniydi!..” söylemine sarıldı.

Neden farklıydılar, bilemiyorum. Ankara’da hepimizi tanıyorlardı, ilişkilerimizi de az çok biliyorlardı. Bu nedenle, “bunlar ayrıdır” demenin inandırıcılığı olmadığını düşünmüş olabilirler.

Bunlar tabii günlük söylemler ya da insanları korkutmayı amaçlayan söylemlerdi. Azıcık aklı olan bir insan, “Kızıldere’de o kadar silah vardı da ne oldu!..” diye pekâlâ düşünebilirdi. Önemli olan kuşatılmış duruma düşmemektir. O duruma düştün mü elinde kaç silahın bulunduğu fark etmiyor.

Beylerderesi’nin hemen ardından yüzlerine bakınca bile korktuklarını anlayabileceğiniz Yurtdışı Grubu ile ayrıldık. Ellerindeki ilişkilerin önemli bölümünü de aldık. “Bir bölümünü keşke almasaydık!..” diyeceğim, zira başımıza dert oldular.

Zaman içinde de fark ettiğimiz gibi bu grubun mücadele gibi bir amacı yoktu. Politik analiz yapamazlardı. Verili koşullarda ne yapacaksın, bilemezlerdi. Varsa yoksa akıllarında silah vardı. O silah da patlayınca akıllarını kaçıracak duruma geliyorlardı.

Akılları sıra önce bizi tasfiye etmeyi denediler. “Sen deşifresin. Bütün dikkat üzerinde. İlişkileri devret, geri plana çekil!..”

Tabii ki yapmadım ama birkaç ay yavaşça yer değiştirmek ve çok dikkatli davranmak gerekiyordu. Örgüt çok iyiydi. Herkes durumun kritikliğinin farkındaydı. Ne moral bozukluğu vardı, ne de korku. Sadece bir süre yavaş hareket etmemiz gerekiyordu.

Yüksel ile ilişkimi bir süre kestim. İşten çıktım, Ankara’dan taşındım. Çevre değiştirdikten sonra İzmir’e gidip Yurtdışı Grubu’ndan farklı görüşleri olan kişiyi buldum. Konuştuk ama somut bir şey söylemiyordu, kısacası iş kendi gücümüze kalıyordu.

Yüksel ile haberleştim ve Genel Komite’yi yeniden kurduk. Hem ayrılık ve hem de Beylerderesi sonucu yeniden kuruluş şart olmuştu. Rıza’nın Yüksel’i tanıması bundan sonradır. Bu sırada Beylerderesi’nin üzerinden birkaç ay geçmişti. Hayatımın en zor birkaç ayıdır diyebilirim. Bu tür şeyler de sürekli beni bulur. Yüksel’in Ankara’da tanıdığı yok sayılırdı. Genel Komiteyi yeniden kurmak için biraz zaman geçmesi gerekiyordu ve bu arada yapılacak küçük bir hata bize çok pahalıya patlardı. Sonuçta ben de hata yapabilirim, ama o dönemdeki bir hata öldürücü olacaktı.

Benzer bir durumla bir yıl sonra yeniden karşılaşacağımı bilemezdim tabii. Politik çıkış yapmaya karar vermiştik ve kısa aralıklarla Yüksel hayatını kaybetmiş, Rıza yakalanmış ve yine çok şeyi üstlenmek zorunda kalmıştım. Devrimci Gençlik, Beylerderesi konusunun üzerine fazla gitmedi, iki yıl sonra unutmuştu denilebilir.

Cascavlak ortalıkta kalan, küçük kurnazlıklarla iş yürüteceklerini sanan Yurtdışı Gurubu üyelerinin bana büyük öfke duyduklarını biliyordum, aldırmıyordum. Onlar da öfkelerini MLSPB’lilere Beylerderesi ile ilgili “açıklamalar” yaparak giderdiler!

