Mihrac Ural er ya da geç kendisini cezalandıracağımızı biliyor. Çok sayıda insanın kafasında “Bu herif içimize sokulmuş bir ajandır ve cezalandırılmalıdır!..” düşüncesi oluştu. Kendisine uygun bir ceza biçeceğiz. Bazı arkadaşlara göre ise, herif cezasını fazlasıyla buldu zaten. Yaşayan bir ölü oldu. Cesede toprak atılıyor. Bakalım...
Biraz önce İbrahim telefon etti. Mihrac Ural’ın bana yönelttiği soruları okudu. O da gülüyordu, ben de güldüm. İki yıl önce söylemiştim, ama anlamamış demek ki...
Mihrac Ural, sen bana hiçbir şey yapamazsın. “İtirafçı!..” dedin olmadı. “Özel Harp Dairesi’nde çalışıyorsun!..” dedin olmadı. “Ergenekon ile bağı var!..” dedin olmadı. Mümkündür ki başka şeyler de söylemişsindir. Hiçbir şey tutturamadın.
Tutturamadığın şuradan da belli ki, şimdi eklemeler yapmak ihtiyacını duyuyorsun. Bozgun dediğin işte böyle oluyor. O zaman da söylemiştim. Benim için istediğini söyleyebilirsin. Hepsi kabul!..
Beylerderesi’ni ihbar mı etmişim. Hayatımda Sivas’ın ötesine gitmedim ama bu da kabul. Ötekiler de kabul. Salla sallayabildiğin kadar. Hepsi kabul. Kızıldere’yi de ben yaptım. İstersen Mustafa Suphi’leri de kabul edeyim...
Ve ohooo! Yakalanmadığım o kadar çok olay var ki... Yakalanmadığım bütün olayların ortak bir yanı var: Bu ajanla hiçbir bağım yok. Ajanla bağım oldu mu işler kötü oluyor. İstanbul 1977 Ağustos yakalanmasındaki takibin Antakya’dan kaynaklandığını ortaya koyduk. Ajanla bir şekilde bağ oldu mu, yakalanıyorum. Bak sana hem de İbrahim ile birlikte bir olayımızı anlatayım. Olur ya, bunu da kullanırsın. Hapisten kaçmamın üzerinden üç gün geçmiş. İbrahim kaldığım eve gelmiş, kötü bir kimlik yapmışız.
Ha atlamayayım. Kaçtığım günün gecesi kaldığım ev basıldı. Mahallede genel arama ve kimlik kontrolü var. Bu nedenle basıldı. Bende kimlik yok. Ama kimse de bana kimlik sormadı. Aklında bulunsun, kullanırsın. Otobüse bindik. Ben, İbrahim, Fatoş. Otobüsler son durakta aranabiliyor diye bir durak önce indik. Yüz metre yürüyüp taksiye bineceğiz.
Yer Mecidiyeköy’ün biraz alt tarafı. Fatoş ile yürüyoruz, İbrahim biraz arkamızda. Bir polis minibüsü geldi, kaldırıma iyice yakın olarak yavaş yavaş gidiyor. Minibüsün camı açık. İki polis konuşuyor. Biri “Şu kaçan çocuk değil mi?..” diye sordu (Televizyon ve gazeteler, her yerde fotoğrafım yayınlanmıştı). Öteki, “Yok, o değil!..” dedi. Soru soran polis, “Odur!..” diye ısrar etti. Fatoş yavaşça, “Koşalım...” dedi. “Sakın ha!..” dedim. Koştuk mu her şeyi kaybederiz. Hiç aldırma... Polisler oydu değildi tartışması yaparken biz taksiye bindik...
Bak bu olay da Özel Harp Dairesi’nin beni nasıl koruduğunu gösteriyor, değil mi?... Aklıma İdi Amin geliyor. Ne ilgisi var demeyin, var. İdi Amin bir zamanlar İngiliz ordusunda çavuşmuş. Uganda’da devlet başkanı olunca “Londra’da iken Kraliçe Elisabeth kız arkadaşımdı!..” diye açıklama yapmış. İngiliz ordusu da bunun üzerine “Bu salağı kim çavuş yaptı?..” diye soruşturma açmış.
Konuş evladım konuş. Kalıcı bir özelliğini de sayende öğrendik. Temel’e “Güzel mi olmak istersin, aptal mı?..” diye sormuşlar. “Aptal olmak isterim. Güzellik geçicidir!..” demiş.
Elimizden kurtulamayacaksın Mihrac...
27 Ağustos 2010