12 EYLÜL VE ACİLCİLER (2)


Araya başka konular girince “12 Eylül ve Acilciler” başlıklı yazının ikinci bölümünü yazmam gecikti. Önceki yazıda belirttim: 12 Eylül 1980 sonrasında, adı sanı pek bilinen bir silahlı mücadele örgütü olarak, kayda değer bir direniş gösteremedik. Bu durumumuzla devrimci hareketin geri kalan bölümünden herhangi farklı bir yan da taşımıyorduk. 

1980 yılının son günlerinde geldiğim Suriye’de fazla kalmadım. Dört ay sonra çıkan ilk fırsatta buradan ayrıldım. Değişik devrimci örgütlerden kişilerin doluştukları bir yerde fazla bir şey yapılabileceğini düşünmüyordum. Bol bol konuşursun, tartışırsın, ama ortada üretilen bir şey olmayınca ya da üretilen kısa ömürlü olunca Suriye’de bulunanlar ya burayı terk edecekler ya da çürüyeceklerdi. Nitekim de öyle oldu... 

1981– 1982’de bunu görmek kolay değildi. Bu durumu ancak Suriye dışından görebilirdiniz. Devrimci hareketin kadrolarının büyük oranda Batı Avrupa ülkelerinde yoğunlaşacağını ve üstelik de bu bölgede yaşayan üç milyon Türkiyeli nedeniyle önemli bir tabanın var olduğunu ancak bu bölgeye geldiğinizde görebiliyordunuz. 

PKK dışında Suriye’de kalanlar, Mubaharat ile faşist cunta arasında sıkıştılar. Ya Muhabarat’a teslim olacaksın, ya ülkeye geri döneceksin ya da burasını terk edeceksin. 

PKK, 1984 yılından başlayarak ülkede önemli bir faaliyete yöneldi. Artan oranda Suriye’ye mahkum olmaktan kurtuldu. Devrimci örgütlerden çok sayıda kişi kısa sürede Suriye’yi terk ettiler.Yunanistan’a ve Batı Avrupa ülkelerine gittiler. 

Mihrac Ural gibi Muhabarat’a teslim olanlar ise, Avrupa ülkelerine gidenlerin arkasından “orada çürüyecekler” diye tantana yaptılar. Çürüyen her yerde çürüyor. Türkiye’de de çürüyor. Suriye’dekiler de çürüdü. Hem de istihbarat servisinin bünyesinde aşağılık bir çürümeyi yaşadılar. 

SİLAHLI PROPAGANDANIN SONA ERMESİ 

TDAS’ın ikinci bölümünde Latin Amerika ülkelerindeki gerilla savaşlarının panoraması verilir. Hangi ülkede kim nasıl savaşmış, hangi sonuçlara ulaşmış, hangi hataları yapmış, tek tek incelenir. Bu geniş panoramada eksik olan, Uruguay’da Tupamaroslar’dır. 1975 yılında İngilizce’de bu örgüt hakkında daha fazla bilgi bulunamıyordu. 

Gerilla savaşı konusunda Latin Amerika’nın bizden farkı, on yıl kadar önce olmasıdır. 1975 yılında Latin Amerika ülkelerindeki gerilla hareketleri, Peru’daki Aydınlık Yol ve Kolombiya’daki örgüt hariç, sona ermişti. Ağır yenilgiyle sona ermişti. TDAS’ın ikinci bölümü yenilen örgütlerin -1975 yılında bulunabildiği kadarıyla- muhasebelerini de içerir ve bunlardan sonuçlar çıkarır. 

Meseleye bu yönden baktığımızda THKP-C’nin teorik devamcısı olduğumuz söylenebilir. Öncü savaşı ve silahlı propaganda, 1960’lı yıllardaki Küba’nın çizgisidir. Önce Che’de ifadesini bulur, bu arada Latin Amerika ülkelerinin koşullarına göre bazı değişikliklere –kentlerin öneminin artması gibi- uğrar. 

TDAS’ın ikinci bölümünde yapılan, silahlı propaganda teorisinin güncellenmeye çalışılmasıydı. 1960’lı yıllarda söylenenlerle kendimizi sınırlandırmadık, 1970’li yılları ve yaşanılan yenilgileri de ele aldık. Bu ele alışın kır gerillası boyutu hayata geçmedi. Sadece biz değil, PKK dışında hiçbir örgüt hayata geçiremedi. Kürtlerin mücadelesinde bizde bulunmayan ulusal boyut belirleyiciydi. 

1975 yılından bu yana geçen 35 yılda TKP/ML’in ve Devrimci Sol’un girişimlerinin dışında hiç kimse kır gerillasına teşebbüs bile etmedi. Bu iki örgütün girişimleri de ya başarısız oldu ya da küçük bir bölgenin dışına çıkamadı. Hal böyle iken, halk savaşı savunusunu halâ sürdürmeyi anlamak zordur. 

Bunu teorik olarak anlayamazsınız. Meseleye teorik olarak bakıldığında, yaşanılmış büyük başarısızlıklar var, dahası savunmak ama yapmamak var. 