Biz “İlker ve öteki arkadaşlar bunlardan değildi!..” laflarının üzerinde durmadık. Bunlar bizi etkilemiyordu. Bazı kişilerin bu sözleri kendilerini ajite etmek için söylediklerini, adı ülkenin her tarafında yavaştan da olsa ortaya çıkan Acilciler’e karşı ne yapacaklarını bilemedikleri için bu yola başvurduklarını da biliyorduk. Nitekim her yılın 26 Ocak’ında eylemlerle Beylerderesi’ni anmayı bizden başka gerçekleştiren olmadı.

Geçenlerde yeni duydum. O zaman duymamıştım. İlker, geride ayrılık mektubu da bırakmış (mış)!!!

“Nerede bu mektup, bilen varsa ben de okuyayım!..” diyeceğim ama, bu olay büyük ihtimalle Yurtdışı Grubu’nun uydurmasıdır. Daha doğrusu bu gruptan geride kalan birkaç kişinin uydurmasıydı.

Gerçi o zaman duysak da aldırmazdık. 1976’de örgüt toparlandı, ilişkilerini düzenledi, hazırlıklarını yaptı ve politik çıkışa yöneldi. Önemli olan da buydu, yoksa o bizdendi veya bağımsızdı demek değildi.

Bu durumla 1979’da Selimiye Askeri Cezaevi’nde bir kere daha karşılaştım. Eylem Birliği ve THKP-C Savaşçıları adlı örgütten kişiler vardı. Son örgüt, kısa süre önce MLSPB’den ayrılmıştı. Neden ayrılmıştı, sordum, anlattılar ve hiçbir şey anlamadım. Anlatılan politik bir gerekçe yoktu. Neyse, kendi sorunlarıdır. Aynı anlayış onlarda da vardı, “İlkerler sizden değildi!..”

Artık isim olarak ülkenin her yanında ortaya çıkmış bir örgüttük. Büyük eylemler de yapmamıştık. Silahlı propagandayı askeri eylem sananların anlayamayacağı bir durum vardı ortada. Biz değişik yerlerde örgütlüydük, bize Mahir Çayan öğretenler ise İstanbul ya da İzmir’in dışına pek az çıkabilmişti.

THKP-C kökenli diğer silahlı mücadele örgütlerinin militanlarını ilk kez hapishanede yakından tanıma fırsatı buldum ve çok şaşırdım. Bu arkadaşların büyük bölümü politik kişiler olarak değerlendirilemezdi. Okumayan, aklı fikri eylemde olan, hapishanede eylem yapamayınca da bunalıma giren, kendini ajite ederek sorunları örtmeye çalışan insanlardı.

Bu arkadaşlar Mahir Çayan’ın görüşlerini savunmuyorlardı, Mahir abimizi savunuyorlardı. Kafa yapıları böyleydi. Delikanlılık hatta lümpenlik fazlasıyla vardı, siyasilik azdı.

Bu arkadaşlarla Kesintisiz Devrim II-III’ü tartışmanın anlamı yoktu, çünkü okumuşlar ama anlamamışlardı. Anlamak için gerekli bilgi birikimleri yoktu.

Onların daveti üzerine herkese açık bir tartışma yaptık. Konuşamaz duruma düştüler. Akıllarınca bizim Kesintisizlerle nasıl ters düştüğümüzü göstereceklerdi ve bizim de Kesintisizleri kelime kelime savunmak gibi bir sorunumuz yoktu. Öyle olsaydı, Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nın yazılmasına gerek kalmazdı. Kendilerini savunamadılar. Hatta bir tanesi konuşamaz duruma gelince açıp Kesintisiz Devrim II-III’den bir bölümü bana okumaya başladı. Teorik bozgun olur ama bu kadar olur.

Farklı görüşte olabiliriz, ama insanın kendi görüşünü savunabilmesi gerekir. Hayır, bu arkadaşlar savunamıyorlardı. Bu durumun kızgınlığını bir fırsatını bulup bana fiziki olarak saldırmaya kadar götürdüler.

“Sonra ne oldu?..” derseniz, Beylerderesi’nin zamanı doldu. Kullanmak fayda getirmemeye başladı ve bizden başka hatırlayan kalmadı.

