Bu yazı İçişleri Bakanı başta olmak üzere hükûmet yetkililerinin açıklamaları ve bunlardan hareketle gazetelerin internet sayfalarında çıkan haberlere dayanılarak yazılmıştır. Eğer bu bilgilerin hepsi yanlış ise –hiç sanmıyorum- yazıda varılan sonuçlar da kaçınılmaz olarak yanlış olacaktır.
Önce internette dolaşmayı sevmediğim için küçük bir
bölümüne şahit olduğum sanal alemdeki yorumlardan başlayayım.
İnsanlar özellikle facebook’ta akıllarına ne gelirse yazıyorlar.
Daha ortada doğru dürüst bilgi yok iken senaryolar uyduruyorlar. Bu senaryolar
gerçekte içerdeki korkuyu bastırma senaryoları…
Örneğin, bu eylemi ÖSO yapmış mı diyeceksiniz ya da öyle
olmasını mı istiyorsunuz; aradıktan sonra senaryo bulunur. Sınırda ÖSO denetimi
vardır, buradan Suriye’de hükûmet yanlısı olanların Türkiye’ye geçmesi mümkün
değildir. Demek ki…
Yazanın aklına patlayan arabaların Suriye’den gelmediği,
içerden olduğu gelmiyor. Kendi düşüncesini kendince haklı çıkarmak ve bunu da
başkalarına göstermek için hemen bir senaryo uyduruyor.
Gazetelerdeki durum çok mu farklıydı?
Arabalardan birisi Suriye plakalı, arabalar Yayladağ
sınır kapısından geçti gibisinden haberler okuduk. Gazetecilerin bir bölümü de
uydurmacılıkta sanal alemdekilerden geri kalmıyorlar.
Bu senaryoların ömrü bir gün bile olmadı. Umarım yazanlar
yaptıklarını hemen unutmazlar ve biraz olsun ders çıkarırlar. Yeterli bilgi
olmadan senaryo hazırlamak yanlıştır, kendinizi kandırmaya çok meraklıysanız
orası başka tabii…
İkinci konu olarak eylemin yapılışına geliyoruz.
İnanılmaz derecede acemice bir eylem, öncelikle bunu belirtmek gerek. Arabalar
Hatay’da satın alınıyor, atölyelerde gerekli tadilat yapılıp patlayıcı
yerleştiriliyor ve götürülüp infilak ettiriliyor. Böyle bir eylemin ardından
yakalanmamak mümkün değildir.
Bu tür eylemlerde kullanılan arabalar çalınır, satın
alınmaz. Küçük yerde araba çalarsanız, kısa sürede yakalanırsınız. Araba büyük
kentte çalınır, plakası ve evrakları değiştirilir ve küçük yerleşim biriminde
kullanılmak üzere getirilir.
Çevredeki en yakın büyük kent Adana ve sonra Antep…
Demek ki, eylemi yapanlar yerel bir örgütlenme, büyük
yerde araba çalıp küçük yere getirebilecek organizasyona sahip değiller.
Her arabanın kimliği sayılan şasi numarası vardır. Bu
numara araba evrakına da işlenir ve araba infilak ederek parçalansa bile bu
numara bulunur.
Bildiğim kadarıyla en son ABD’de Oklahoma’da bir hükümet
binasına yönelik olarak düzenlenen araba eyleminde, eylemci arabanın şasi
numarası bulunarak yakalanmıştı.
Bu numara bulundu mu arabanın sahibi bulunur. Arabasını
kısa süre önce satmış ise, kime sattığı hakkında bilgi verir ve Hatay büyük yer
değil, arananlar da kısa sürede bulunabilir.
Eylemi yapanların bu kadar baştan savma davranmaları
bende bunların deneyimli kişiler olmadıkları ve eylemin acele yapıldığı
düşüncesini uyandırdı.
Bazı gazetelerde çıkan “Hedef Ankara mıydı?” sorusu
anlamlı bir sorudur.
Asıl hedefin Ankara’da bakanlıklar olması mümkündür.