İşin gerçek nedeni psikolojiktir. İnsanlar önceki görüşlerinin yerine başka bir görüş koyabildikten sonra eski görüşlerinden gerçekten uzaklaşırlar. Farklı bir görüşe sahip olup, bunun da pratiğini yapabildiğiniz oranda eskisinden uzaklaşırsınız. Aksi durumda eski görüşün çeşitlemelerini yaparsınız. 

İnternet çıktığından beri gerilla savaşı için yeni bir ortam doğdu ve internet gerillası tipler ortaya çıktı. Çıksın, bunların üzerinde durmaya gerek yok. İnternet ancak pratikte var olanı ileriye götürebilir, olmayanı olur duruma getiremez. İnternet acemileri bu durumu ancak birkaç yıl sonra anlayabiliyorlar... 

Benim açımdan silahlı propagandaya dayalı örgütlenme anlayışının sona ermesinde kendi pratiğimizin yanı sıra Latin Amerika ülkelerinde yaşanılan büyük yenilgi de belirleyici oldu. 1980’li yıllarda bu yenilginin nedenlerini ve bunları içeren belgeleri daha yakından incelemek olanağı buldum. İşin ilginç yanı, o ülkelerde de genellikle bizdeki gibi askeri darbenin ardından yenilgi belirgin olarak ortaya çıkmıştı. 

Sonraki yıllarda, Nikaragua tarihini öğrendiğim zaman kendi cahilliğime güldüm. 1979 yılında Selimiye’de Eylem Birliği ve THKP-C Savaşçıları örgütlerinden arkadaşlarla halk savaşının bizim gibi ülkelerde geçersiz ya da ancak sınırlı oranda geçerli olabileceğini tartışırdık. Bana sürekli olarak o yıllarda güncel olan Nikaragua’daki savaşını gösterirlerdi. Nikaragua dediğin birkaç milyonluk ülke. Buradan hareketle evrensel sonuçlara varılamaz. Bu işin bir tarafı... 

Daha sonra öğrendim ki, Nikaragua’da silahlı mücadelenin –Sandino ile başlayan- uzun bir geçmişi bulunuyor. Aynı durum El Salvador’daki Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi için de geçerli. Bu örgütler tarihlerinde kurtarılmış bölgeler kurmuşlar ve mücadeleyi bu temel üzerinde yükseltmişler. 

Bizim insanlar bir garip... Nepal’i biliyorsunuz. Burada klasik halk savaşıyla geniş bir örgütlenmeye ulaşılmış durumda. Bu örgütün temsilcileri sık sık Almanya’ya gelirler (tahmin edilebileceği gibi TKP/ML veya yeni adıyla Maoist Komünist Partisi’nin davetlisi olarak) ve konferanslar verirler. Bunların birkaçına katıldım. Garip olan gelenlerin anlattıkları değil, dinleyicilerin eleştirileri. Mesela, “hükümet ile filanca anlaşmayı yapmayacaktınız” ya da “mücadelenin filanca aşamasına geçmeniz gerekirdi”  eleştirileri... Kardeşim, adam yıllardır başarılı bir mücadele yürütüyor, sesini kes de dinle. Akıl öğretmek sana mı kaldı!.. 

Ne yapalım, bizim insanda akıl çok! Sadece kendisi yapamaz! Savunduğu söylediği şeyi yapmayanı ciddiye almayacaksın. Savunuyorsan önce yapmaya başla, ondan sonra tartışırız. Aksi durumda tartışmanın gereği de yok. Önce ciddi ol, öyle değil mi... 

Silahlı propaganda savunusunun soytarılık düzeyine inmesinde Mihrac Ural özel bir yere sahiptir. 1982 yılında şöyle bir ifade yumurtladı (başka bir kelime bulamadım): «Biz siyasi mücadeleyi temel kabul ediyoruz, buna da silahlı propaganda diyoruz!.. »

Suriye’ye doluşmuş, henüz kişiliğini bulamamış, oldukça genç Antakyalı gençleri kandırma teorisi. Başka bir şey değil. Biz silahlı propagandayı temel alıyoruz, ama... Soytarılığın bu kadarı ciddiye alınmaz, ben de almadım. İnanacak kadar aptal olanlar varsa inansınlar, onlarla da zaten benim işim olamaz... 

Mihrac Ural teorik olarak boş birisidir. Eskiden de böyleydi. Üç kelime bilmekle bir şey olmaz. Ama karşınızdaki bunu bile bilmiyorsa, sizin teorik düzeyiniz “yüksek” olur! Kendini Antakyalı yeni yetme gençlere yutturabilirsin. Onun dışında seni kimse ciddiye almaz... 

Bu durumu 1982 yılı sonbaharında Suriye’de yaşanılan büyük ayrılıkta da görmüştük. Müntecep Kesici, Mihrac’ı teorik olarak ciddiye almıyordu. Pratikte zaten almıyordu. Arapça bildiği için örgütün Muhabaratlaştığını en iyi o görüyordu. Mahir Çayan, örgütün Suriye’nin kucağına oturtulmasına kılıf geçirmek amacıyla kullanılmaya çalışıyordu. 

Yutarsan, hiç durma sen de otur! 

Oturanlar da bir daha kalkamadılar zaten. Ajanlıklarına doymasınlar! 

19 Eylül 2010