Bu site yayına başladıktan sonra adı yeniden duyuldu. Bunda genel geçer sözlerin değil de Beylerderesi öncesi ve sonrasıyla ilgili ayrıntılı anlatımların da rolü oldu. Bakınız:  www.thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com ’daki İlker Akman ile ilgili üç yazı.

Beylerderesi THKP-C’liler için ikinci Kızıldere’dir. Ne Kızıldere’yi ne de Beylerderesi’ni zafer değil ağır bir darbe olarak gördük. Bunlarla öğünmeye kalkmadık, bu tür bir çabayı anlamsız bulduk, politik bir örgüt olmaya yakıştıramadık. “Çarpıştı öldü!..” diye bir insanın görüşlerine sempati duyulur mu?

Kişi takdir edilebilir, ama görüşünü savunmak başka bir şeydir. Örneğin, subayların gerillaları takdir ettiğini değişik açıklamalarda satır aralarında okumak mümkündür. Ama onların dünya görüşleriyle ilgileri bulunmuyor. Zeki ve becerikli bir karşıt takdir edilir, ama aynı görüşü paylaşmak bambaşka bir şeydir. Mahir Çayan’ı savunmakla Mahir abimizi savunmak arasındaki fark da budur!..

Zamanında bu tür anlamsız şeylerle fazlasıyla uğraşmak zorunda kaldık. Büyük zaman ve enerji harcadık, ama mecburduk da. Bazen duyuyorum, bazı insanların öfkesi hâlâ bitmemiş. Diyorlarmış ki, “onlar Kesintisizleri savunmuyordu!..”

Diyelim ki öyledir! Siz kelimesi kelimesine savunuyordunuz, bizim savunumuz daha ayrıydı. Siz de silahlı mücadele örgütü idiniz, biz de. Yapılan onca karşı propagandaya rağmen biz ülke çapında az çok yaygın bir örgütlenmeye sahip olduk, siz büyük kent dışına çıkamadınız. Bize kızacağınıza, aradan çok zaman geçti ama, bu iş nasıl oldu diye düşünseniz daha iyi olmaz mı?

Geçmişte esas ideolojik mücadeleyi Devrimci Yol’a karşı vermekle doğru bir iş yapmışız. Oğuzhan Müftüoğlu’nun kitabında da anlattığı gibi (Oğuzhan Müftüoğlu ve Acilciler yazılarına bakınız), DY kendi görüşlerini bizimle polemik yaparak şekillendirdi. Ayrı düşünüyorduk ama bu da bir şeydir. Bize daha yakın olması gerekenlerde bu da yoktu.

Yazının sonunda şunu da eklemek gerek. Son yıllarda sadece Acilciler’in adı yeniden duyulmadı, Beylerderesi de duyuldu. Zamanın Malatya Valisi Rafet Küçüktiryaki, Alevilerle ilgili sözleri nedeniyle dikkatleri üzerine çekti. (Sitedeki ilgili yazıya bakınız.)

Beylerderesi hakkında yıllar sonra aralı olarak neler öğrendik? Malatya bölgesinden TKEP’liler bana, ilişki kurulan ve onları götüren kaçakçının karanlık bir tip olduğunu söylediler.

İlker’in yaralı yakalandıktan sonra infaz edildiğini öğrendik. THKO’luların operasyona katılan bir komiseri cezalandırdığını öğrendik.

Yusuf Ziya Güneş’in memleketinde büyük bir cenaze töreniyle toprağa verildiğini öğrendik. Yaklaşık 15 bin kişinin katıldığı törende konuşma yapan Karadeniz Dev Genç Başkanı’nı 1970’te ODTÜ’den beri tanıyordum ama bu durumu öğreneli uzun zaman olmadı diyebilirim.

Hasan Basri Temizalp hakkında ise hiçbir şey duymadım.

Beylerderesi bizim için beklenmedik ve ağır bir darbeydi. Örgütün toparlanması, ayakta kalması ve politik çıkış yapmasıyla Beylerderesi’nin anısı da yaşadı.

25 Ocak 2013



*