Bunun yapılamayacağı anlaşılınca aceleyle –eylemcilerin politik görüşü
açısından bile- saçma sapan bir eylem yapılmıştır.
Yapılan bir Sünni katliamıdır, başka bir şey değil. Suriye’deki
olaylarla hiç ilgisi olmayan insanların farklı mezhepten oldukları için
öldürülmesidir.
Eylemcilerin amacı “hükûmetin Suriye politikasını
protesto etmek” ise, arabaları valilik kaymakamlık gibi resmî binaların önünde
de patlatabilirlerdi.
Muhtemelen bu binaların önünde dikkat çekeceklerini
düşünmüş ve acele olarak eylemi yapmışlardır. Yapan kişiler ne oranda
politiktir, bilmiyorum, ama fazla politik olmadıkları da ortada. Yerel bir
örgütlenme, acemice örgütlenmiş bir eylem ve tahminime göre de telaşa kapılarak
yapılmış bir katliam…
Mihrac Ural’ın kısıtlı yeteneklerini ve sallapati iş
yapma özelliğini bildiğim için eylemdeki bu özellikleri kendisine gayet uygun
buluyorum. Kendisi Türkiye’de bulunduğu yıllarda kayda değer bir askerî eyleme
girmemiştir.
Bazı gazetelerde çıkan, “çok sayıda eyleme girmişti”
haberi gerçek dışıdır. Biraz eylem tecrübesi olan bir insan bu kadar acemice ve
sorumsuzca davranmaz ve böyle davranacak insanlarla da eylem düzenlemeye
kalkmaz. Yeteneksiz ve özensiz bir insanın kendi özelliklerine uygun eylem
insanları bulması normaldir.
Bazı gazetelerde sanıkların bu işi para karşılığı
yaptıkları iddia ediliyor.
Mümkündür, zira yukarıdaki çıkarsamalar kapsamında
düşünürsek böyle bir eylemi politik insanların yapması zayıf bir ihtimaldir.
SABAH GAZETESİYLE SÖYLEŞİ
Sabah gazetesinden Erhan Öztürk, benden ve İbrahim Yalçın’dan
Mihrac Ural ile ilgili bilgi istedi. İstediği bilgiyi kendisine ilettik. İlgili
yazı bugünkü Sabah gazetesinde “Baş
şüpheli, Acilci Mihrac Ural” başlığı ile yayımlandı.
Yayınlanan bilgilerde birkaç yanlış bulunuyor, bunları
belirteyim:
Birincisi; Mihrac Ural on değil, beş
devrimcinin katilidir. Bunları adlarıyla belirttik. Ali Çakmaklı, Hanna
Maptunoğlu, Müntecep Kesici, Zihni Alan ve Gökhan Sac. Bunların dışında Nebil
Rahuma’nın İstanbul’da öldürülmesinde katkısı vardır.
İkinci olarak; Mihrac Ural 1980 yılı Ağustos ayında
Adana Cezaevinden sahte tahliye ile kaçtıktan kısa süre sonra Suriye’ye
gitmiştir. Gidişinden altı ay sonra Cemil Esad’ın emriyle bu ülkenin vatandaşı
yapılmıştır.
Üçüncüsü; 10 Mart
1978’de yakalanmasının banka soygunuyla doğrudan ilişkisi yoktur.
Yazıda bir de eksik
bulunuyor: Babası Zeki Ural, Hatay’ın Suriye’ye bağlanması için
çalışan Uruba örgütü militanlarındandır.
Okur, Mihrac Ural’ın Uruba örgütünün Suriye
sorumlularıyla birlikte çekilmiş fotoğraflarını, kendisi ve Acilciler
hakkındaki öteki bilgiler için aşağıdaki bloglara bakabilir:
Abdullah Öcalan’ın Mihrac Ural ile ilgili olarak
söyledikleri konusunda bu sitede yayınlanmış yazıyı da aşağıda aktarıyorum.
Abdullah Öcalan, Mihrac Ural için ne derdi?
İbrahim
Yalçın tarfından yazıldı.
Cuma, 22
Haziran 2012, 22:43
Bundan birkaç
gün önce Kürt bir arkadaşla sohbet ederken söz döndü dolaştı Abdullah Öcalan’a,
Suriye’ye ve elbette Mihrac Ural adlı bizim soytarıya geldi. Mihrac
Ural’dan söz edilirken. Benim sürekli olarak Mihrac adını kullanmayıp “bizim soytarı” diye
bahsetmem üzerine, arkadaşın, “siz onun soytarı olduğunu çok geç anladınız, oysa biz çoktan
biliyorduk” demez mi…
Bizim
bilmediğimiz (!) özel duyumlarının olup olmadığını sordum. Çok güldü. “Muhabarat’ın Hatay şubesi olması yetmez
mi?” diye cevapladı ve taa başından beri bu adamın
tam bir komedyen olduğunu, devrim diye hiçbir tasasının bulunmadığını,
Suriye’deki ilişkilerinin iç yüzünü az çok bildikleri için hakkında herkesten
(başka örgütleri kastederek) daha çok bilgi sahibi olduklarını anlattı.
Devamla, “O adam, aklısıra PKK’yi kullandığını düşünüyordu ama
PKK’yi bilmediği için PKK tarafından kullanıldığını bugün bile anladığını
sanmıyorum” dedi.
Kendisine,
internet sitelerinde yaptığı hokkabazlıklardan, Suriye yaltakçılığı ve PKK
şaklabanlığı yapmaya devam ettiğinden bahsettim. Çok güldü ve “onun başka hiçbir çıkar yolu yoktur, o
adam ömrünün sonuna kadar PKK dostuymuş (!) gibi kendini pazarlamaya mahkûmdur”
diye cevapladı.
Hiç
şaşırmadım. Herkesin bu soytarı için ne düşündüğünü bildiğim için şaşırmadım.
Üstelik de, sözünü ettiğim arkadaşın, herkesin bildiğinden daha çok şey
bildiğine tanık olmama rağmen şaşırmadım.
Sohbet sırasında
arkadaşın bana söylediği, “onun başka hiçbir çıkar yolu yoktur. O adam ömrünün sonuna kadar PKK
dostuymuş gibi kendini pazarlamaya mahkûmdur” cümlesinin
satır aralarını çok iyi okumama rağmen “mahkumdur” ifadesinin ne anlama geldiğini sorma gereğini
dahi duymadım, düşünmedim.
Abdullah
Öcalan’ın, Mihrac Ural hakkında ne düşündüğünü en iyi bilenlerdenim. Daha
önce bu sitede benim dışımda başka bazı arkadaşlar da yazdılar.
Örneğin,
Ayhan Karmış (Arap Ayhan) yazdı. Arap Ayhan, Suriye’nin Lazkiye şehrinde,
yanında Gökhan Saç (Sami) yoldaş olduğu halde dolaşırken
karşılaştıkları Mihrac Ural ve çetesi tarafından, yolları kesilerek silah
zoruyla kaçırılıp işkence ile öldürülen Merkez Komite yedek üyemizin
kurtarılmasına yardım etmesi için Abdullah Öcalan’ın yanına gittikleri zaman PKK
genel başkanı A.Öcalan’ın Mihrac Ural hakkında ne düşündüğünü bu sitede
yazdı.
Arap
Ayhan’dan başka Haydar Yılmaz yoldaşımız da yazdı. Haydar Yılmaz, Suriye’de
Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeler esnasında Mihrac Ural hakkında,
“O adam devrimci falan değil, sühtekârdır, celepçidir” dediğini
yazdı.
Daha da
ötesi, Abdullah Öcalan, Kenya’dan Türkiye’ye getirildikten sonra alınan
ifadesinde bizzat kendisi söyledi ve söyledikleri resmî kayıtlara
geçti. Ne söylediğini bizzat görmek isteyenler internet sitelerinde “Abdullah Öcalan’ın sorgusu”nu
okuyabilirler. Orada, “Acilciler
Hatay’da güçlü oldukları halde, bizim o bölgedeki gerilla
faaliyetlerimize destek olmadılar, bize yardım etmediler”
demektedir.
Bütün bu
gerçekler ortada dururken Mihrac Ural’ın, 30 senedir Abdullah Öcalan
güzellemesi (!) yaparak, PKK sevdalısı havalarında dolaşmasına ne
demeli?
30-35 yıl
öncesinin Abdullah Öcalan fotoğraflarını temcit pilavı gibi ısıtıp allayıp
pullayıp daha dün beraberlermiş gibi her gün sitesinde yayınlayarak ne
yapmaya çalışıyor dersiniz? Böyle yaparak, Abdullah Öcalan ve PKK için
kurduğu tuzakların ortaya çıkmasını önlemeye, bu tuzakların PKK tarafından
açıklanmasını geciktirmeye mi? PKK’lı arkadaşın “mahkûmdur” diye üzerine basarak anlatmak istediği bu olabilir
mi? Bilmiyorum.
Bildiğim
tek şey, Mihrac Ural adlı Muhabarat ajanı, işbirlikçi hainin
Abdullah Öcalan’a karşı beceremediği SUİKAST planının belgelerinin Abdullah
Öcalan’ın elinde olduğudur.
Adıgeçen
belge, daha sonra kendisinde Mihrac Ural tarafından Suriye’de kurşunlanarak
öldürülen Merkez komite yedek üyemiz Karataş’lı Yusuf tarafından Ayhan Karmış
(Arap Ayhan)’a verilerek Abdullah Öcalan’a bizzat elden verildiğidir. Ayhan
Karmış tarafından bu sitede yayınlanan “MİHRAC URAL’dan ABDULLAH
ÖCALAN’a SUİKAST GİRİŞİMİ” adlı yazı tekrar okunarak daha geniş
bilgi sahibi olunabilinir.
Mihrac
Ural’ın bütün korkusu budur. Bu belgenin PKK tarafından kamuoyuna
açıklanabileceği korkusudur.
Abdullah
Öcalan yoldaşın İtalya’da bulunduğu dönemi hatırlayınız. Kendileri
İtalya’da olduğu dönem, aynı tarihlerde “Yeni Gündem” gazetesi adına çalışan
ve kadın örgütleri adına Orta-Asya’ya gitmek üzere hazırlık yaparken,
yolculuk öncesi Öcalan ile telefon konuşmasında sorulması üzerine “Eski bir Acilci” olduğunu
söyleyen yoldaşa Öcalan’ın sarf ettiği sözler var. “Yaaa öyle mi? Demek sen o, o..... çocuğunun örgütündeydin. O devrimci
falan değil, o bir o..... çocuğudur” demiştir.
Mihrac
Ural’a bu sitede değişik arkadaşlar tarafından çağrı yaptık, tek tek ve ortak
çağrı yaptık. “İçerisinde PKK temsilcisinin de olacağı, isteyen
tüm devrimci örgüt temsilcilerinden oluşan bir komisyon kuralım, iddialarını
ve bizim söylediklerimizi ortaya koyup araştırtalım” dedik. Ne
karar verilirse herkes önkoşulsuz bu kararı kabul etsin dedik. Duymadı. Öcü
gibi korktu ve hiçbir cevap veremedi.
Devrimcilerin
katilidir dedik, en az 10 yoldaşımızı öldürdüğünü söyledik,
kimleri nasıl nerede ve niçin öldürdüğünü isim isim saydık.
Tasfiyeci
olduğunu söyledik. Kendi itiraflarını yayınladık, “ben
acilcileri ehlileştirdim” diye yazdığını ortaya koyduk ve sorduk. “Nasıl
ehlileştirdin? Ne adına, kim adına ehlileştirdin?” dedik. Cevap veremedi.
Türkiye’ye
giden yoldaşlarımızı polise ihbar ederek yakalattığını yazdık. Sadece
Acilciler’i ihbar etmediğini, uzanabildiği tüm devrimcileri
ihbar ettiğini yazdık. Suriye’de MUHABARAT’a, Türkiye’de MİT’e ihbar ettiğini
söyledik. Bedri Yağan olayının çarpıcı yönlerini
delilleriyle birlikte yazdık.
Filistinli
örgütlerin silahlarını Lübnan’da kaçakçılara satarken
yakalandığını yazdık.
Önüne gelen
herkesi MİT ajanı ve itirafçı
olarak suçlamasına karşın, asıl itirafçı ve MİT ajanının kendisi olduğunu
belgeledik. Tek bir fiske yemeden “acilcileri ehlileştirme” sözü vererek
kurtulduğunu (!) belgeledik.
Eroin-esrar
tüccarlarının numune taşıyıcısı olduğunu isim
vererek yazdık ve zehir tüccarları arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle
taraflardan birini öldürerek karşı taraftan para aldığını belgeleriyle ortaya
koyduk.
Örgüt
mallarına el koyan bir hırsız olduğunu yazdık. Milyonlarca
doların ve Suriye’deki gayrimenkullerinin dökümünü kendi kaleminden
(çetleşmelerinden) alarak yayınladık.
MİT
ajanları ve polis işbirlikçileri ile işbirliği yaptığını
belgeledik. Ali Hamam olayını tüm yönleriyle defalarca yazdık.
Son olarak,
Türkiye’de bazı gariban eski Acilcileri kullanarak onlarla
birlikte çek-senet ve ihale sahtekârlığına soyunduğunu, bu pisliklerini
Acilciler ismini kullanarak yapmaya çalıştığını, kullandığı kişilerden Ömer
Ödemiş’in polis ifadesini yayınlayarak belgeledik.
Mehmet Ağar adlı derin
devletin azılı katili ile işbirliği içinde olduğunu da belgeledik. 40 yıllık
kadim dost diye göklere çıkarttıgı Mehmet Yavuz adlı eski bir
Acilci olan pislik adamın Mehmet Ağar’ın adamı olduğunu belgeledik.
Ben Acilciyim diye bizlere küfreden Mehmet Yavuz’un polis ifadesini
yayınladık ve Mehmet Ağar’ın genel başkan olduğu dönemde Doğru Yol
Partisi’nin Mersin İl Başkanı Yardımcısı olduğunu ve aynı partiden
milletvekili aday adayı olduğunu belgeledik.
THKP-C/Acilciler
örgütünün tüm eski militanları ve devrimciler önünde tartışmayı da
teklif ettik. Gelebilir mi? Elbette gelemez.
Bakmayın
siz onun internette ayıp tuttuğuna. Bakmayın siz onun PKK yardakçılığına ve
Abdullah Öcalan sevdasına (!). O sadece Kürt halkının değil, devrimci olan
herkesin düşmanıdır. Kuru sıkı söylemlerle insanların
aldatılmaya çalışıldığı dönem çoktan kapanmıştır.
“Sen
kimsin? Ne yapıyorsun? Hani ne yaptın?” denildiği zaman geçmişinle ve bugünkü
duruşunla cevap verebiliyor musun? Geçmişin ve bugünkü duruşun arasında
uyumluluğu kanıtlayabiliyor musun? Önemli olan budur.
Mihrac Ural
bunlara cevap verebilir mi? Vermez, veremez. Geçmişini teker teker ortaya
serdik. Bugünkü konumunu tüm çıplaklığı ile belgelerle ortaya koyduk. İşbirlikçi
hain olduğu konusunda kimsenin şüphesi kalmamıştır. Eski Acilci tüm
yoldaşlarımız tarafından terk edilmiş ve sersefil bırakılmıştır.
Mihrac Ural, bugünkü
konumuyla yaşayan bir ölü, canlı bir cesettir artık… Hem Mehmet Ağar’ın
adamı Mehmet Yavuz’un kadim dostu olmaya, hem de PKK yardakçılığı yaparak
Abdullah Öcalan güzellemesi yapmaya “mahkûm”
edilmiş yaşayan bir ölü…
Bundan daha
büyük bir eza olabilir mi? Sanmam. Olamaz…
13 Mayıs 2013
*
|